ORÇUN GÖKTÜRK ERCAN DOLAPÇI

Türkiye özellikle 24 Ocak 1980 ile başlayan ve Atatürk döneminde kurulan üretim ekonomisinin temellerine saldıran 40 yıllık neoliberal ekonomi modelinden kurtuluyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, kur ve faiz oyunlarına, sıcak para komisyoncularına karşı üretimi, yatırımı ve istihdamı teşvik eden “ekonomide kurtuluş savaşı” ilan etti. Ayrıca Erdoğan’ın “Çin bu modelle büyümüş” açıklaması dikkat çekti.

Aydınlık gazetesi olarak yıllarca üretim odaklı ekonominin esas iktisadi bağımsızlığı sağlayacağını yazıyoruz. Devlet öncülüğünde planlı ekonominin dünyada son yıllardaki en büyük örneği olan Çin’in kalkınma tecrübesini de okurlarımıza ve Türkiye kamuoyuna aktarmaya çalışıyoruz. Şimdi biraz daha yakından “Çin mucizesi” olarak adlandırılan kamucu ve reel üretime dayalı Çin’in ekonomik ve sosyal gelişmesine bakalım:

YOKSULLAR ÜLKESİNDEN MARS’A GİDEN ÜLKEYE

Çin’in kuruluşundan bugüne sosyal ve ekonomik alanda başardığı mucizevî kalkınma, yaklaşık 800 milyon insanı yoksulluktan kurtardı, son 10 yılda kişi başı her Çinlinin gelirini iki kat artırdı, toprağa bağlı feodal bir ülkeden bugün uzayda Ay’ın karanlık yüzüne ve Mars’a giden bir ülke yarattı. Yeni Çin kurulduğunda 35 olan ortalama yaşam süresi bugün 78 yıla dayandı. Yani Çin Komünist Partisi (ÇKP) önderliğinde halkın yaşama süresi “bir ömür” arttı! 

Çin’in kalkınmasının temelinde yatan en önemli iki temelin ilki “kamucu politikalarda ısrar”, diğeri de toplumsal gelişmenin temel gücünün “millet” olduğu gerçeğinin yeniden keşfidir.

MAO DÖNEMİNDE ATILAN TEMEL

Çin’in bu büyük başarısı Marx’ın deyişiyle “dünya tarihinin en dinamik üretim biçimi kapitalizmin” ileri unsurlarını da içererek, özellikle dışa açılma ile beraber daha da belirgin hale geldi.

Elbette sistemin temeli Çin’in büyük lideri Mao dönemi zamanında atılmıştı. Mao döneminde atılan büyük ekonomik ve sosyal adımlar özellikle enerji ve birçok hammadde açısından kendi kendine yeten bir Çin mirası bırakmıştı. Mao ile başlayan ekonomik ve sosyal kalkınma iradesi, Deng ile “Dörtlü Modernleşme” adını alarak dışa açılmaya ve bununla beraber belirgin büyüme rakamları ve yoksulluğun yüzlerce milyon ile ifade edilen azalması ile sonuçlanmaya başladı. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping (Şi Cinping), Çin’in ekonomipolitiğini şu şekilde nitelendiriyor “Çağdaş Çin ekonomi politiğini Mao kurdu, Deng geliştirdi.”(1)

ÇKP liderliği de gittikçe artan bir şekilde Çin’in temellerinin Mao döneminde atıldığı vurgusunu yapıyor. Gazetemiz yazarı Adnan Akfırat, bu tespiti ÇKP Genel Sekreteri Xi Jinping’in son kitabı “ÇKP’nin Kısa Tarihi”ni inceleyerek yapmıştı:

“Bu kitapla, Çin devleti ve Çin Komünist Partisi, kurucusu Mao Zedung’un önemini küçük gösteren, hatta bir dönem yok sayan yanlış tutumu değiştirdiğini ilan ediyor. Xi Jinping önderliğindeki Çin, Mao Zedung’un devrimci çizgisine bağlılığını bildiriyor.”(2)

HALKÇILIKTA ISRAR

Çin’de Mao’dan Xi’ye kadar yoksullukla mücadelede çığır açtı ve mutlak yoksulluğu 2020 sonunda bitirdiğini duyurarak dünyada bu alanda öncü oldu. Elbette sistemin temeli, Halkçılık programının Çin’de Çin’e özgü koşullar altında uygulanması ve ısrar edilmesidir (Bu açıdan da Atatürk önderliğine Türkiye’de uygulanan programa benzerliğini görebiliriz. Türk devriminin de Halkçılık programı, ülkemizin ilk anayasası olan 1921 Anayasası’nın temelini oluşturmuştur).

