Hürriyet gazetesinde yaptığı söyleşilerle dikkat çeken Zeynep Bilgehan kitabında 28 farklı ismin hayatına büyüteç tutuyor. Bilgehan kitabını “kesişmiş hayatlardan oluşan tek bir hikâye” olarak tanımlıyor. Kitapta yer alan söyleşilerin ve isimlerin bir özelliği de güncel hayatı yakalaması.

Gözen Esmer

Zeynep Bilgehan "Hey Gidi Yıllar" kitabıyla geçmişten günümüze bir Türkiye portresi çiziyor. “Aydınlanma Çağı’nın Gençleri”, “Toplumda Arayış”, “SanattaAltın Yıllar”, “Bilime Adanmış Ömürler, “Alanına Sığamayanlar” başlıklarıyladört bölüme ayrıla kitap farklı şehirlerde doğmuş, farklıalanlarda çalışmış isimleri bir araya getiriyor.

Zeynep Bilgehan’a “Hey Gidi Yıllar”ı, İdil Biret’in “devlet meselesi” haline gelen eğitimini, son Sümer Kraliçesi Muazzez İlmiye Çığ’ı, Cemil Çiçek’in Cumhuriyet’in kazanımlarıyla ilgili soruya verdiği “baba mirası” cevabını ve “yarım ciğerle” Himalayalar’ı tırmanan Coşkun Aral’ı sorduk. 

Kitapta “Türkiye’nin dört bir yanındaki farklı şehirlerde doğmuş, farklı şekillerde yetiştirilmiş ve bambaşka alanlarda çalışan, tanınan isimler” yer alıyor. Bu isimlerin yaşam öyküleri birleştiğinde nasıl bir Türkiye portresi çıkıyor?

Türkiye’nin dört bir tarafında yetişen, yetiştirilen idealist, çalışkan, üretken, renkli, inatçı, yaptığı işe değer katmak isteyen, mesleğine tutkuyla bağlı insanların olduğu bir ülke portresi çıkıyor.

Doğan Hızlan'ın Hukuk Fakültesi yıllarından bir kare


“DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY DEĞİŞİMİN KENDİSİDİR”

Doğan Hızlan röportajınızda bir soruyu yanıtlarken şimdikiler draje hap istiyor diye bir ifade kullanıyor. Zaman hey gidi yıllar ve şimdiki yıllar diye ayrılabilir mi? Söyleşilerle bugün arasında nasıl bir ilgi kurdunuz?

Bugünün gerisinde kalan, geçen her zaman elbette ki ‘Hey gidi yıllar’ denecek şekilde ayrılır… Geçen gün sosyal medyada 20li yaşlar fotoğrafları fırtınası esmişti hatırlarsanız. Herkesin geçmişi kendine ‘Hey gidi yıllar!’ oluyor. Benim ‘Hey gidi yıllar!’ diye paylaştığım sene 1990’larken, örneğin Doğan Hızlan ile ‘Hey gidi yıllar’ diyerek 1950’lere döndük. Söyleşilerde, herkesle eski dönemden bugüne nelerin değiştiğini de konuştuk. Ancak ortaya çıkan sonuç genelde “Ah, vah nostalji” ekseninde değil, “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir! Ne, nasıl değişmiş?” tespitlerini yaptıktan sonra kişilerden bu değişimlere yönelik önerilerini aldık. Mesela Doğan Hızlan, “Kendi zevklerim açısından bireysel olarak nostalji yaşarım... Eski kalemcilerim vardı, lokantalarım vardı diye düşünürüm ama benim ilkem; hiçbir yeni şey, eskisinden kötü olamaz. Çeşitten yanayım. İnsanlar eskiyi de, yeni de görsünler isterim” diyor. Nevzat Aydın, girişimcilikle ilgili gençlere “İyi bir girişimci, kötü fikri bile mutlaka bir yere getirebilir. 20 sene öncesine kıyasla bu daha kolay çünkü artık bir ekosistem oluştu. Şu an pek çok yeni alan var; biyoteknoloji, bulut bilişimi, cihaz iletişimi, kripto para... Fark yaratacağınız şeyin peşinden gidin” diyor. Altan Öymen, Prof. Dr. Naci Görür ve daha pek çok ismin ortak tespit ve önerisi bilgiyi iyi ve doğru kullanmak üzerineydi. Bugün bilgi ve bilgiye erişim eskiden daha kolay ama bu erişimi daha ‘nitelikli’ şekilde kullanmalıyız diyorlar…


HER ŞEY VEDAT MİLOR’UN FOTOĞRAFIYLA BAŞLADI

Bu fikir nasıl gelişti? Gerçi kitapta bahsediyorsunuz ama henüz kitabınızı okumamış olanlar için soruyorum.

