Türkler ve Araplar tarih boyunca hem aynı devlet çatısı altında hem de bağımsız devletler halinde iken dost olarak ilişkiler kurdular.

Türk Devrimi ve Arap Dünyası
Volkan Taşdemir

“Biz Batı emperyalistlerine karşı yalnız kurtuluş ve bağımsızlığımızı muhafaza etmekle yetinmiyoruz. Aynı zamanda Batı emperyalistlerinin kuvvetleri ve malum olan her vasıtaları ile Türk milletini emperyalizme vasıta yapmak istemelerine de mani oluyoruz. Bu suretle bütün insanlığa hizmet ettiğimize kaniyiz.”1

Bilgi kirliliklerinin, sosyal medya paylaşımları ile hayatlarını idame ettirenlerin epey fazla olduğu bir dönemden geçiyoruz. Son yıllarda özellikle artarak ilerleyen bir bilgi kirliliği ile karşı karşıyayız. Araplar ile Türklerin hiç dost olmadığı, birbirlerine karşı yıllarca kılıç çektikleri ve “Arap ile dost olunmaz, Araplar düşmanımızdır” anlayışı ile karşı karşıyayız. Belirli merkezlerin sürekli olarak yaydığı Arap düşmanlığında karşımıza en çok çıkan “Araplar bizi sırtımızdan vurdu!” argümanıdır. İnceleyelim, TürkArap karşıtlığının en çok dayandırılmaya çalışıldığı alan Birinci Dünya Savaşı anıları ve Atatürk üzerinedir.

Bu konunun tartışılması oldukça önemlidir. Çünkü bölgemiz neredeyse 100 yıldır emperyalizmin saldırısı ve planları altında. Türkiye ve Arap coğrafyası emperyalizmin planları doğrultusunda bölünmek, parçalanmak ve sömürülmek tehlikesi altında bulunuyorken, Türkler ve Araplar dost mu olacak düşman mı olacak? Bu soruya verilecek cevap geleceği tayin edecektir.

TürkArap karşıtlığının esas dayandırıldığı noktanın Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele Atatürk üzerine kurulmaya çalışılması anlamlıdır. Emperyalizm buradan gedik açmaya ve bizleri buna inandırmaya çalışmaktadır. Burada can alıcı soru önümüze gelmektedir. Gerçek nedir?

Osmanlı İmparatorluğu ve Arap Dünyası

30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi, Osmanlı Devleti için I. Dünya Savaşı’nı sonlandıran antlaşmaydı diyebiliriz. Bu antlaşmayla birlikte Anadolu ve Doğu Trakya topraklarının İtilaf devletlerince işgali başladı. Osmanlı Devleti’nin bugün Ortadoğu denilen toprakları (Suriye, Irak, Lübnan ve Arabistan) savaş yıllarında işgal edilmişti. Tabii bu sürece gelmeden önce Arap coğrafyasında birtakım hareketlenmeler ve gelişmeler vardı.

Osmanlı İmparatorluğu tarihimizde çok uluslu yapıyı bir arada tutmasıyla yani büyük imparatorluk kültürüyle önemli mirastır. Bu bir arada yaşama kültürünü 18.yüzyıla kadar taşımak çok olumlu bir başarı diyebiliriz. Bu kültür bir süre daha devam ettirilmeye çalışılmıştır. Fakat dünya artık eski dünya değildir. Dünya milletleşme çağına girmiş bulunmaktadır ve tarihin akışı artık bu yöne doğru kaymaya başlamıştır. Burada şu fikir ortaya atılabilir. Dış destekli ayrılıkçılık fikrini bu durumda kenara mı atacağız? Tabii bunu kenara atmak zordur fakat ortaya çıkan durum bir sonuçtur ve bir sürecin doğurmasıdır. İç ve dış çelişkiler birbirini beslemişlerdir.

