Halil Özsaraç / Emekli Deniz Kurmay Albay

Denizci altyapısını hazırlamakta zorlandığı için Marmara Denizi’ni bile kontrol etmekte 150 yıllık bir uğraş veren Osmanlı Devleti, genişleyen topraklarının etrafındaki denizlere dört elle sarılmış durumdaki Venedik, Ceneviz ve Rodos Şövalyeleri’ni “Mavi Vatan”ından atmak için 200 yılı aşkın bir süre ile çok kanlı mücadeleler vermek zorunda kalacağını iyi biliyordu. Özellikle de 1453’te İpek Yolu’nun kritik merkezi İstanbul ile 1517’de de Baharat Yolu’nun ana dağıtım merkezi İskenderiye’nin atalarımızın egemenliğine girmesi, Doğu’dan Avrupa’ya akan ana deniz ticaret yolları üzerinde yaşanacak mücadelelerin tetikleyicisi olmuştur. 

Bu sert mücadeleleri, 1481 yılından itibaren Batı Akdeniz’e taşıyan, mazlumların koruyucusu Kemal Reis’in önderliğindeki 1. Nesil Türk Akıncı Reisleri, Akdeniz’in doğu yarısındaki Osmanlı(Memlûk)Venedik ticaret tekelini sağlamlaştırırken, diğer Akdeniz devletlerinin de Güney Anadolu Denizi’ni sömürme emellerini de dizginlemişlerdir. Zira, Türk kıyılarını yüzyıllardır sömüren Katolik hibrit savaşçılar (korsanlar), Türk denizcilerinin kararlılığı karşısında “Türk Mavi Vatanı”nı 300 yıllığına terk etmek zorunda kalacaklardı. Yine aynı dönemde, Akdeniz’in batı yarısındaki ticaret yolları ise, Kuzey Afrika kıyılarına yerleşen akıncı leventlerimizle Katolik denizci devletlerin çok çetin mücadelelerine sahne olacaktır.

Preveze Deniz Zaferi.

SÖMÜRGECİ AVRUPA’NIN YENİ COĞRAFYALAR BULMASI 

15. yüzyılın sonlarında Akdeniz’in ticaret yolları mücadelesinde nefessiz kalan Portekiz, Afrika’nın batı kıyılarını güneye doğru takip ederek; İspanya ise, ucu bucağı henüz bilinmeyen Atlas Okyanusu’nda batı rotasını izleyerek şanslarını denemişler ve zorluklara karşın her iki devlet de emellerine ulaşmışlardır.

70 yıllık Afrika kıyılarını dolaşma hırsı, Portekiz’in okyanus denizciliği teknolojilerinde büyük bir sıçrama yapmasını sağladığı gibi, 16. yüzyılın ilk 30 yılı içinde 12 bin deniz mili (Yaklaşık 22 bin kilometre) uzaklıktaki Hint Okyanusu sularında bir deniz imparatorluğu kurmasının yolunu da açmıştır. Portekizliler gelene kadar huzur içinde deniz ticaretini yapan Memlûk denizciliği, hem Venediklilerden hem de Osmanlılardan büyük destek almalarına karşın, okyanus savaşları için gerekli deniz teknolojilerini üretemediği için Hint Okyanusu’nun kontrolünü yitirmiştir.

BARBAROS KARDEŞLER 

1492 yılında keşfettiği Amerika kıtasında, kendisine rakipsiz bir sömürge alanı bulması nedeniyle hızla zenginleşen İspanya, 15051510 yılları arasında neredeyse tüm Sahra Üstü Afrika kıyılarını da sömürgeleştirerek gözünü “Türk Mavi Vatanı”na dikmiştir. Bu maksatla denizci altyapısını hazırlayan İspanya, karşısında Osmanlı Donanması yerine Barbaros Kardeşlerin önderliğindeki 2. Nesil Türk Akıncı Reislerini bulmuştur. Dönemin çılgın Türk denizcileri olan Barbaros Kardeşler, Cezayir’deki sömürge karşıtı yerel unsurları da örgütleyerek Batı Akdeniz’i bir hibrit savaşlar cehennemine çevirmişler ve sömürgeci Batı’nın elini kolunu bağlayarak “Türk Mavi Vatanı”nından uzak tutmuşlardır. Gördüğünüz üzere, Barbaros Kardeşler, kendi inisiyatifleriyle sömürgeciliğe savaş açan kahramanlarımızdır. Neticede Barbaroslar, “Mavi Vatan”ımızın yanına bile yaklaşamayan vahşi emperyalizmi, ana vatanımızın bin 500 deniz mili (yaklaşık iki bin 800 kilometre) uzağında ve durdurmuşlardır.

Barbaros Hayrettin Paşa'nın denizler tanrısı olarak bilinen Poseidon'un mızrağı ile resmi geçen yıl bulundu.

