HTŞ, Şam’ı ele geçirirse ne olur? Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliği korunabilir mi? Türkiye, Rusya ve İran nasıl etkilenir? Lübnan ve Filistin ayakta kalabilir mi?...Tevfik Kadan/Aydınlık

Suriye’de, tüm bölge ve küresel ölçekte önemli etkileri olacak kritik bir dönemecin eşiğine geldik. Terör örgütlerinin Şam yönetimi üzerindeki tehditleri her geçen saat ağırlaşıyor. Ancak olası sonuçlarına dair yapılan değerlendirmeler, ne yazık ki gerçeklerden uzak görünüyor.

00:00/01:00
Truvid

Her şeyden önce şu soruyu yanıtlamamız şart: Suriye’de, Şam merkezli meşru Suriye Hükûmeti dışında, ülkenin toprak bütünlüğünü ve siyasi birliğini savunabilecek bir alternatif var mı?

Bugün sahada dört temel silahlı güç bulunuyor. Bunlardan ilki; Suriye Hükûmeti’ne bağlı Suriye Arap Ordusu. Hala Mahir Esad komutasındaki Cumhuriyet Muhafızları ile Halep, Hama, Humus ve Deyrezor’dan çekilerek Şam’a gelen ve Golan Tepeleri’nde görev yapan birliklerden oluşuyor. Ayrıca Suriye halkının gönüllü birlikleri de önemli bir güç çarpanı yaratıyor.

Terör örgütü Heyet Tahrir Şam (HTŞ) cephesinde ise Ebu Muhammed elCevlani’ye bağlı Talha, Ali ve Zübeyir tugayları yer alıyor. Harekâta destek veren diğer kuvvetlerle birlikte 4050 bin teröristten bahsediliyor. Bu güçler, Halep, Hama ve Humus işgaliyle birlikte önemli bir silah kapasitesine de erişmiş durumdalar.

Terör örgütü PKK/PYD ise doğrudan ABD’nin koruma şemsiyesi altında. Örgüte 100 bin tırdan fazla silah verildiği, asimetrik harp kabiliyetlerinin geliştirildiği biliniyor. Suriye’nin kuzeydoğusunu kontrol eden örgüt, şimdilerde Deyrezor’un batısından Humus çöllerine doğru işgal alanlarını genişletiyor.

Türkiye kontrolünde bulunan ve eğitdonat programı kapsamında düzenli bir ordu görünümü verilen Suriye Milli Ordusu’nu da saymamız gerekir. Geçen günlerde Tel Rıfat’ı kontrol altına alan bu güçler, önceki gün de Münbiç’i kuşatma harekâtına başladıklarını ilan ettiler. Sayıları tam bilinmemekle birlikte, 1520 bin kişiden az olmadıkları değerlendiriliyor.

Bu dört temel yapı dışında, ABD’nin Tanf’ta eğittiği Suriye Özgür Ordusu (SÖO) adlı grubun da üslerinden çıkarıldığı görülüyor. Ayrıca Dera ve Suveyda’da bazı muhalif grupların ortak operasyon odası kurarak Şam kırsalına ilerlediği bildiriliyor. İsrail güçleri ise Golan Tepeleri’ne yığınak yapmaya devam ediyor.

ŞAM’IN DÜŞMESİ FELAKET OLUR

Bugün Suriye Hükûmeti’ni devirmeye en yakın kuvvetin HTŞ olduğu kesin. Terör örgütü PKK/PYD’nin, Tanf’taki ABD güçlerinin, Golan’daki İsrail’in ve Dera ile Suveyda’daki muhaliflerin de HTŞ ile mutlak bir uyum içinde olduğu aşikâr. Peki bu senaryonun gerçekleşmesi durumunda ne gibi sonuçlar ortaya çıkabilir:

1) HTŞ’nin Şam’ı ele geçirmesi, Suriye’deki fiili bölünmüşlüğü resmi hale getirir. PKK/PYD devletleşir ve Kürdistan kurulur. Irak ile Suriye Kürdistan’ı birleşir. Bölgede zemin kazanan ABD, günün sonunda İran ve Türkiye’yi bölmeye yönelik hamlelere girişir.

2) Direniş cephesi mevzilerini kaybeder. İran ve Hizbullah bağlantısı kesilir, Lübnan ve Filistin’in ayakta kalma şansı ortadan kalkar. İsrail hem Lübnan hem de Suriye’nin güneyinde işgaline girişir ve Suriye üzerinden Kürdistan’a can damarı olur. Davut Koridoru gündeme gelir.

3) CIA kontrolündeki HTŞ, birkaç yıl sonra olsa da, Rusya’nın Tartus ve Lazkiye’deki varlığını lağvetmek üzere tacizlere başlar. Böylece Rusya’nın Doğu Akdeniz’de tutunma kabiliyetleri zayıflar, güç yansıtma kapasitesi sakatlanır.

Öyleyse Astana cephesi açısından Şam’ın düşmesi, tam bir felakettir. Bölünen Suriye’den parçalar koparmak, HTŞ ile ilişkiler kurmak, mültecilerin dönüşünü sağlamak gibi adımlar ise stratejik kayıpları telafi etmez. Türkiye ve İran, ciddi bir bölünme tehdidiyle karşı karşıya kalır.

