Cemil Gözel

Attilâ İlhan, Allah’ın Süngüleri romanında Yunus Nâdi’ye oldukça geniş bir yer ayırıyor. Nâdi’nin Kurtuluş Savaşındaki konumundan Birinci Meclis’teki başarılarına ve Türkiye Komünist Fırkasının kurulması sürecindeki rolüne kadar... Ancak benim romanda en çok ilgimi çeken bölümler, Nâdi’nin Bolşevizm hakkındaki fikirlerinin yansıtıldığı bölümlerdi. Örneğin Yunus Nâdi, NewYork Times’tan bir gazeteciyle Bolşevizm hakkında konuşmaktadır:

"Yunus Nâdi Bey, başında kırmızı tepelikli kalpak, gözünde beyzî gözlükleri; ceketini çıkarıp, koltuğuna giydirmiş; gömleğinin kolları sıvalı; heyecanlı heyecanlı, konuşuyor:

‘... fırkamız filhâkika teessüs etmiştir, Meclis’de meb’uslarımız mevcût, lâkin biz Komünizm ile Bolşevizmi farklı mütalaa etmekteyiz... idrakimiz Moskova’nın idrakinden farklıdır...’

Jimmy Fowler, piposu dişlerinin arasında, sordu: ‘ ... yâni nasıl? Pek anlayamadım!’

‘ ... anlaşılmayacak bir şey yok!. Memleketimizde, Kapitalizmin zulmü dahilden değil, hâriçten geliyor: istiklâli tam için, Garp Emperyalizmi’ne karşı, ahâlinin tamamı ittifak halindedir; daha da hâizi ehemmiyet olanı şu ki, bu ittifaka Alemi İslâm da dahil!..’

RUS BOLŞEVİK DEĞİL TÜRK KOMÜNİZMİ

O dönem Kemalist kadrolar arasında sıkça Bolşevizm tartışmasının yapıldığı sır değil. Hatta bu tartışmalar Hâkimiyeti Millîye’nin başyazılarına da yansımıştı. Gazetede, Rus Bolşevizmi ciddi olarak mütalaa ediliyor ve Türkiye’ye uygunluğu hakkında fikir yürütülüyordu. Kemalistler, yürüttükleri tartışmalarda, "Rus Bolşevizm’i(ni) değil Türk Komünizmi(ni)" savunmuşlardır. Bu arayışın kökeninde, Attilâ İlhan’ın Nâdi’den aktardığı fikirlerin yattığını söylemek gerçeğe aykırı değil.

1819 Kasım 1922 tarihinde Sovyet yetkilileriyle görüşen Yunus Nâdi, bu fikri onlara da söylüyor: "Anadolu’da sosyalizmin mümkün olmadığını anlamanız gerekir."

Teori dergisi, Ağustos 2000 tarihli 127. sayısında Yunus Nâdi ve Sovyetler Birliği yetkilileri arasında gerçekleşen bu görüşmelerin tutanaklarını yayımladı. Görüşme tutanaklarından Cumhuriyet önderliğinin Sovyetler ile ilişkileri ele alma düzeyleri ve biçimleri oldukça olgun bir şekilde yansıyor. Yunus Nâdi görüşmelerde Türkiye’ye özgü bir sosyalizmi savunmaktadır. Anadolu’da sosyalizm mümkün değil derken kastettiğinin Bolşevizm olduğu anlaşılıyor. Çünkü aynı görüşmede "biz cumhuriyeti Devlet Sosyalizmi temellerine dayalı olarak kurmaktayız" demektedir.