18. yüzyılın ortalarından itibaren ülkemiz bu gerçekle yüz yüze kalmıştır. Fakat bu gerçekle yüzleşme süreci daha ileri bir vakti bulmuş ve son olanaklarının tükenmesine kadar beklenmiştir. Dikkat edelim Kurtuluş Savaşı yıllarında dahi bu gerçeğe yüz çevirip hala imparatorluk geleneğini devam ettirmek isteyenlerin sayısı hiç de az değildir.

Birinci Dünya Savaşı sonrası Araplar içinde iki eğilim öne çıkar. Bunlardan ilki, Osmanlı Devleti’nden direkt koptuğu takdirde Avrupalıların kölesi olacaklarını düşündükleri için bu kopuşta bağımsızlıktan yana olanlar. Bu fikrin önemli temsilcilerinden “Osmanlı Federalist Araplar Grubu” içinde yer alan Abdullah 1909 yılında şöyle söylemektedir, “Arap ülkesi çok bölünmüştür. İbni Haldun’un dediği gibi, bu kütlede herhangi bir fikri gerçekleştirebilmek için bir peygamberin mucizeleri gereklidir… Kurtarıcı olan Türklere sempati duymalıyız. MüslümanHıristiyan birlikte meşruti hükümeti güçlendirmeliyiz.”2

Bununla birlikte ikinci grup ise direkt teslimiyetçidir. Bunların kimi İngilizlerle kimi Fransızlarla ayrılmak konusunda ittifak yapmaktadırlar. Bu grup da örgütlü durumdadır. Örneğin, Beyrut’ta El Mukattan isimli yayın çıkartırlar.3

Ancak sömürgecilerin kışkırtması dışında Araplar kendi özgüllükleri içinde milliyetçiliğe yönelmişlerdir. Örneğin, Orhan Koloğlu, 20. yüzyılın başında yani 1910’lu yıllarda Suriye’de üç akımın varlığının bilindiğini vurgulamaktadır: “Suriye Suriyelilerindir; Önce Arap sonra Osmanlı’yız; Önce Osmanlı sonra Arap’ız.” Bu durumların yaşandığı ortamda İttihat ve Terakki’nin genel yaklaşımı imparatorluğu sürdürmek üzerinedir. Fakat Arap coğrafyasında ayrılık fikirlerinin artık keskin bir şekilde yükselmesi sonrası bu fikirler kenara bırakılır ve Türkçülüğe yöneliş artar. Nitekim Wilson ilkeleri sonrası "Arap vilayetleri sorununun Hilafet ve saltanata bağları saklı kalmak koşuluyla bir özerklik tanınması yoluyla çözümleneceği" fikri kabul edilir.

1915 yılında Kanal Harekâtı, Araplar ile Osmanlı’nın ilişkilerinin koptuğu son kavşaktır diyebiliriz. Tabii bu harekat keyfi değildir, zorunluluk sonucu olmuştur. Daha sonra ise örneğin, İzzet Paşa Hükûmeti, Arapları kazanmaya çalışan ve uzlaşan bir siyasî çizgi izlemiş, Araplara imparatorluk içinde özerk haklar tanımış, bu dostluk ilişkileri bakımından kısa süreli bir rahatlama getirse de İmparatorluğun sonu ortamında sonuçsuz kalmıştır.

Bu gelişmelerin devamında Kemalist Devrimin önderleri Misakı Milli sınırları etrafında varlığını sürdüren bir Türk devleti fikriyle hareket ederler. Bununla birlikte Arap dünyasına ise bakış, Suriye ve Irak’ta bulunan emperyalizm karşıtı olan milliyetçiler ile ittifak yapmak üzerine siyasetlerin gelişmesidir.

Kemalist Devrim ve Arap Dünyası

17 Şubat 1920’de ilan edilen Misakı Millî’nin birinci maddesinde, Arap vilayetleriyle ilgili olarak, “düşman ordularının işgali altında kısımlarının mukadderatı ahalinin serbestçe beyan edecekleri reye göre tayin edilmek lazım geleceğinden…”4 denerek Arapların bağımsızlık hassasiyeti gözetilmiştir.