Emperyalizmle mücadele sırasında şehit olmadan sağ kalabilen son Barbaros kardeş Hızır Reis, diğer adıyla Barbaros Hayrettin Paşa, Kaptanı Deryalığa getirildikten sonra tüm Akdeniz’in kontrolünü ele geçirerek Osmanlı Devletine en görkemli çağını armağan etmiştir. Aynı dönemde, haritacılığıyla ün kazanan Piri Reis, edindiği en gizli coğrafya bilgilerini kullanarak derlediği dünya haritaları ile Osmanlı Devleti’ne okyanuslara çıkma ülküsünü aşılamaya gayret etmiştir. Piri Reis’e sırt çeviren Osmanlı Devleti, Barbaros Hayrettin Paşa’nın okyanuslardaki yeni ticaret yolları için mücadeleye girilmesi önerisine de kulaklarını tıkamıştır.

AKDENİZ’DEKİ HAPİSLİĞİMİZ

Venedik ve Fransa’nın (Bunların arasına sonraki yüzyılda İngiltere de katılacaktır.) Birleşmiş Avrupa’da çatlak oluşturmasından büyük yarar sağlayan Osmanlı Devleti, 1538 Preveze Deniz Zaferi’nden 1571 İnebahtı Yenilgisi’ne (Sıngın Donanma Savaşı) kadar tüm Akdeniz’de donanmasının karşısına çıkmaya cesaret edecek bir rakip bulamamıştır. Ancak, Piri Reis’in ve Barbaros’un vizyonuna sahip çıkmamak ve okyanusa çıkmaya can atan denizcilerini Akdeniz ve Kızıldeniz’de kapalı tutmak, Osmanlı Devletine çok pahalıya mal olacaktır. Zira, dünya ticaret rotaları okyanuslara kayarken Osmanlı Devleti, yine Doğu Akdeniz’e çekilmiş ve Batı Akdeniz’de ise sadece hibrit savaşlar veren akıncı Garp Ocakları’nı bırakmayı tercih etmiştir. 

Avrupalı devletlerin okyanuslarda kızışan emperyalist paylaşım mücadelesine seyirci kalıp kendisini “Mavi Vatan”ına hapseden Osmanlı Devleti, okyanuslara çıkmazsa emperyalizmin, kendisini de denizden istila etmeye çalışacağının daha henüz farkında bile değildi.

15. yüzyılın sonlarında Akdeniz’in ticaret yolları mücadelesinde nefessiz kalan Portekiz, Afrika’nın batı kıyılarını güneye doğru takip ederek; İspanya ise, ucu bucağı henüz bilinmeyen Atlas Okyanusu’nda batı rotasını izleyerek şanslarını denemişler ve emellerine ulaşmışlardır.

17. ve 18. yüzyıllarda İspanya, İngiltere, Fransa ve Hollanda okyanuslarda kıyasıya mücadele ederken, Osmanlı Devleti’nin kendisi gibi Doğu Akdeniz’den ayrılmamakta direnen Venediklilerle uzun süren “Mavi Vatan” mücadelesinde epeyce zorlandığını söylemeliyiz. Çünkü, sıçrama yapan deniz teknolojilerini çok iyi takip eden ve altyapılarını geliştiren Venedikliler karşısında Osmanlı Devleti, normalin çok üstünde şehitler vermeseydi “Adalar Denizi”ni bile kaybedebilirdi. Ayrıca, Doğu Akdeniz’e yeniden dadanan Katolik korsanların, hatta nehirlerden çıkarak Karadeniz kıyılarında etkili olmaya çalışan Kazak korsanların karşısına çıkan Osmanlı Donanması’nın bu dönemde büyük performans açıkları verdiğini de belirtmek zorundayız. 

Çünkü, Osmanlı Devletinin, denizcilerini okyanuslardan uzak tutma vizyonsuzluğunun ötesinde “Mavi Vatan”ını savunmakla görevlendireceği donanmanın komuta heyetini seçim usulü bile şaşkınlık vericiydi. Donanmanın komuta kademesi seçiminde liyakatı umursamayıp, “ölçüsüzce sadakat”e kilitlenmiş bir terfi modelinin başarılı olacağını düşünmek esasında mucizevi bir bekleyiştir. Osmanlı Sarayı’nın aşçıbaşısından müzisyenine, bahçıvanından denize hiç çıkmamış yeniçerisine kadar oldukça saraylı, ama donanmasını geliştirebilecek yeteneklerden son derece uzak görüntü sergileyen bu liyakatsiz donanma komutanları, adım adım yaklaşan felaketlerin ön habercisi gibiydiler. Beklenen ilk felaketin adı: 1770 Çeşme Yenilgisi’ydi.

YARIN DEVAM EDECEK...
Aydınlık