Her şey 19 Haziran 2020 tarihinde Vedat Milor’un sosyal medya hesabından 1979 yılında çekilmiş, gençlik yıllarına ait bir fotoğrafını paylaşmasıyla başladı… Meşhur birinin henüz tanınmadığı, hatta belki bir gün ünlü olacağını aklının ucundan bile geçirmediği döneme ait fotoğrafı büyük ilgi uyandırdı. Buradan da Hürriyet Gazetesi’nde Pazar günleri yayınlanan ‘Hey Gidi Yıllar’ köşesi doğdu… Bu kitapta, 19 Temmuz 202010 Ocak 2021 tarihleri arasında köşede eski fotoğraf albümlerini karıştırdığımız toplumda tanınan, sevilen, alanında başarılı 28 ismin hikayesi yer alıyor; Alpay, Altan Öymen, Prof. Dr. Arif Verimli, Bedri Baykam, Cemal Enginyurt, Cemil Çiçek, Coşkun Aral, Cüneyt Arkın, Doğan Hızlan, Erol Evgin, Ezel Akay, Fatma Şahin, Güneri Cıvaoğlu, Hakan Bayrakçı, Haldun Dormen, İdil Biret, Prof. Dr. İlber Ortaylı, Prof. Dr. Mehmet Ceyhan, Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, Muazzez İlmiye Çığ, Prof. Dr. Naci Görür, Nevzat Aydın, Nilgün Belgün, Oya Eczacıbaşı, Selda Bağcan, Prof. Dr. Şener Üşümezsoy, Vedat Milor ve Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen.


“KİTAPTAKİ İSİMLERİN ORTAK ÖZELLİĞİ İNSANLARI VE MEMLEKETLERİNİ SEVMELERİ”

Haldun Dormen ilkokulu devlet okulunda okumasından mutlu olduğunu söylüyor. Toplumun her kesimiyle buluşmak kitapta yer alan isimlerin ortak özelliği mi?

Kitaptaki isimlerin öncelikli ortak özelliği alanlarında başarılı olmaları. Bu başarıyı da çalışkanlıkları, işlerini ve memleketlerini, insanları, insanlığı sevmeleri sağlıyor. Bulundukları her ortamdan fayda sağlamaya, olumlu yanlarını görmeye çalışarak hedeflerine ulaşmak için bir katma değer olarak birikim ve deneyim elde etmişler.

Altan Öymen


“TEKNOLOJİ DEĞİŞSE DE GAZETECELİĞİN İLKELERİ DEĞİŞMEDİ”

Geçmiş dönemde gazetecilik biraz Ankaraİstanbul ekseninde seyrediyor. İstanbul’un tesadüfiliği ve Ankara’nın demokrat disiplini? Bu eksende telex dışında neler değişti? Siz bu dönemde gazetecilik yapıyorsunuz ama tecrübeli gazeteciler ve yazarlarla da görüştünüz.

Ben teleks zamanını bilmiyorum ne yazık ki İşe başladığım tarih 2008’di. O günden bugüne teknolojik anlamda çok büyük bir değişiklik olmadı. Görüştüğüm yazar ve gazetecilerden dinlediklerimden yola çıkarak da teknoloji değişse de mesleğin temel ilkelerinin aynı kaldığını söyleyebilirim; meraklı olmak, idealist olmak, objektif olmak, bir şeyleri daha iyisi için değiştirmek, farkındalık yaratmak istemek… Coşkun Aral bunu “Herkesin kaçtığı yere koşan adamdır gazeteci” diye tarif etti; Güneri Cıvaoğlu, gördüğü o kadar çok olay arasından en unutulmaz anısı olarak 12 Eylül sonrası siyasi yasakların kaldırılması sürecine katkısını anlattı. Altan Öymen, “Bizdeki kural şuydu: Olaylara objektif bakılacak. Haberleri ona göre yazılacak. Ne görüyorsan, onu yazacaksın! Konuşmaları özetlerken, ‘ifade etmiştir’, ‘söylemiştir’ gibi nötr ifadeler kullanmaya dikkat ederdik.”