Mustafa Kemal’in Arap halklarına karşı yaklaşımı çok önemli dersler içermektedir. Bugün de sürekli vurgulanan “Araplar 1. Dünya Savaşı’nda ve sonrasında Osmanlı’ya ihanet etti” tepkisi içerisinde Atatürk cesaretle Arap halklarının bağımsız bir devlet kurma fikrini belirtmiş ve Arap halklarına güvendiğini dile getirmiştir. Atatürk’ün bu yaklaşımı Kurtuluş Savaşı öncelerine, 1905’li yıllara dayanır. 1923 yılında bir Amerikalı gazeteciye verdiği röportajında ise şöyle demektedir:

“Bir gün, Cihan Harbi’nden sonra Ortadoğu’da kurulan suni devletlerin halkları ayaklanacaktır. O gün geldiğinde, yeni kurduğumuz Cumhuriyetimizin yöneticileri, bu halkların değil emperyalist güçlerin yanında yer alırsa aynı akıbete kendileri uğrayacaktır ve Kurtuluş Savaşı’nda yedi düvele haddini bildiren Türk halkı onların da hakkından gelecektir…”5

Millî devrimimizi gerçekleştirebilmek ve ayakta tutup yaşatabilmek için emperyalizme karşı savaşıyorduk. Emperyalizmin saldırısı sadece Türkiye’yi değil, bütün mazlumlar dünyasını içine alıyordu. Büyük önderimiz Atatürk, bu konudaki fikirlerini şöyle dile getiriyor:

“İstila fikriyle açılmış olan Cihan Harbinin galipleri barış şartlarıyla ana topraklarımızı, bağımsızlık ve hürriyetimizi elimizden almaya ve milletimizi esir derekesine indirmeye kalkıştılar. Rumeli’de ve Anadolu’da bizim yaptığımız, bu gaddarca tecavüze bir tepkidir ve nefsimizi müdafaadır. Millî sınırlarımız içinde hür ve bağımsız yaşamak istiyorduk. Bu meşru emelimizi elde etmek için uğraşıyorduk. Bu kutsal mücadelede milletimiz, İslam’ın kurtuluşuna, dünya mazlumlarının refahının artmasına hizmet etmekle iftihar etmektedir.”6

“Türkiye’nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı, belki daha kısa daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye azim ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği dava, bütün mazlum milletlerin, bütün Doğu’nun davasıdır.”7

Mustafa Kemal’in kongrelerde yaptığı konuşmalarda da hep Arap ülkelerinin bağımsızlıklarını olumlayan konuşmalarıyla karşı karşıya geliriz. Örneğin Ankara’ya gelişinin hemen arkasından şunları söylemektedir:

“Bu kardeşlerimiz her tarafta, Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de Doğu’da kendi dâhillerinde mevcudiyeti muhafaza ve bağımsızlığı temin için mesai sarf ediyorlar. Bütün bu İslam parçalarının bağımsızlığa mazhar olmaları İslam Âlemi için ne büyük bahtiyarlık olur. Bunun ortaya çıkışında İslam Âleminin vaziyetinin ne kadar sağlam olacağını şimdiden tasavvur etmekle pek büyük saadet hissediyorum. Uyanıklığa mazhar olduğuna şüphe kalmayan İslam Âleminin muvaffakiyetini o kadar kuvvetli görüyorum ki, bu imanla hissiyat izah eylediğimden dolayı duyduğum vicdanî zevk pek büyüktür.”8

Yine bu konuda birçok örnek verebiliriz. Atatürk Kurtuluş Savaşı’nın en ateşli günlerinde Asya ve Arap ülkelerinde gelişen emperyalizme karşı mücadeleleri desteklemiş ve bunlardan heyecan duymuştur. Burada aslında bir denklem yatmaktadır. Türkiye’nin bağımsızlığı için ezilen milletlerin bağımsızlığı, ezilen milletlerin bağımsızlıkları için Türkiye’nin bağımsızlığı. Emperyalizme karşı gelişen mücadeleler ve başarılar her adımda kendi gücünü kuvvetlendirmekte, moralini yükseltmekte ve inancını tazelemektedir. Bu çok basit bir denklemdir. Tarih gerçekleriyle bunu kanıtlamıştır. Türkiye’nin bağımsızlığı sonrası bölge ülkelerinde de bağımsızlık mücadeleleri yükselmiştir.