İNSAN MERKEZLİ FELSEFE

Halkçılığın esasında emekçi halkın yaşam koşullarını iyileştirmek yer alıyor. ÇKP önderliği bunu bölüşüm ilişkilerini ve bölgeler arası dengesiz büyümeyi iyileştirerek, halkın çoğunluğunun geçim kaynaklarını sağlamlaştırarak ekonomik ve sosyal kalkınmanın köklerini sağlamlaştırıyor.

Halkın temel yaşam ihtiyaçları karşılandığında ise işletmelerin kârlılığı güvence altına alınıyor, tüketim dengeleniyor ve ekonomik kalkınma teşvik ediliyor. Birbirini besleyip bütünleyen halkçı bir plan söz konusu. Ekonomik büyüme amaç olarak değil ­­­­araç olarak ele alınıyor, kalkınma felsefesinin temeli insanı merkez alarak uygulanıyor.

KONTROLLÜ KAMBİYO REJİMİ

Çin’de dışa açılmadan sonra dahi dünyanın en büyük kamu ekonomisine kumanda etmeyi sürdürdü. Ekonomiyi piyasaların insafına bırakmayan ve kontrollü kambiyo rejimi uygulayan Çin, bugün dünyanın hâlâ en çok yabancı yatırımı çeken ülkesi.

Elbette bu yabancı sermaye girişi sıkı bir kontrolden geçiriliyor. Çin’de ülkeye girip ekonomik yapıyı bozucu ve piyasaları spekülasyona açık hale getirecek yabancı sermaye kontrol ediliyor ve bu tarzda gelen yabancı sermaye için “negatif liste” oluşturuluyor. Böylece ülkeye girişi yasaklanıyor. Sadece yabancı sermaye değil, ülke dışına çıkan sermaye ve ülke içinde de döviz sıkı kontrol altında. Bu sayede de dolarizasyon önlenmiş oluyor. Çin’de en büyük 4 ticari banka devlete ait ve yine 20 en büyük şirketin de 19’u yine devlet şirketi. Bu da Çin ekonomisinin ne ölçüde kamu öncülüğünde olduğunu kanıtlar nitelikte.

EKONOMİK İSTİKRARIN TEMELİ: BEŞ YILLIK KALKINMA PLANLARI

Çin, 1953’ten bu yana beş yıllık kalkınma planları belirliyor. Çin’in beş yıllık planları, ülkenin sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi hedeflerini belirliyor. Beş Yıllık Plan, Çin hükümetinin temel yaklaşımını gösterir. Devlet kurumları, şirketler ve yerel halk hükümetleri, bu çerçeve içinde çalışmalarını geliştirirler.

Her beş yılda bir, dünyanın en büyük meclisi olan 3 bin milletvekilinin yer aldığı Çin Halk Ulusal Meclisi tarafından kabul edilerek uygulamaya konur. Plan, gelecek beş yıl içinde sürekli değerlendirme ve geliştirmeden geçirilen canlı bir belgedir. Her düzeydeki hükümet birimi, ülke planını kendi bölgesine göre düzenlemekle yükümlüdür. Her yıl, ana belgeye göre yıllık planlar yapılarak uygulanır. Bütün bu planlar yerel yöneticiler tarafından titizlikle uygulanmaya çalışılır ve merkezden de sıkı bir şekilde kontrol edilir.

95 MİLYON ÜYELİ 100 YILLIK ÇINAR: ÇKP

1921 yılında Şanghay’da 50 kişiyle kurulan ÇKP’nin bugün 95 milyon üyesi var. Dünya üzerinde bir ülkeyi yöneten en büyük partilerden olan ÇKP’nin üye yapısına baktığımızda yüzde 40’ının emekçi sınıf ve çiftçilerden, yüzde 20’den fazlasının devlet yöneticisi profesyonel kadro, geri kalanın da öğrenci, memur ve emeklilerden oluştuğunu görüyoruz. Çin’in üyelerinin çoğunluğunun emekçilerden olduğunu görmek bize ülke yönetimi hakkında da ipucu veriyor. ÇKP üyesi olmak ise hiç de kolay değil, ince elenip sık dokunuyor ve halkın en yetenekli, önder, cesur ve birikimli kadroları partiye üye olarak kabul ediliyor. Uzun bir aday üyeliği süresi var.