TÜRKİYE’NİN HTŞ ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

Peki bu saatten sonra hala saldırıları durdurmak mümkün mü?

Bu konuda Türkiye’ye atfedilen siyasi gücün, sahadaki gerçeklerle tam uyumlu olduğu söylenemez. Yani Türkiye, HTŞ üzerinde şu an oldukça sınırlı bir etkiye sahip ve geçmişteki enstrümanları da işlevini büyük oranda yitirmiş durumda.

Türkiye’nin Bab el Hava’yı kapatması, örgütün ekonomik kaynaklarına darbe vurması, sert uyarılar göndermesi, hatta İdlib’e bir harekât düzenlemesi dahi HTŞ’yi kolayca durduramayabilir.

Nitekim bugüne kadar örgütün İdlib’de tutunmasında Türkiye’nin rolü olsa da statükoyu koruyan ana parametre, yani HTŞ’nin yeni saldırılara girişememesinin temel nedeni, Rusya ve İran’ın bölgedeki askeri varlığı idi.

Ancak Ukrayna Savaşı ve İsrail’in Lübnan işgali nedeniyle oluşan güç boşluğu, HTŞ’nin harekete geçmesinin de katalizörü oldu. Öyleyse dün olduğu gibi bugün de askeri seçenek dışında işlevsel bir enstrüman görünmüyor. Tabi bu gerçek, varsa Türkiye’nin elindeki diğer kartları oynamasını da dışlamıyor.

MÜŞTEREK ŞAM’I SAVUNMA KUVVETİ

HTŞ’nin iktidarı ele alması durumunda, Ankara’nın yeni hükûmet üzerinde önemli bir etkisinin olacağı iddiaları da gerçekle uyuşmuyor. Nihayetinde HTŞ bir CIA aparatı ve ABD/İsrail’in ajandasını yürütüyor.

Bu nedenle Ankara, HTŞ’nin Şam’ı devirmesinden ziyade, “meşru muhalefet” ile Esad’ı anlaştırma konusunda ısrar ediyor. Bu yolla Şam üzerinde kontrol sağlanabileceği, ülkenin bütünlüğü yönündeki siyasetin sürdürülebileceği, belki bir süre sonra da seçim yoluyla bir nevi Mursi modeli kurulabileceği değerlendiriliyor.

Ancak her şeyden önce yapılması gereken HTŞ’nin durdurulması. Bunun içinse Rusya ve İran ile mutabakat sağlanması, HTŞ’nin muhaliflerden tam olarak ayrıştırılması, ortak bir askeri harekâta girişilmesi, hava saldırıları ve nihayetinde belki de Şam’a kadar asker gönderilmesi gerekiyor.

Yani müşterek bir Şam’ı savunma kuvvetinin oluşturulması şart. Aksi durumda Suriye’nin bütünlüğünden bahsetmek oldukça zor olacak.

SURİYE’NİN EMPERYALİZMLE MÜCADELE BİRİKİMİ

Son olarak şunu da eklemek gerekir: Suriye de öyle küçümsenecek bir ülke değildir. Bugün terör örgütlerinin mevzii kazanması, Suriye halkının bağımsızlık iradesinin ortadan kalkacağı anlamına gelmiyor.

Bu kadim diyar; ilk kentlerin, dinlerin, kanunların, öykü ve şiirlerin, cümlelerin, ağıtların, zaferlerin, ilmin ve bilimin tecelli ettiği yerdir. Bağrında yanan her ateşten anka misali doğmuş, çelik çekirdeğini kor ateşte dövmüştür Suriye.

Emperyalizmin 13 yıldır tankıyla, topuyla, 7 milletten 77 terör unsuruyla saldırdığı bir direniş kalesidir. Alevisi, Sünnisi, Hristiyanı, Dürzisi, Nusayrisi tek millet olmuş, vatan mücadelesinde her evin şehit verdiği bir kahramanlar ülkesidir Suriye.

Prof. Dr. Mehmet Yuva’nın aktardığı şu anekdot bile, bu kadim milletin bağımsızlık iradesinin en çarpıcı örneğidir:

“Suriyeli bir mesihi olan Faris ElHuri, başbakan iken Suriye manda yönetiminden sorumlu Fransız orduları başkomutanı tarafından ziyaret edilir. Fransız komutanın, ‘Ekselansları Başbakan, Levant’a siz Hristiyanları korumak, yardımcı olmak ve Fransız medeniyetinin bir parçası yapmak için geldik. Bir Hristiyan olarak bize yardımcı olmak yerine bize karşı mücadele ediyorsunuz. Bizi işgalci, bölücü diye suçluyor ve Suriye’yi terk etmemizi talep ediyorsunuz.’ sözüne karşılık ElHuri, şu tarihi yanıtı verir:

‘Fransa’nın biz Hristiyanları korumak için buraya geldiğini iddia ediyorsunuz. Çoğunluğu Müslüman olan halk ve meclisi tarafından Suriye’nin en yüksek makamına seçilmiş bir Suriyeli Hristiyanım. Filistin’den Lübnan’a tüm Suriyeli Hristiyanlar adına diyorum ki; Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulüh. Artık Fransa’nın Suriye’de korumakla mükellef olduğu bir Hristiyan kalmadığına göre, ülkenize dönünüz.