Dilimizin ustaları, genç kuşağın temsilcileri ve akademisyenler son günlere damga vuran tartışmayı Aydınlık için değerlendirdi.

ERSOY İRŞİ

Son günlerde bin yıllık edebiyatımızın ismine dair yeni görüşler gündeme geldi. 

Türk edebiyatı adlandırmasının çoğulculuğu reddettiği, yazarların etnik kimliklerini yansıtmadığı ve edebiyatın ulus kavramından ayrı değerlendirilebileceği için "Türkçe edebiyat" denilmesi gerektiği öne sürüldü.

Belirli zamanlarda çeşitli iddialarla sürekli ortaya atılan bu görüşler, "edebiyatımızın isminin belirlenmesinin dayanakları nelerdir"; "yazarların etnisitesi veya çeşitli aidiyetleri edebiyatın ismini belirlemekte temel olarak alınabilir mi"; "dilin, onu var eden tarih ve kültürle bağı nasıl adlandırılır"; "edebiyatın ismi okura ve yazara göre değişir mi"; "edebiyatın ulusla anılması şovenizm midir"; "dil, ulustan ayrı olarak ele alınabilir mi" gibi soruları da yanında getiriyor. 

Peki dilimizin ustalarından, genç kuşağın önemli temsilcilerine ve akademisyenlere dek kültür dünyamız bu görüşlere ne diyor? Türk edebiyatı mı Türkçe edebiyat mı? Neden?

Füruzan: Dünyadaki edebiyat tasnifleri İngiliz edebiyatı, Rus edebiyatı, Fransız edebiyatı Macar edebiyatı, Türk edebiyatı diye düzenlenir. Macarca, Türkçe edebiyat falan diye bir şey yok. Bunun için uğraşmak müthiş bir ayrıştırma getirir.

APOLLİNAİRE'YE MELEZ EDEBİYAT MI DİYECEĞİZ?

Ataol Behramoğlu: Fransa'dakinin Fransız edebiyatı olması gibi Türkiye'deki edebiyatın ismi de Türk edebiyatıdır. Yazarların etnik kimliğine göre edebiyatı belirlemek kadar saçma bir şey olmaz. Akıl dışı bir yaklaşımdır bu. Bakın mesela Fransız şiirinin kurucularından Apollinaire'nin babası İtalyan annesi Polonyalı. Şimdi ona ne diyeceğiz melez edebiyat mı? Yazılan dil edebiyatı belirler. Bunu bir tartışma konusu dahi yapmaya gerek yok. Çeşitli ülkelerde Türkçe yazılmış edebiyatın toplamına belki Türkçe edebiyat diyebiliriz ama Türkiye'deki edebiyatın adı Türk edebiyatıdır. 

'HER SANAT ÜRÜNÜ O DİLİN SİMGELEDİĞİ KİMLİĞİN ÜRÜNÜDÜR'

Hidayet Karakuş: Bunu tartışmayı gereksiz buluyorum. Yerleşik kavramları tartışmayı, kültürel boyutta bir ayrımcılık peşinde olmak, diye algılıyorum. Dikkat ederseniz bu kavramları tartışmaya çalışanlar Cumhuriyet’i de tartışmaya açanlardır. İkinci, üçüncü… numaracı cumhuriyetçilerdir. Akıllarınca farklılık yaratma derdindedirler.

Her dilde yazılan edebiyata saygı duyuyorum. Kürtçe yazılmış bir roman Kürt edebiyatının romanıdır. Bir Türk de yazsa Kürt edebiyatının romanıdır. Bir Kürt arkadaş, Türkçe yazdığı zaman etnik kimliğiyle mi bakacağız romanına? Bir dilin kapsadığı büyük kültürel, yaşamsal birikimi taşıyan her sanat ürünü o dilin simgelediği kimliğin ürünüdür.