EMEKÇİLER, GENÇLER VE KADINLAR EN ÖNDE

Xi’nin Genel Sekreter olmasıyla partiye alınan yeni üye profilinin çok daha fazla oranda emekçi kesimlerden olduğu görülüyor: Yeni üyelerin yüzde 50’si emekçi sınıftan, yüzden 80’inden fazlası 35 yaş altı ve eğitimli. Kadınların da en önde olduğu görülüyor, ÇKP’nin 30 milyona yakın kadın üyesi var! Ayrıca 30 milyondan fazla genç üyesi ile üyelerinin üçte biri gençlerden oluşuyor. Bugün Çin’de hemen herkesin kabul ettiği bir gerçek var ki o da: ÇKP olmasaydı Yeni Çin de olmazdı!

DIŞA AÇILMA VE REFORM

Çin, Mao döneminde oluşturulan sağlam ve devletçi ekonomi temellerinin üzerine 1978’de Deng Xiaoping ile başlatılan “Dışa Açılma ve Reform” ile ekonomik anlamda rekor düzeyde büyüme, istihdam, ihracat oranlarına ulaştı.

Çin’de ekonomik sistemin eşitlikçilik karakteri kendini istikrarlı bir şekilde korumayı başardı. Deng ile verimliliği artırmak ve ekonomik büyümenin fitilini ateşlemek için bireysel ve yerel girişimlerin serbest bırakılması amaçlandı. Bütün yurttaşların ihtiyaçlarının karşılandığı ideal bir toplum yaratmak, temel hedef olarak korundu. Kapitalizmin ileri unsurlarından faydalanılırken kapitalist üretim ilişkilerinin ve Mao’nun Sovyetler deneyimini teorileştirirken vurguladığı parti içi iki çizgi mücadelesi göz önünde tutuldu. 1978 yılında dışa açılma ilan edilirken Deng Xiaoping bunu “dereyi geçerken taşları ayağımızla yoklayacağız” diyerek belirtmişti.

BAŞARILI TEKNOLOJİ TRANSFERİ

Dışa açılma ile piyasa fiyatlandırılmasına gidildi ancak hiçbir zaman inisiyatif tamamen piyasaya bırakılmadı. İlk olarak dışa açılma deneyimi Hong Kong’a yakın Guandong eyaleti ile başlatıldı. Amaç, Çinliler ile yabancı sermaye arasındaki ortak girişimlerde en önemli amaçlardan biri teknoloji transferi sağlamaktı. Bu sayede yabancı sermaye de içeri akmaya başlamış ve 1990’lar boyu kontrollü bir şekilde ivme kazanmıştır. Yabancı sermaye ile dışa açılan yerlerde (Guandong eyaleti ve Şanghay gibi şehirlerde) müthiş bir istihdam arzı yaratıldı.

KENDİ MARKALARINI YARATTI

Çin kapitalist gelişimlerini tamamlayan Batı ülkelerini ve yanı başındaki Japon modernleşmesini iyi izleyip gerekli dersleri almıştı. 1990’ların ortasından itibaren yabancı şirketlerin çoğu (General Motors, Microsoft, Motorola, IBM ve Intel başta olmak üzere 200’ü aşkın kuruluş) araştırmageliştirme faaliyetlerinin önemli ölçüde Çin pazarına kaydırmaya başlamıştı. Bu, Çinli Huawei, Lenovo, ZTE, Tencent, Baidu, BJI gibi teknoloji ağırlıklı şirketlerin gelişimine katkı sunacak gerekli altyapı eksikliklerini de kapatması ile sonuçlandı.


CUMHURİYET’İN KALKINMA HAMLESİ

Türkiye yıllar sonra üretimi keşfetti. Oysa bunu İttihatçılar ve Cumhuriyetçiler keşfetmiş ve o büyük bunalımlardan ve yüzyılların geriliğinden kurtulmuşlardı. Osmanlı İmparatorluğu da 1854 yılında ilk dış borcunu almış, zaman içinde bu sarmala dolanmış ve parçalanmasında önemli etmen olmuştu. Bunun acısını İttihatçı devrimciler çok çekti. Öyle ki, Osmanlı memur ve subayı aylarca maaşını alamıyordu. İsmet Paşa anılarında “Edirne’de genç subayken üç ay maaş alamadığımız günler olmuştu” der.

