CHP’nin Beyoğlu adayı Sayın Alper Taş ilk vaadini açıkladı: Beyoğlu’nu gökkuşağına çevireceğiz! İlk olarak LGBT’nin, yani lezbiyen, gay, biseksüel ve transseksüel bireylerin sorunlarını çözecekmiş. Onlar, Beyoğlu gökkuşağının önemli bir parçasını oluşturuyorlarmış (doğru söze ne denir!). ÖDP’nin sayın genel başkanı, Beyoğlu İlçe Belediyesi’nde bir LGBT Meclisi kuracak, ayrımcılığı kaldırmak için belediyenin “yetki sınırlarını da aşarak” mücadele edecekmiş. Kendisine queer/neşeli bir muhabbet ve başarılar diliyoruz.

Günümüzde bazı kilit kavramlar var: “her türlü ayrımcılık”, “insan hakları aktivisti”, “eşit yurttaşlık”, “ötekileştirmek”, “halkların kardeşliği”, Lenin’den araklanarak emperyalizmin imbiğinde damıtılan “ulusların kendi kaderini tayin hakkı” vs.

Bu kavramlar, var olmayan sorunları demokrasi adına öne çıkararak, gerçekte var olan sorunları gözden kaçırmayı sağlıyor.

Gerçekte var olan her sorunun kontrpuanı (karşıt sesi) olarak gerçekte var olmayan bir sorunu öne çıkarmak mümkündür. Gösterge niteliğinde yüzlerce örnek verilebilir. Fakat üç tanesi belirleyicidir: işçi sınıfının ve yoksullaşan emekçi halkın örgütlenme sorununun karşısında eşcinsellerin, etnik ve dinî grupların örgütlenme sorunu; emperyalist paylaşım savaşı koşullarında ulusdevleti güçlendirme sorununun karşısında bölgelerin ve büyük kentlerin idarî olarak özerkleştirilmesi sorunu; Türk Ordusu’nu millî orduya dönüştürme sorununun karşısında onu parçalayarak şirketleşmiş paralı askerî birlikler hâlinde yeniden örgütleme sorunu.

Bu karşıt sorunlar karşısında alınan tavır, tam bağımsızlıkçı, antiemperyalist sosyalist gelenek ile emperyalist ülkelerin “demokrasi budalası” olan ve onların dayattığı kavramlarla konuşan ve örgütlenen sahte solu birbirinden ayırmayı sağlayan yegâne göstergedir. Bu ayırımda paranın çok önemli bir rol oynadığını düşünüyorum. Buradaki yöntem maymunları terbiye etmek için kullanılan muz ve kamçı yönteminden farksızdır. İstenilen yönde davranış değişikliği gösterdiğiniz zaman muzu, itaatsizlik ettiğiniz zaman kamçıyı yiyorsunuz. Mesela eşcinsellerin tam bağımsızlığını ve özgürlüğünü ya da etnik bir grubun devletten demokratik özerkliğini ya da kent anayasasını savunuyorsanız Alman vakıfları, Soros fonları, küresel kapitalizmin hazmedemeyerek kustuğu paraların küçük bir bölümü size akar; fakat tam bağımsızlığı, ulusal birliği, emekçilerin örgütlenmesini, devletin piyasaya müdahalesini, hatta devrimi savunuyorsanız Jakoben, hatta faşist olursunuz, size kamçıyı gösterirler.

Doksanlı yıllarda çok ilginç bir olguya tanık oldum. Bazı siyasî partilerin, sendikaların ve kitle örgütlerinin yönetimi ile tabanı ideolojik olarak ayrıştı, fakat bu ayrışma söz konusu örgütlerin varlıklarını sürdürmelerine engel olmadı. Bakıyorsunuz, örgütün tabanı yurtsever antiemperyalistsosyalist, fakat tavanı işbirlikçi; alenen etnik bölünmeyi savunuyor, hatta bazı kavramları çarpıtarak (mesela “laiklik” yerine “özgürlükçü laiklik” gibi) çaktırmadan yobazlığı meşru görüyor, özgürlük mücadelesi verdiği için AB Parlamentosu’nda alkışlanıyor, milletvekili ya da “kanaat önderi” oluyor. Taban giderek yabancılaşıp uzaklaşıyor, dağılıyor, apolitikleşiyor; fakat örgüt yamularak, şekilsizleşerek ve yozlaşarak da olsa çarpık varlığını sürdürüyor. Ben bu durumu “terbiyeli maymun teorisi”yle açıklıyorum. Örgütün tabanı yabancılaşıp dağılsa da, tavanı daldan dala atlayıp muzları yiyerek “gökkuşağı”nın bütün renklerini yansıtabiliyor.

Sistemin bütün örgütleri potansiyel kitlesinden koparak bir kuru kabuğa dönüşmüş, “gökkuşağı” muhabbeti iyice bayatlamıştır. Bütün örgütlerin tabanından yükselerek bu kabuğu parçalayacak olan kitle hareketleri yoldadır. İlerleme şöyle dursun, eski duruma dönmek için bile hayatın her alanında devrim yapmak gerekir.

Aydınlık