Sormak gerekir, “Araplar bizi sırtımızdan vurdu!” fikirlerini ortaya atanlara. 1920 yılında Mustafa Kemal, Meclis kürsüsünden Hindistan’a, Irak’a, Suriye’ye, Mısır’a selamlar göndermekte ve İslam ülkelerinin birlikte hareket etmesini neden istemektedir? Öyleyse Mustafa Kemal bizi sırtımızdan vuran Araplarla dost olmaktan mutlu mudur? Atatürk basit bir denklem kurmuştur. Kim emperyalizme karşı ise o benim dostumdur ve kim emperyalizmle iş tutuyor ve bu politikayı güdüyorsa o benim karşımdadır.

Kurtuluş Savaşı’nın en zor günlerinde yayın faaliyeti yürüten Hakimiyeti Milliye incelenmeye değerdir ve derslerle doludur. 1921 yılında Hakimiyeti Milliye sayfalarında Mısır’da yürüyen mücadelelerin haberleri doludur. Hakimiyeti Milliye o günlerde şunu sormaktadır:

“Neden iki üç asırdan beri İngiliz medeniyetinin yarattıkları ile beslenmiş Mısır toprağından bir isyan kanı patlıyor?”9

Kemalist Devrimin başarısı mazlumlar dünyası Arap ülkelerinde bayram olarak karşılanır. İnsanlar sokaklarda Mustafa Kemal resimleri ile yürüyüşler yapmaktadırlar. Mustafa Kemal yine bir Meclis konuşmasında “Suriye, Irak ya da Afrika’da yaşayan Müslümanların kendilerine özgü bambaşka koşullar içinde bulunduğunu, bu coğrafyaların tek bir imparatorluk altında bulundurulmasının tabiata aykırı olduğunu”10söyler. Atatürk’ün bu konuşması bugün hala Arap topraklarına sefer düzenleme fikirlerinde olanlara net bir cevaptır.

Türkiye’nin ezilen dünya ile dostluğu zorlu ve ateşli günlerde oluşmuştur. Cumhuriyet döneminde Arap ülkeleriyle Türkiye arasında büyük dostluklar vardır.1926 yılında Ankara Antlaşması’yla TürkiyeIrak sınırının çizilmesiyle ilişkilerimiz düzeldi. 1926’da Abdülaziz bin Suud, Hicaz Kralı olduğunda onu ilk olarak Türkiye kutladı. 1934 yılında İran Şehinşahı Rıza Pehlevi Türkiye’ye geldi ve devrimleri inceledi. İran’da benzerlerini yapmayı denedi. Türkiyeİran arasında aynı yıl ekonomik ilişkiler geliştirildi.

1937 yılında direkt olarak Atatürk’ün çabalarıyla TürkiyeİranIrak ve Afganistan arasında Sadabat Paktı kuruldu. Böylece emperyalizmin bölgeye karşı saldırını önlemek adına çok önemli bölgesel dayanışma adımı oldu.

TürkiyeSuriyeIrak Konfederasyonu Girişimi

Yukarıda birkaç noktada değindik. Büyük önderimiz Mustafa Kemal ta öğrencilik yıllarında Misakı Milli konusunda netleşmeye başlamıştı. Atatürk, Osmanlı’nın dağılmak üzere olduğunu ve Türklerin çoğunluk olduğu topraklarda bir milli devletin kurulmasını öngörüyor ve bununla birlikte Araplara kendi topraklarının bırakılmasını fikrini kabul ediyordu. Hayat Mustafa Kemal’in fikrini doğruladı.