Muazzez İlmiye Çığ


“CUMHURİYET’İ KURMUŞ KUŞAKLARIN HEYECANI ÜMİT VERİYOR”

İdil Biret’in eğitiminin devlet krizi olması, bir zamanlar sanata verilen önemi gösteriyor. Bize de Aydınlanma Çağı’nın detaylarını veriyor tabii. Siz bu hikâyeyi dinlediğinizde ne düşündünüz? Neler geçti aklınızdan?

Devlet ‘krizi’ değil, devlet ‘meselesi’ oluyor. ‘Kriz’ ile ‘mesele’ kelimeleri arasında fark var… Mesele de harika çocuğun eğitim alıp almaması değil, alacağı eğitim nasıl ‘en iyisi’ olacağı… Ankara’yı ziyaret eden ünlü müzisyenler İdil Biret hakkında raporlar yazıyorlar. İdil Biret bugün hepimizin gurur duyduğu, dünya çapında tanınan bir devlet sanatçımız. Dolayısıyla “Oh, ne iyi etmişler de mesele etmişler!” diyorum.

Aydınlanma Çağı dediğimizde Muazzez İlmiye Çığ’ı konuşmadan olmaz. Son Sümer Kraliçesi Muazzez İlmiye Çığ aynı zamanda Atatürk’ü görmüş kuşaktan. Nasıl bir izlenim bıraktı sizde?

Muazzez Hanım, bu kuşağın en özel temsilcilerinden biri… Atatürk’ü görmüş kuşaktan kiminle tanışsanız, ki hepimizin ailesinde bu kuşaktan anneanneler, nineler, dedeler var, onların azmine, ışığına, idealizmine hayran olmamak elde değil gerçekten. Kurtuluş Savaşı’ndan çıkıp, yıkılmış bir imparatorluktan gen., dinamik ve onurlu bir Cumhuriyet kurmuş insanların çocukları, gençleri ve onlardaki o duygu insanı iliklerine kadar etkiliyor, Cumhuriyet’i kurmuş kuşakların heyecanını bizzat hissedip geleceğe de ümitle bakıyorsunuz.

Kitabın girişinde siz inat eden, çalışan, başaran insanların hikâyesi diyorsunuz. Bugün de karşımıza başarı örnekleri çıkartılıyor. Bugün örnek gösterilenle, sizin yer verdiğiniz başarı hikâyeleri arasında bir anlayış farkı var mı?

‘Bugün örnek gösterilenler’ çok muğlak bir ifade, bugün dediğimiz ne zaman? Bugün mü? Bu yüzyıl mı? Hangi alandan? Ne olarak örnek? Bu şekilde kıyaslama yapmak zor.


“TÜRKİYE’NİN HER KESİMİ CUMHURİYET’İN DEĞERİNİ BİLİYOR”

Cemil Çiçek’in hikâyesi de çok dikkat çekici. ”Köyümden çıkıp başkan olmamı Cumhuriyet’e borçluyum” diyor söyleşide. Gerçekten de fırsat eşitliğinin sağlanmaya çalışıldığı bir dönemi yaşadı Türkiye. Cemil Çiçek’in dediği gibi “Baba mirası”nın ne kadar farkındayız, anlıyoruz ve anlatıyoruz?