Türk edebiyatı, Türk şiiri, Türk romanı vardır. Türkçe roman, Türkçe edebiyat, Türkçe şiir… gibi kavramlar yabancılar için geçerlidir. Türkiye’de Türkçe edebiyat demek saçmalıktan başka bir şey değildir.

12 Eylül 1980 darbesinden sonra özellikle sömürgeci güçlerinemperyalizmin dilimizdeki kavramları ters yüz ettiğini, bilincimizde yer alan kimi kavramları kendine göre dilimize sokuşturduğunu biliyoruz. Bugün ne yazık ki bilinçli bilinçsiz pek çok okumuş, bu kavramları düşünmeden kullanıyor. Örneğin, Sivil Toplum Kuruluşları sözü emperyalizmin sözüdür. Demokratik Kitle örgütleri kavramının yerine oturtulmuştur. Çünkü sivilleşme savıyla yeni bir anlayış getirmek istediler; Kemalist orduyla baş edemeyince sözde toplumu ordunun vesayetinden kurtarmak için tarikatları, cemaatleri, vakıfları … sivil toplum örgütü kabul edip onların varlıklarını toplum gözünde ‘yasal’laştırdılar. Oysa Demokratik Kitle Örgütleri denince sendikalar, dernekler, odalar, barolar… geliyordu insanın aklına. Buralarda demokratik seçimler yapılıyor çünkü buralarda ülkenin sorunları tartışılıyor. Bundan korktular. Bugün ülkemizin başına bela olan tarikatlar emperyalizmin bu sinsi çabasıyla palazlandı, devlete egemen oldular. Sözde demokrasinin gereğiymiş gibi hepsi devlet katında değerli kılındı. Tarikatlarda soru sorma, araştırma, eleştiri, oy kullanma var mı? Konuya geniş açıdan bakılmalı. Bir dilin yerleşik kavramlarıyla oynanması gerçekte bir kültürün yıkılması demektir. Bizim çok bilmiş ‘aydınlarımız’ da yeni kavramları kullanınca yeni olacaklarını, daha ilerici olacaklarını sandılar, sanıyorlar. Gerçekte emperyalizmin değirmenine su taşıdıklarını hiç düşünmediler. Hoş bazıları belki de biliyorlardı! Zaten içlerinde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna inanmayan, Kurtuluş Savaşı’nın verilmediğini savunan sözde solcular, sosyalistler de var bildiğimiz gibi.

Son sözüm: Türk Edebiyatı doğru bir kavramdır. Türkçe edebiyat yanlıştır, derinindeki amacı gizleyen bir çarpıtmadır.

'TÜRKÇE EDEBİYAT DEMEK AYRIMCILIĞA NEDEN OLUR'

Feyza Hepçilingirler: Türk edebiyatı dediğimizde edebiyatın kaynağı, aracı, anlamı hepsi dil olduğu için Türkçe'yi kastediyoruz. Dolasıyla ayrıca Türkçe edebiyat demek ayrımcılığa neden olur. Bu söylemi sakıncalı buluyorum. Yazarın etnik kökeninin edebiyat isminde bir etkisi olmamalı. Edebiyatta esas olan dildir. Etnik köken, milliyet ne olursa olsun yazdığın dil o eserin hangi edebiyata gireceğini belirler. Türkçe yazan Türk edebiyatının içindedir. Mesela Türk olup da başka dilde yazarsanız da Türk edebiyatına değil yazdığın dilin edebiyatı içinde olursunuz. Ölçü sadece dildir, milliyet ya da ırk değil. 