Emperyalizme karşı mücadelede milli devletlerin birlikte olması ve ittifak yapması çok önemli idi. 1902 yılında Suriye ve Irak ile birlikte bir federasyon kurma önerisi olmuştur. Atatürk, Talat Paşa’ya gönderdiği bir mektubunda Arap örgütlerine önerdikleri bir konfederasyon fikrinden bahseder.11

Kurtuluş Savaşımız sonrası bu plan arkaya itilir fakat 1930’lu yıllarda tekrar gündeme gelir. Tabii bu süreçte Suriye ve Irak’ın bağımsızlıklarını kazanması da önemlidir. Atatürk’ün Özel Kalem Müdürü Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ün 1930’lu yıllarda bu konu üzerine tasarımlar yaptığından bahseder. Bununla birlikte Hatay sorununun çözüme kavuştu yıllarda Atatürk’ün bu konuda önemle durduğunu görebiliriz. 1937 yılında Atatürk Hatay sorununun çözüldüğü vakitte Suriye Başbakanı’na şöyle demektedir:

“Yalnız imparatorluğun yarattığı birtakım kötü anlayışların unutulabilmesi, nihayet beraber yaşamış bu insanların birbirilerini anlayabilmesi için muayyen bir zamanın geçmesi lazımdı. Bugün henüz gelmiş olduğuna itiraf ederim ki kani değildi. Fakat o gün gelecektir. İslam alemi ve Suriye Milleti tamamıyla ve kesinlikle bağımsız olacaktır.”12

Kaderimiz Birliktedir Bizim!

Türkler ve Araplar tarih boyunca hem aynı devlet çatısı altında hem de bağımsız devletler halinde iken dost olarak ilişkiler kurdular. Kimi dönem devletlerin yöneticilerinin aldıkları yanlış tutumlar olmadı mı? Oldu. Fakat belirleyici olan şudur: Araplar ve Türkler tarihin birçok noktasında kader birlikteliği yapmışlardır.

Türkiye’de bugün Arap düşmanlığı yapanların iddia ettikleri fikirler temelsizdir ve gerçeklere hiçbir şekilde uymamaktadır. Olaylara yaşadığımız günden bakacağız ve hayati soruyu önümüze koyacağız. Emperyalizm bugün kimleri hedef almaktadır? Kimler emperyalizmle dostlukta bulunmaktadır?

Bugün emperyalizm Türkiye’yi hedef tahtasına koymuştur. Bütün argüman ve araçları ile saldırmaktadır. Aynı emperyalizm Arap devletlerini de hedef almakta onları bölmeye çalışmakta ve kanlı planları ile saldırmaktadır. Çok yakın zamanda bölgemizde yaşadıklarımız bunlara örnektir.

Burada önümüze bir konu gelmektedir. Biz Arap düşmanlıklarını bırakacak ve emperyalizme karşı kardeşlik ittifakı yapacak mıyız? Yoksa temelsiz bu iddiaların arkasında kendimizi mi kandıracağız?

Bugün Arap düşmanlığı yapmak, TürkArap dostluğunu bölmeye çalışmak ancak emperyalizmin işine yaramaktadır. Bu fikirlere karşı biz vatansever gençlerin uyanık olması ve mücadele etmesi gerekmektedir.

Volkan Taşdemir

TLB Ankara İl Sorumlusu

Dip Not:

1 Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.8, s.345

2 Orhan Koloğlu, Gazi’nin Çağında İslam Dünyası, s.58.

3 100.yılında Jöntürk Devrimi Orhan Koloğlu, “Beyrut’un Fransız Gazetesinde Arap Ayrılıkçı Kampanası” s.216

4 Orhan Koloğlu, Gazi’nin Çağında İslam Dünyası, s.58

5 Sözcü Gazetesi, Cumhuriyetin Bekçileriyiz, 30 Ağustos 2012

6 ATABE, c.12, s.36.

7 ATABE, c.13, s.136.

8 ATABE, c.6, s.3032.

9 Hâkimiyeti Milliye Yazılarıyla, s.5152

10 Teori Dergisi, 352.sayı s.49

11 ATABE, c.6 s.333

12 Bilal Şimşir, Atatürk Dönemi İncelemeleri s.249

tgb.gen.tr