Osmanlı’nın belini kıran önemli bir durum da kapitülasyonlardı. Yani yabancılara yıllar içinde verilen ekonomik ve siyasi ayrıcalıklardı. Bunlar da İmparatorluğun ayağında ağır bir prangaydı. İttihatçılar Cihan Harbi içinde 1 Ekim 1914 tarihinde kapitülasyonları kaldırdı. Buradan sağladıkları gelirle savaş ekonomisine önemli katkı sundular. Ayrıca yüzyılların ekonomik geriliğini gidermek için kalkınma siyaseti arayışı içine girdiler. Köye gitme, köyü kalkındırma ve bunun için de şirketler, bankalar ve kooperatifler kurarak kalkınmanın finansal kurumlarını yaratmaya çalıştılar. Onların döneminde çok sayıda banka, şirket ve kooperatif kuruldu. Cihan Harbi bunu sekteye uğrattıysa da milli devlet yolunda önemli bir adım atılmış oldu.

İZMİR İKTİSAT KONGRESİ

İttihatçıların başlattığı bu kalkınma hamlesini Cumhuriyetçiler de sürdürdü. Kurtuluş Savaşı içinde halka dayanan ve onu seferber eden siyasetler uyguladılar. Dost Sovyetler Birliği’nden sağladıkları kaynakları verimli kullanarak savaşı yürüttüler. Zaferden sonra İzmir’de 17 Şubat 1923 günü 1. İktisat Kongresini toplayarak “silahla kazanılan zaferi sabanla taçlandırmak” için kararlar aldılar. Lozan Konferansında da en çok cebelleştikleri konular, Osmanlı’nın dış borçları ve kapitülasyonlardı! Atatürk bir karış fazla topraktan ziyade ayağımızı bağlayan ağır ekonomik ve siyasi anlaşmalardan kurtulmak istiyordu. Çünkü ona göre asıl bağımsızlık ancak ekonomik bağımsızlıkla elde edilebilir ve kanla kazanılan zafer iktisatla taçlandırılırdı.

Onlar da daha ilk günden kolları sıvayarak kalkınmanın araçlarını ve siyasetini yaratmaya çalıştılar. 19231930 arasında savaşın ağır yaralarını sarmak, köylünün elini ayağını bağlayan Aşar Vergisini kaldırmak, dış borçları uygun taksitlere bölerek sıkıntı yaratmasını önlemek, yabancıların elinde bulunan demiryollarını, fabrikaları, işletmeleri devletleştirmeye çalışmakla uğraştılar. 19301939 arasında ise Planlı Kalkınma Hamlesi’ni başlattılar. Buna da 1929 ağır ekonomik bunalımı itici güç oldu.

ABD’de başlayan ağır ekonomik kriz Avrupa’yı ve oradan da bütün dünyayı sardı. İflasları, işsizliği ve üretimsizliği getirdi. Avrupa’nın içinde bulunduğu bu duruma rağmen Türkiye bu süreçte “Devletçiliği ve Planla Kalkınmayı” keşfederek bu alanda büyük hamleler yaptı. 192432 arasında İş Bankasını kuran ve yöneten başarılı iktisatçı Celal Bayar buradaki tecrübesini 10 Kasım 1932 tarihinde İktisat Bakanı yapılarak bir üst düzeye taşıdı. Bugünlerde Başbakan İsmet Paşa da komşumuz Sovyetler Birliğine gitmiş ve oradaki gelişmeleri yerinde görmüştü. Oradaki planlı kalkınmayı ve yatırımlarını görerek hayran kalmıştı. 1929 sonrası Sovyetler Birliği de planlı ekonomiye ve sanayi hamlesine başlamıştı.

25 Nisan10 Mayıs 1932 tarihleri arasında yapılan gezide Türkiye’nin de planla kalkınması için gerekli teknik desteğin verilmesi kararlaştırıldı. Gezinin ardından bir grup Sovyet uzman Ankara’ya gelerek inceleme yaptı ve kalkınma planı için kolları sıvadı. 1933 yılında Birinci Sanayi Kalkınma Planı hazırlandı. 1934 yılından itibaren de uygulanmaya başlandı. 5 yıllık plan içinde Sovyetler Birliği’nin sağlayacağı mali ve teknik yardımla önemli hamleler yapılmaya çalışıldı. Buna en tipik örnek, Nazilli ve Kayseri Dokuma Sanayi Fabrikalarının kurulmasıydı. Buna benzer başka fabrikalar da kuruldu. Sovyetler Birliği 20 yıl vadeli, faizsiz ve tarım ürünleriyle ödenmesi karşılığında 8 milyon dolar kredi desteği verdi. Bir de Sovyet lideri Stalin, İsmet Paşa’ya “Sanayileşin. Sanayileşmezseniz sizi yaşatmazlar” dost uyarısında bulundu. Türkiye de öyle yaptı.