'KAVRAM KİMSENİN DEĞİŞTİRMEYİ DÜŞÜNEMEYECEĞİ KADAR BÜYÜK'

Faruk Duman: "Türkçe edebiyat zaten bir dil yanlışı. Türk Edebiyatı çok büyük, bin yıllık bir edebiyat, Türk dilinin bir yaratısı. Yani kavram kimsenin değiştirmeyi düşünemeyeceği kadar büyük. Burada yapılacak tek şey iyi eserler yazıp Türk edebiyatına dahil olabilmeye çalışmaktır. "

MİLLİ EDEBIYATIN GERÇEKLİĞİ İNKAR EDİLEMEZ

Hüseyin Haydar: Valla yapmak istersen ikisi de olur. Niyetinize bağlı. Elbette Türkçe edebiyat diyen kişiye, sen böyle diyemezsin, demiyoruz. Ama böyle tanımlamakla Türk Edebiyatı kast ediliyorsa, orada dur deriz. Çünkü öznel tavırla yapılan bu iş, hiçbir zaman Türk edebiyatını içine alamaz, başka bir şey olur.

Fakat siz keyfinize göre Türk edebiyatını Türk Edebiyatı yapan yüzlerce yazarı, şairi toplayıp içine Kürtçe (Kırmanca, Soranice, Zazaca vb.) yazan beş on şahsiyeti karıştırıp bunun adına Türkçe edebiyat derseniz olur, ama vallahi komik olur. Elbette komiklikten öteye, eleştirmenler sizi, Türk Edebiyatı kavramını yamultup kamuyu yanıltmaktan yargılarlar.

Hangi gerekçeyle olursa olsun Namık Kemal’i, Tevfik Fikret’i, Yahya Kemal’i, Nazım Hikmet’i, Cahit Külebi’yi, Yaşar Kemal’i, Sabahattin Ali’yi, Sait Faik’i, Enver Gökçe’yi, Ahmet Arif’i içine beş on Kürt kökenli yazar karıştıracağım diye “Türkçe Edebiyat” kavramıyla “yalınkat” bir araya getirme işine girişmek doğru olmaz. Böyle bir iddianız olabilir, “Türkçe Edebiyat”ı savunan yazılar yazabilirsiniz, ama bir antoloji yapamazsınız. Diyelim bir “Türkçe Şiir” antolojisi gibi bir şey düzenleyip oraya Özdemir İnce’yi alırsanız sizi mahkemeye verir. Ben de veririm. Nazım Hikmet’in, Mehmet Akif’in vârisleri de sizi engeller. Büyük Türk kültürünün Türk edebiyatının var ettiği bu yüzlerce seçkin yazarlarımızı bir araya getiren ortak yanların Türk dili, Türk kültürü, Türk tarihi ve Türk milleti kavramındaki derinlikte kendini bulan tasada sevinçte, toplumsal mücadelede bir arada olmaksa bunun adı Türk Edebiyatıdır. Kendini bu tanımın dışında bulan, eğer Türkçe yazmak zorundaysa o kişiler yaptıkları işi “Türkçe yazan Kürt edebiyatçılar” diye adlandırabilirler. Buna bir engel yok. Dünya edebiyatında da bu böyledir. İngiliz edebiyatıdır İngilizce edebiyat değil, Rus edebiyatıdır Rusça edebiyat değil, İran edebiyatıdır Farsça edebiyat değil, Fransız edebiyatıdır Fransızca edebiyat değil, Çin edebiyatıdır Çince edebiyat değil. Bu saydığım milletlerin hepsinde de bizde olduğu gibi milletle bütünleşmiş sayısız etnik gruplar söz konusudur. Ama hiçbirinin varlığı Milli Edebiyatın gerçekliğini inkar edemez, etmeye de kalkamaz.

'BİRBİRİNİN YERİNE İKAME EDİLEBİLECEK KAVRAMLAR DEĞİL'

Suat Duman: Bir şekilde sosyal medyada ve platformlarda fikrini beyan edenleri bir yana koyup, tartışmayı ilerleten yazılara bakınca konunun edebiyatla ilgili olmadığı görülüyor. Bir paket var, “Türkçe edebiyat” da o paketin içinde. Paketin sahipleri “Türk Edebiyatı” denmesini ırkçı ve faşist buluyor. Bu nitelemeden sonra tartışmanın bütün ekseni Cumhuriyet’in ‘baskı ve zulüm politikalarına’ gelip dayanıyor. Buradan bakınca ‘Türkçe Edebiyat’ ifadesinin de birleştirici olamayacağını, tersine mikro bir ayrışmayı körüklediğini, Cumhuriyet’ten bütün bütüne kopmayı arzulayan mikro milliyetçi bir çağrıya dönüştüğünü düşünüyorum. Bunun dışında bir anlamı var mı emin değilim.

