Onat'ın ne kadar dürüst ve sorumluluk sahibi bir insan olduğunu daha iyi anlamak için, bir zamanlar onun başından geçmiş, dost çevresinin yakından bildiği aşağıdaki trajikomik anektodu anlatmak gerekir.
Sıcaklardan bunalan Onat, denize girip dinlenmek için bir Pazar günü Kumburgaz taraflarında bir plaja gider. Eline bir kitap alarak bir köşeye yerleşir. Etraf güle oynaya bağrışan çocuklar, birbirinden başka kimseyi görmeyen sevgililer, romatizmalı bacaklarını sıcak kumlara gömen yaşlılarla doludur. Bir süre kitabını okuyan Onat'a rehavet bastığından hafiften kestirmektedir. Birden " yetişin boğuluyor!" sesiyle uyanan Onat, ilerde biraz açıkta genç bir adamın çırpındığını görürç Kendini hemen suya atıp gence doğru yüzmeye başlar. Ondan daha süratle yüzenler, çok uzakta olan gence yetişmek üzeredir. O arada gencin çırpınması kesilmiş ve bedeni gözden kaybolmuştur. Etraftan " Gitti adam yazık oldu!" gibi yorumlar yapılmaktadır. Bir süre sonra gerçekten "gitmiş" olan genci getirip kumun üstüne yatırırlar. Kurtarma gayretleri fayda etmez, genç boğularak ölmüştür. İyimser ve yardımsever halkımız gene de yerde yatan " cesedin" nasıl kurtarılabileceği hakkında çeşitli fikirler ortaya atmaktadır. Az sonra meraklı kitlesi ölünün yanından ayrılır ve Onat boğulan gençle baş başa kalır. Artık kimsenin ilgilenmediği ceset ile uğraşmak da ona düşer. Birkaç gencin yardımıyla, cesedi arabasının bagajına koyarak en yakındaki karakola götürür. Polis olay hakkında not alır ve günlerden Pazar olduğu için başka bri işlem yapamayacaklarını söyler. Onat her ne kadar ceset ile bir akrabalığı olmadığını söylese de polis " siz bunu morga götürün," der. Onat çaresiz, alır ölüyü morga götürür. Orada da aldığı cevap absürddür; " Pazarları ölü almıyoruz!". Tartışmanın nafile olduğunu gören Onat " Bir dahaki sefer Perşembeye getiririm" deyip oradan ayrılır. Arabasına binip bir sigara yakar, İstanbul'un ortasında, bagajında bir ceset ile nereye gideceğini bilmeden uzun bir nefes alır sigaradan. Bir iki umutsuz girişimden sonra, çaresizlik içinde arabayı her gece yaptığı gibi evinin önüne çeker. O gecenin özelliği, arabanın bagajında bir cesedin olmasıdır. Tüm bir gece karabasanlar gördükten sonra, sabah ilk iş cesedi ilgili makamlara teslim eder. Bu yaşanmış " felliniyen" öyküyü, Hem Onat'ın, hem de Hüseyin'in ( Hüseyin Baş ) ağzından dinlemiştim. Doğal olarak ki Hüseyin'in kinde kara mizah dozu biraz daha yüksekti.
Bir ölüye böylesine sahip çıkan Onat'ın elinden tutup yardım ettiği " canlıların" haddi hesabı yoktu! İnsan ilişkilerindeki sıcak ve dostça davranışlarının, iyi niyetli olmayan kimseler tarafından bazen kötüye kullanıldığı da olmuştu...
Güneş KARABUDA
(Zaman Bahçesinden Portreler)
Ekleyen Şakir şen