Bu görüşme, Türkiye ile Sovyetler arasındaki ilişkilerin biraz gerildiği bir tarihte yapılıyor. Tutanaklarda bir önbilgi yok ama görüşmenin amacının ilişkileri yeniden tesis etmek olduğu anlaşılıyor. Nâdi, o yüzden, görüşmeye Rusya’yı uyararak başlıyor; Rusya’nın, Türkiye’yi anlamadığını ve Türkiye’nin Rusya’ya karşı Fransa ile gizli bir anlaşma yaptığından kuşkulandığını açıkça vurguluyor ve bu tür bir güvensizliğin, Türkiye’de de bazı çevreleri etkilediğini ve Rusya’nın Türkiye’ye karşı İngiltere ile gizli bir anlaşma yapmış olduğu kuşkularına yol açtığını belirtiyor. Nâdi’nin, güvensizliğe neden olan konularda tavrı oldukça net. Çünkü Türkiye’nin "İngiltere ile mücadele(si), ölüm kalım mücadelesidir" ve "bu konuda tam barış mümkün değildir." Fransa da "Batı Emperyalizminin bir temsilcisidir ve dolayısıyla bizim (Türkiye’nin) düşmanımızdır."

Reklamdan sonra devam ediyor 

RUSYA TÜRKİYE'YE GÜVENMELİDİR

Yunus Nâdi, görüşmede Türkiye’nin açık politika yaptığının altını özellikle çiziyor ve Rusya ile dostluğun Türkiye için gerekliliğini belirtiyor. Aslında bu dostluk, sadece Türkiye’nin değil, her iki ülkenin de çıkarınadır. Görüşme 1922’de yapıldığına göre, arkada kalan üç senede hem Türkiye hem de Sovyetler için iki ülkenin dostluğunun önemi sınanmıştı. Zaten bunu Yunus Nâdi de, "Bu güvenin üç yıllık mücadelemize dayanan bir geçmişi var." diyerek Sovyet yetkililerine de hatırlatmıştır. Onun için soğukluk ortadan kalkmalıdır. Bunun koşulu da kötü diplomasiye başvurmamak ve samimi ilişkilerdir. Nâdi, Sovyet yetkililerini kötü diplomasiye başvurmakla eleştiriyor: "Siz son zamanlarda galiba Batı diplomasisinin kötü yöntemlerini benimsemişsiniz. Batı’da görüşmeler yapıyorsunuz ve aynı yöntemleri bize karşı da kullanmak istiyorsunuz. Bu iyi bir şey değildir."

Yunus Nâdi, Sovyetlerin Türkiye’ye güvenmemesi için hiçbir gerekçesinin olmadığını ısrarla belirtiyor. Nâdi’ye göre Rusya, Türkiye’nin iç politikasından memnun olmalıdır. Çünkü "İktidarda olan grup (Kemalistler), Anadolu’daki gruplar arasında en solda olanıdır. Uyguladığı politikalarda sürekli sola doğru çekmektedir." "Yönetimin başında fiili olarak yaklaşık 30 kişilik bir grup vardır. Bu grup Rusya ile en dostane ilişkilerin gerekliliğine derinden inanmıştır." "Kemal Paşa yerinde oturduğuna, Yunus Nâdi kendi yazı masasının arkasında bulunduğuna ve diğerlerinin hepsi kendi makamlarında oturduklarına göre" Rusya "rahat olmalı" ve Türkiye’ye güvenmelidir.

Yunus Nâdi, bu güvenin tesis edilmesinde Aralov’un önemli bir rolünün olacağına inanıyor. Çünkü Aralov, Sovyetler’in Türkiye Büyükelçisi olarak Kemalistleri Moskova’dakilere göre çok daha yakından tanımaktadır. Ancak buna rağmen Aralov da Türkiye’nin Fransızlarla gizli bir sözleşme yapmış olduğundan kuşkulanmaktadır. Nâdi, Aralov için, "o da bu tür düşüncelere kapılmışsa (...) Aralov’dan memnun olmamaya hakkımız vardır" diye yakınıyor.

Bu görüşmeden yaklaşık bir ay sonra, yani 14 Aralık 1922’de, Yunus Nâdi bu kez Aralov’la görüşüyor. Bu görüşmenin tutanağı Teori dergisinin Ağustos 2004 tarihli 175. sayısında yayımlanmıştır. Belgeyi, Mehmet Perinçek, Rusya Devlet Arşivinde yaptığı araştırma sırasında bulup gün yüzüne çıkarmıştı.