Burada retorik bir itiraz yok, politik bir itiraz var. Türkçe Edebiyat bozuk bir ifade zaten ama işin bu kısmını kimsenin umursadığını sanmıyorum. Türkçe yazmak kimseyi Türk yapmaz. Türk Edebiyatı, Türklerin yaptığı edebiyat anlamına gelmez. Bu nedenle bu etnik kaygıları yersiz buluyorum.

İşler şöyle yürümüyor, yazarlar önlerine bir liste açıp, dillerden dil beğenip yazmaya koyulmuyorlar bu da yapılabilir ama sanırım adlandırma sorunu yaşadığımız böyle bir edebiyat değil. Edebiyat, dili kelimeleri de içeren bir evren.

Yüzyıllar boyunca biriken, doğayla, toprakla, zamanla karışmış, dönüşmüş, kuşaklar boyunca zenginleşmiş bir evren. Bu evrenin içinde örneğin Türk Dil Kurumu kurması sebebiyle Mustafa Kemal ve diğer devrimcilere “bizim dil fakirleşmedi, Allah bin razı olsun o adamlardan” diyen Yaşar Kemal var; “Yunus ki sütdişleriyle Türkçenin/ Ne güzel biçmişti gök ekinini,” diyen Cemal Süreya da. O Cemal Süreya 25 yıl boyunca Türk Dil Kurum’u üyesidir anımsatmak isterim.

Amerikan Edebiyatı denince ben İngilizce yazılan edebiyatı anlamam, Fransız Edebiyatı denince Fransızların yaptığı edebiyatı anlamam. Amerikan Edebiyatı da Fransız Edebiyatı da büyük, tarihi, coğrafi kodlara sahip.

Öyle kâğıt üstünde yalapşap oluşturulmuş bir kültür yok artlarında, dil o asırların, o toprağın göğüne suyuna, o insanların göğsüne ruhuna işlemiş hikayelerin hem meyvesi hem aracı.

Diller masa başında oluşturulmaz. Asırlık ağaçlardan toplanır. O nedenle Türk Edebiyatı ve Türkçe Edebiyat birbirinin yerine ikame edilebilecek kavramlar değil. Günün birinde hasbelkader Türkçe yazmış biri ortaya çıkardığı eser için ‘Türkçe Edebiyat’ diyebilir elbette ama Türk Edebiyatı denince benim anladığım şey dilden önce kültürle kurulan organik bağdır.

O bağ baskıyla zulümle yapay ve zoraki bir şekilde oluşmadığı gibi, baskıyla zulümle insandan koparılamaz da. Sonuç itibariyle isteyen istediği kavramı kullanabilir ama ben Türk edebiyatı demeyi doğru buluyorum.

'MEGA SOLCULAR' MARX VE ENGELS'İ TÜRK DEDİ DİYE ŞOVENİZMLE SUÇLAMIŞLAR'

Ali Kandaz: Meseleyi daha iyi anlayabilmek için şu gerçeği hatırlamamız lazım; “toplumun sinir uçlarına dokunma stratejisi.” Nedir bu?

Ülkede siyasi iktidarın da, on sekiz yılda zaman zaman başvurduğu bir toplumsal deneydir. Çeşitli kanaat önderleri ile bir demeç atılır ortaya, bir söz söylenir ve bunun toplumda nasıl bir yankı uyandırdığına bakılır. Nabız ölçme politikasıdır bu. 