Sayın Çiçek’in ‘Baba mirası’ndan kast ettiği şey şu; biz savaş görmemiş bir nesiliz. Birinci Dünya Savaşı’nı, Cumhuriyet’in hangi zorluklarla kurulduğunu, İkinci Dünya Savaşı’nı görmedik. Kaldı ki bunlardan sonra da hiçbir dönem kolay olmamış, hep aksaklıklar, sıkıntılar, hoyratlıklar olmuş. Ama iyi şeyler, gelişmeler de olmuş… Herkes kendi iyi ve doğru bildiğini yapmaya çalışmış, ki burada yine tüm isimlerin anlattıklarından gördüğümüz herkes ülkenin gelişmesine katkı için çalışmış kendince… Sayın Çiçek üzerine sorduğunuz için ondan alıntı yapayım; kendi gençliğini anarken “Biz doğru bildiğimiz şeyleri yapmaya çalıştık” diyor. Ve ekliyor: “1987’de bakanken Gaziantep’e gidecektim. Belediye başkanı Sayın Celal Doğan’ın beni karşılaması icap ediyordu. Üniversiteden tanışıyorduk, o sol kesimdendi. Fikren bu kadar karşı olduğu birini karşılamaya gelip gelmeyeceğini bilmiyordum. Geldi, yıllar sonra havaalanında karşılıklı oturduk. İkimizin de aklından aynı soru geçmiş; “Yahu, biz bunca sene neden kavga ettik?!” Bugün kimseye karşı önyargım yok. Önyargılarla katiyen kimse kimsenin vatanseverliğinden şüphe etmemeli, Türkiye’yi yaşanmaz hale getirmemeli… Hele siyasetçilere bakarak birbirleriyle ilişkilerini koparmamalılar! Gençlik çağı ümit, beklenti ve heyecan çağıdır ama onlara tavsiyem olabildiğince gerçekçi olmaları… Ülkedeki olumsuzlukların düzeltilmesini başkasından beklememeli, kendileri çözümün parçası olmak için gayret etmeli. Bunun için de ilk yapacakları, ne işi yapıyorsa onu çok iyi yapmak olmalı...” Biraz önce bahsettiğimiz, Muazzez İlmiye Çığ’ın da dahil olduğu, Cumhuriyet kuşağının yetiştirdiği Türkiye’nin her yerinden, her kesimden torunlar bu mirasın değerini ve kıymetini biliyor. Bilmeye de devam edecek.

Coşkun Aral


“İNSAN BELLEĞİNİN AYIKLAYICI BİR ÖZELLİĞİ VAR”

Hey gidi yıllar yalnız Türkiye’de geçen yıllar değil aslında. Sizin söyleşilerinizden biri de “yarım ciğerle Himalaya’ya tırmanan Coşkun Aral’la idi. Onun hikâyesinden, ya da onun gözünden bütün dünyada “hey gidi yıllar” a nasıl bakılır? Siz nasıl baktınız?

Cumhuriyet’in aydınlanma çağından bugünün Doğan Hızlan’ın dediği gibi ‘nefes nefese’ bilim ve teknoloji çağına dünyanın her yerinde her dönemin güzellikleri de olmuş, zorlukları da… Ben nasıl baktığımı yine Doğan Hızlan’dan bir başka alıntı yaparak cevaplayayım: “Anılar denizinde kulaç atarken ‘Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer’ sözünü mırıldanırım. İnsan belleğinin ayıklayıcı bir özelliği var, geçmişin iyi günlerini anımsıyorsunuz, üzüntü ve acı veren olaylar tortuda kalıyor.”


‘YARDIM EDEBİLME İSTEĞİ DUYGUSU’ BENİ ÇOK ETKİLEDİ

Koronavirüs’le özdeşleşen bir isim de var kitabınızda. Prof. Dr. Mehmet Ceyhan. Siz onu yakından tanıma fırsatını da edindiniz. Biz ise ekranlardan tanıyoruz. Onun anlattıklarından en çok ne dikkatinizi çekti?