CUMHURİYET DÖNEMİNDE NELER BAŞARILDI?

Türkiye Atatürk döneminde ortalama yüzde 7,4 büyüdü. 19231938 arasında milli gelir, 15 yılda 2,9 katına ulaştı. Sanayi hamlesi sonrası ihracatımız ithalatımızdan fazla vermeye başladı: 1929 yılında dış ticaret açığı 101 milyon olarak gerçekleşmişti. Buna karşılık 1930 yılı ihracatı 151.454.371, ithalatı 147.553.703; 1931 yılı ihracatı 126.939.239, ithalatı 126.382.085 milyondu. Yine aynı yıllar itibarıyla İstanbul Ticaret Odası'nca yayınlanan hayat pahalılığı istatistikleri fiyatlardaki düşüşü yansıtmaktadır. 1934 yılından sonra ihracat ithalattan dikkat çekici şekilde öndeydi.

Atatürk 19191931 yılları arasında ülkemizi enflasyonsuz yönetmiştir. Atatürk 1931 yılında Merkez Bankasını kurarak finans alanında önemli bir hamle yapmıştır. Para politikalarını devletin eliyle sıkı bir şekilde yönetmiştir. Finans oyunlarına izin vermemiştir. Örneğin 1936 yılında kamu kesimine verilen krediler 27 milyon iken, özel sektöre açılan krediler 15,3 milyon liradır. 1937’de ise bu miktarlar, kamu kesimine 2,5 milyon, özel kesime 15,2 milyon olarak gerçekleşmiş; 1938’de 88 milyon kamu kesimine, 17.1 milyon ise özel kesime olmak üzere büyümüştür. 193338 arasında GSMH yıllık ortalama % 8.8 artmıştır. Türkiye’nin 1927 yılında nüfusu 13,6 milyon idi. 1925 yılında Aşar Vergisi kaldırıldı. 1924 yılında köylünün 40 milyon olan vergi yükü 1929'da 19 milyona gerilemişti. Aynı yıl bedeli 20 yılda ödenmek üzere topraksız çiftçi ailelerine toprak dağıtıldı. Atatürk her çiftçi ailesinin işleyebileceği kadar toprağa sahip olmasını bir zorunluluk olarak görmüştür.

Atatürk dönemindeki on beş yılda ortalama yüzde 46 reel büyüme hızı enflasyonsuz şekilde gerçekleştirilmiş, sanayileşmede yıllık ortalama büyüme hızı yüzde 9,6’ya ulaşmıştır. Devletçilik modelinin başarısı daha sonra özel sektörün doğmasında itici güç olmuştur.

O dönem şunlara sahip olduk: Devlet Demir Yolu (DDY) öncülüğünde yapılan 3 bin km demiryolu, limanlar, Şeker Fabrikaları (192630), Bakırköy Bez Fabrikası, Keçiborlu Kükürt Fabrikası 1934, Kayseri Bez Fabrikası, Paşabahçe Cam Fabrikası, Zonguldak Türk Antrasit Fabrikası 1935, İzmit Kağıt Fabrikası, Çubuk Barajı 1936, Nazilli Basma Fabrikası, Kayseri Sümerbank Dokuma Fabrikası, Ereğli Demir Çelik Fabrikası 1937, Gemlik Suni İplik Fabrikası, Bursa Merinos Fabrikası ve Divriği Demir Madeni İşletmesi 1938. Diğer kurum ve işletmeler: Tekel, PTT, THY, Şeker Fabrikaları Genel Müdürlüğü, MTA, EİEİ, DDY, Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü, TMO, Etibank, Sümerbank, İş Bankası... O yıllarda yurt dışına uçak yapıp sattığımızı da hatırlatırsak yapılanlar daha iyi anlaşılır.

DİPNOTLAR

 (1) Çağdaş Çin Marksist ekonomi politiğini sürekli geliştiriyor, Xi Jinping, Teori Dergisi, Eylül 2020, s.33

(2) Adnan Akfırat, ÇKP, 100. yılında Mao’nun çizgisine bağlılığını bildirdi, 21 Mayıs 2021, Aydınlık­­