Bugün Türklük kavramının da içini boşaltmaya çalışan güruh bunu yapmakta. Lakin bu mesele salt edebiyatın meselesi değildir hatta doğrudan siyasal bir zemini vardır. Bu çerçeveyi belirlememiz gerekir. Aynı söylemlerin Türk sineması, Türk tiyatrosu için de yapılmaya çalışıldığını unutmamak lâzım. Üretilen eser hangi dilde ise; o dilin edebiyatına, sinemasına, tiyatrosuna mensup olursunuz.

Arşivleri karıştırıp, hafızamızı tazelediğimizde, bu meseleye dair polemiklerin 1970’li yıllarda da yapıldığını görmekteyiz.

1974 yılının Ağustos Eylül Ekim aylarında Cumhuriyet gazetesi arşivlerine göz atarsanız, Nadir Nadi'nin "Kimdir Bunlar", "Türk ve Türkiyeli" "Bunlar da İlerici Ha!" başlıklı yazılarından meseleyi daha iyi anlayabiliriz.

Var olan bir realiteyi temeli zayıf argümanlarla yıkmaya çalışmak beyhude bir çabadır. Nitekim Türk şiiri, Türk edebiyatı; realitenin kendisidir. Ortaya konmak istenen kanon, kapitalist anlamda evrimini tamamlamamış, çok kültürlü, çok uluslu, çok dinli ülkelerle ilgilidir. Emperyal ülkelerin, hedefe koyduğu bu ülkeleri etnik bölücülük için, o ülkede yaşayan tetikçilerine yaptırdığı bir yağma çalışmasıdır.

Duayen yönetmen Metin Erksan'ın 1999 yılında kaleme aldığı konuyla ilgili yazısının son bölümüyle bitirmek isterim; "....Daha önce de yazmıştım, K. Marx ve F. Engels çokuluslu Osmanlı Devleti'ne ilişkin yazılarında, Türkiye ve Türkiyeli sözcüklerini ve deyimlerini kullanmazlar. Sürekli olarak ''Türk'' sözcüğünü ve deyimini kullanırlar. K. Marx'ın ve F. Engels'in ''Ulus'' adını tanımlayan deyimleri kullanmalarından ötürü, ''mega solcular'' bu iki büyük düşünürü ''şovenizm'' le suçlamışlardır.

''Türk'' sözcüğüne karşı düşmanlığı, yabancı devlet parası ile ''Türkiye Cumhuriyeti Devleti'' karşıtı "etnik ayrımcılık" yapanlar oluşturmuştur."

'BU BİR TERCİH DOĞRUSU BUDUR İDDİASI DEĞİL'

Hakan Bıçakcı: Türkçe edebiyat mı Türk edebiyatı mı? Bu tartışmanın sinema versiyonu da var: Türk sineması mı, Türkiye sineması mı? Bana kalırsa bu doğrudur, şu yanlıştır denecek bir durum yok ortada. Dilimizde bunun bir standardı yok çünkü. Mesela Brezilya, Portekiz, İran sineması diyoruz, sonra Fransız, İngiliz, Japon filmi diyoruz. Bazı ifadeler kalıplaşıyor ve sorgulanmaz oluyor. Dolayısıyla Türk sineması da Türkiye sineması da doğru. Ben ekstradan bir ulusal kimlik vurgusuna gerek görmediğim için “Türkiye sineması”nı tercih ediyorum. Daha çoğulcu geliyor kulağıma.

Edebiyat tartışmasında konu biraz daha farklılaşıyor. Almanca edebiyat denince mesela bu Almanya, Avusturya, İsviçre’de yazılan eserleri kapsıyor. Dolayısıyla bunu bir Almana sorsanız konu farklılaşır. Ancak Türkçenin böyle bir durumu yok. “Türkçe edebiyat” dendiğinde kast edilenin bu toprakların edebiyatı olduğu ortada. Bu nedenle burada da benim tercihim “Türkçe edebiyat”tan yana. Bu bir tercih belirttiğim gibi, doğrusu budur iddiası değil.