Bizim Mehmet Ceyhan Hoca ile tanışıklığımız aslında kitaptan ve köşeden önce, COVID salgını başladığı dönemde Hürriyet’te okurlardan gelen sorulara kıymetli dokuz hocamızın yanıtlar verdiği ‘Hürriyet Bilim Kurulu’ projesinde başlamıştı. Aylar boyu, bütün yoğunlukları içinde, diğer hocalarımızla birlikte Mehmet Ceyhan Hoca da okurlardan gelen yüzlerce soruya hiç üşenmeden, sıkılmadan, en açık olacak şekilde yanıtlar verdi. ‘Hey Gidi Yıllar’ köşemiz başladığında ilk konuk olarak da onun hikayesini dinlemiştik. Henüz beş yaşındayken, Elazığ’ın köylerinde ebe halasının aşı çalışmalarında yardım ettiğini anlatıyor. Doktor olmayı daha o zaman kafasına koyuyor. Aklında yan dal olarak ‘enzim ve metabolizma’ alanı var. Hormonların gittikleri yolları ezberlemeyi seviyor ama rahatsızlıklar genelde genetik olduğundan hastalara yardım konusunda elinden fazla bir şey gelmiyor ve bunun üzerine çocuk enfeksiyon bölümüne kaydığını anlatıyor. Çünkü enfeksiyon hastalıklarında tanı koyup tedaviyle hastayı kurtarabiliyorlarmış… Beş yaşından itibaren içindeki ‘yardım edebilme isteği’ duygusunun baskınlığı beni çok etkiledi. Bunu bugün bütün Türkiye biliyor ve o yüzden de her kesim tarafından seviliyor, saygı duyuluyor.

Cüneyt Arkın


YEŞİLÇAM BİR MASAL DÜNYASIYDI ARTIK YOK

Hey gidi yıllar deyince Yeşilçam, Yeşilçam deyince de Cüneyt Arkın gelir akla. Arkın söyleşide, setlerdeki olanaklara imrenerek bakıyor. Ama günümüz filmleri, dizileri hemen unutulurken Yeşilçam hatırlanıyor. Arkın’ın hikâyesini de düşündüğümüzde bunu neye bağlayabiliriz?

Setlerdeki olanaklarla film ve dizilerin kalıcılığının doğrudan bir ilişkisi yok sanırım (varsa da bunu konuşmadık, bildiğim bir alan olmadığından bir şey söyleyemeyeceğim) ama Yeşilçam filmlerine olan tutkumuzun sebebini ben de merak etmiştim… O yüzden de kitaba yetiştiremediğimiz, sonra gazetede yaptığımız bir başka ‘Hey Gidi Yıllar’ söyleşisinde bu işi uzmanına, duayen sinema yazarı Atilla Dorsay’a sordum. Onun yanıtı şöyle: ““Yeşilçam kolay bir sinemadır. Belli karakterlere dayanır. Adile Naşit’i, Münir Özkul’u, Hulusi Kentmen’i çok seviyoruz; ama her filmde aynı karakteri oynamışlardır. Yeşilçam’ı sevelim; ama o bir masal dünyasıydı artık yok! Lütfen yeni sinemaya da ilgi duyalım.” Dorsay, yeni dizi ve filmlere de haksızlık etmemek gerektiğini söylüyor ki haklı; pek çok parlak yönetmenimiz var, çok güzel filmlerini izliyoruz, yerli ve uluslararası festivallerden ödüller alıyorlar.


“HAKİKATİ ARAMAK BİR YAŞAM ŞEKLİ OLMALIDIR”

Son olarak bu tecrübelerden hem okurlara hem de özellikle genç kuşaklara ne söylersiniz? Bu tecrübeler hayatın hangi yönüne ışık tutuyor?

En başta dediğimiz yere bağlanıyor her şey. Biraz da iyimserlik ve iyi niyetle; bu kitapta ülkenin farklı yerlerinden her dönemin farklı zorluklarından çıkmış başarı hikayeleri var. Ortak noktaları; çalışkanlık, inatçılık, idealizm, yaptığı işe tutku, mesleğine saygı, insana sevgi… İki isimden alıntıyla sonlandırayım…

Prof. Dr. İlber Ortaylı “Dünyaya geldin bir kere. Ne kadar yaşayacaksın belli değil. Buraya gelmek bir şans, milyarda bir şans, piyango kutusuyla bile izah edilemez!” diyor; İdil Biret hayat dersi olarak şunu söylüyor: “Ben hep anımı yaşarım. Geçen geri gelmez. Anı en iyi şekilde değerlendirmek elimizdedir. Hocam Nadia Boulanger’in ‘Kendine karşı dürüst müsün?’ sorusu hep aklımdadır. Ne olursa olsun hep hakikatı aramak bir yaşam şekli olmalıdır. Bu, onurlu bir hayatı gerçekleştirmek için şarttır.”

Fotoğraf:Levent Kulu