Konuyu hatırlayın: Nedim Şener, “Ayasofya’da Fatih Sultan Mehmed’in sancağının asılı olduğu minberin karşısında namaz kılarken insan kendini İstanbul’u fetheden yeniçerilerden biri gibi hissediyor” demişti. “Muhalif” televizyonlardan biri bu olayı “Nedim Şener yeniçeri olmaya kadar geriledi” şeklinde haberleştirdi. Sonrasında, belirli bir kesimin hedefi olan Nedim Bey’e yönelik hakaret ve iftiraları ibretle izledik.

Nedim Şener kendisini savunabilecek kadar güçlü bir gazeteci, savundu da. Ayasofya tartışması da zaten kapandı. Ama benim aklım muhalif dilin bir kelimesine takıldı kaldı: Gerilemek. Yeniçeriliğe gerilemek… Fatih’in Yeniçeriliğine gerilemek…

GERİLİKİLERİLİK

Bu cümleyi kuran kişi fikri bir gerilikten ve ona doğru bir yönelimden, sözlük karşılığı ile “gericilikten” söz ediyor olmalı. Zaten, takip eden tartışmalarda da adlı adınca bunun kast edildiğini anladık.

Düşünce lügâtımızın belki de en sakat gerilimlerinden biri bu gericiilerici kavramları üzerine yükselir. Tartışılacak pek çok boyutu olmakla beraber, asıl sorun kavramın tarihsel bağlamından koparılıp sloganlaşması ile ilgilidir. Geçmişte kalan her unsurun “geri” olduğuna dair vahim bir yanılgı kendine “ilerici” sıfatını yakıştıran kimi zihinleri esir almıştır. Bu yanılgının bir sonucu olarak, mesela, İslam dini ile ilgili konuşurken “1400 yıl öncenin geriliği” gibi sakat bir cümle rahatça kurulabilir. Olmaz ya, bir zaman makinesi olsa da bu sözü edeni alıp o devire götürsek, aslında Hz. Muhammed’in tarihin gördüğü en büyük devrimci, insanlığın önünü açan gerçek bir “ilerici” olduğunu kendi gözleri ile görecektir.

İstanbul’un fethi de tarihin ve insanlığın önünü açan bir olaydır. 1453 senesi itibarı ile Bizans, Paleologos ailesi etrafında kümelenmiş ve saray entrikaları ile başları dönmüş bir asiller zümresinden ibaretti. Bütün büyük sanatçılarını ve bilginlerini çoktan Latinlere kaptırmış, donanmasını Haliç’te bile yüzdüremeyecek kadar zayıf düşmüş bir yerel ekonomi halinde idi. Avrupalılardan aldığı üç beş destekle ayakta durabilen bu geri kalmış devletin yerini Osmanlılara bırakması tüm Doğu coğrafyasının kaderini değiştirdi. İstanbul yeniden bir kültür, sanat ve ticaret başkenti haline geldi. Nitekim tarihçiler, İstanbul’un fethini sadece askeri bir başarı değil, sosyal bir zafer olarak görürler. Daha zinde, daha adil ve daha gelişmiş olan düzen, çürümüş olanı alt etmiş, onda iyi gördüğü yanları da kendi bünyesine katarak ileri doğru bir hamle yapmıştır. Dolayısı ile İstanbul’un fethi, tarihin belki de en ilerici hamlelerinden biridir. Ama siz ileriyigeriyi takvime dair bir bahis zannederseniz fethe dair olumlu her düşünceyi de gericilik zannedersiniz.

İSTANBUL’U FETHEDEN YENİÇERİ GERİ Mİ?

Yahya Kemal, fırsat buldukça surlara gider, Marmara’dan Haliç’e kadar burç burç, kule kule gezermiş. Notlarında, “İstanbul muhasarasının öyle bir sihri var ki bir defa tutulan uzun seneler kurtulamaz. Ben de bu hazzın kara sevdasına uğradım” diye yazar. Fetih üzerine yazılmış o muhteşem şiirini de bir 29 Mayıs günü yine böyle bir gezinti sırasında yazmış.

“Vur Pençei Âlî`deki şemşîr aşkına / Gülbangı âsmânı tutan pîr aşkına” dizeleri ile başlayan bu şaheserin adı ise, sıkı durun, ‘İstanbul’u fetheden yeniçeriye gazel’dir. Ruhumuzun en usta tercümanlarından biri olan Yahya Kemal, şiirini fethin mimarı olan Fatih’in şahsına değil, onun askeri olan, onun emri ile tarihe yön veren yeniçeriye yazmıştır. Çünkü yeniçeri, büyük fethin bizim ruhumuzdaki sembolüdür.

Yeniçeri ocağı, tarihteki ilk devamlı ordu birliğidir ve benzeri görülmemiş derecede gelişkin bir askeri yapıdır. Hristiyan kökenli ailelerden devşirilen yeniçeriler, sadece sıkı bir askeri eğitim değil, mesleki ve sosyal eğitim de alırlar, en modern silahları ustaca kullanırlar. Yeniçeriler Hanefi itikadına mensup olmakla beraber aynı zamanda Bektaşidir ve Hacı Bektaş Veli Hazretlerinin manevi himayesi altındadır. En büyük bayrakları olan İmamı Azam Bayrağı’nın üzerinde Fetih Suresi’nin ayetleri yer alır. Yani yeniçeri ordusu, maddi ve manevi açıdan eşsiz bir güç terkibine dayanmaktadır, bu terkip sayesinde 15. ve 16. yüzyıl boyunca dünyanın en etkili askeri gücü olmuştur.

29 Mayıs sabahı, bugünkü Edirnekapı ile Topkapı arasında bir yere denk gelen “Büyük Gedik’ten” bizzat Fatih’in kumandasında surlara dalıp yalın kılıç tarihin önünü açan on bin yiğit de işte bu yeniçerilerdir. Tüm Rumeli’ye, Anadolu’ya, Kafkasya’ya ve ta Afrika kıyılarına kadar düzenin ve dirliğin bayrağını taşıyan bu insanlara “geri” demek ancak kesif bir cehaletle mümkün olabilir.


Gaffar Yakınca

Aydınlık