Lozan Konferansı günlerinde yapılan bu görüşmenin ana konusu boğazlardır. Aralov, Rusya için önem taşıyan boğazlar konusunda Moskova’nın görüşlerini iletiyor. Moskova, boğazlardan askerî gemilerin geçişinin hem Misakı Millî’nin hem de Moskova Anlaşmasının ihlali olacağı fikrindedir. Yunus Nâdi ise, Türkiye Hükûmetinin boğazlar konusundaki yaklaşımının Rusya’nın yaklaşımına ters düşmediğini belirtiyor.

İKİ ÜLKENİN TAKTİK ADIMLARI

Konu, Türkiye ile Sovyetler arasındaki dostluk ilişkisine geldiğinde Yunus Nâdi, bir ay önce gerçekleşen görüşmedeki fikirlerini Aralov’a da büyük ölçüde iletiyor: Türk Hükûmeti, Rusya ile dostluğu her zaman destekleyecek ve Rusya aleyhinde hiçbir girişimde bulunmayacaktır. Yunus Nâdi, dostluğun önemli bir aşaması olarak askerî ittifak konusunu gündeme getiriyor: "Türkiye zamanında böyle bir ittifak önermiş, fakat Rusya bu öneriye karşılık vermemiş ve bu ittifak çok daha önce kurulması gerekirken zaman kaybedilmiştir." Görüşmede bulunan Sovyet heyeti (Aralov, Rozenberg ve Şahovskoy) Yunus Nâdi’nin konuşmalarından ve imalarından çıkardıkları sonucu tutanağa geçiriyorlar: "Türk Hükûmetinin şu anda askerî ittifak ile ilgili görüşmelere girişmek istediği anlaşılıyordu ve Yunus Nâdi, inisiyatifin kimin tarafından geleceği hususunda yoklama yapıyordu." Aralov, Sovyet Hükûmetinin askerî ittifak konusunu müzakere edecek bir aşamaya gelemediğini çünkü Sovyetlerin Lozan Konferansı’nda ortak hareket etme önerisini Türk tarafının reddettiği cevabını veriyor.

İki ülkenin de emperyalizmle yürüttükleri savaşta mevzi kazanmak için taktik adımlar atmak mecburiyetinde kaldıkları biliniyor; görüşmelerden de anlaşılıyor. Ancak her zaman Türkiye ve Sovyetler Birliği arasındaki ilişkinin düzeyini belirleyen taktik adımlar değil, stratejik ittifak olmuştur. I. Dünya Savaşında Türkiye’nin Çanakkale direnişi, Sovyet Devriminin önünü açmıştı. Aslında Dünya Savaşıyla birlikte iki ülkenin tarihsel atakları birbiriyle paralel ilerledi. Türk ve Sovyet dostluğu ayrı bir makalenin konusu olduğu için şuna değinmekle yetinelim: Türkiye ve Sovyetler birliği arasındaki ittifakın stratejik boyutunun yanı sıra, bir de, emperyalizm karşıtlığı üzerinden örülen tarihsel birliktelik/mecburiyet boyutu da vardır.

Yunus Nâdi’nin Sovyet yetkileriyle gerçekleştirdiği görüşmede üç olgu öne çıkıyor. Birincisi, Türk Hükûmetinin ideolojik konumuna dair yaptığı değerlendirmedir: Türk Hükûmeti soldadır ve Türkiye’ye özgü bir sosyalizm deneyine girişmiştir. İkincisi, ortak düşmana karşı tavırdır: Emperyalizm temsilcileriyle "tam barış" mümkün değildir; çünkü mücadele ölüm kalım mücadelesidir. Üçüncüsü ise karşılıklı güven meselesidir: Burada da öne çıkan ittifakın stratejik olduğuna dair vurgulardır.


Aydınlık