1 Yığılmaları önleme gerekçesiyle bedelli askerliğin kalıcı hale getirilmesi, “Peygamber ocağı” denen Türk Ordusu’nun geleneğini nasıl etkiler?

Sorunuzun yanıtını ben değil, ömrünü askerlikte geçirmiş, ülkelerin savunma ihtiyaçlarıyla demografik yapısı üzerinde çalışmalar yapmış bir uzman verseydi, sevinirdim. Ama madem bana sordunuz, bildiğim kadarıyla yanıt vereyim:
Ben “Bedelli Askerlik” denen müesseseye de kavrama da temelden karşı biriyim.
“Askerlik” eğer mecburi ise bir ülkenin tüm bireyleri için istisnasız görevdir. Bireylerin eğitim düzeyleri farklıysa, elbet uzun yıllar ülkemizde uygulanan yedek subaylık gibi hizmetin gerekleri de farklı olabilir ama temelde görev “eşit”tir.
Buna rağmen, “Bedelli” formülü üretmek düpedüz eşitliği bozmaktır. “Bedelli” hangi gerekçeyle olursa olsun, “parası olan vatan hizmetini satın alır” anlamına gelir. Bunu “yükümlülükte eşitlik” ilkesiyle bağdaştırmak mümkün değildir.
Ayrıca devletin kendi vatandaşına karşı dürüst davranmayışının tescilidir.
Dahası, parası olanın bir eli yağda, öteki eli balda, yaşamını sürdürmesi, parası olmayanın tehlikeli bölgelerde görev yaparak gereğinde hayatını vermesi anlamına gelir.
“Şehit”lik bizim kültürümüzde önemlidir ama, böyle bir eşitsizlikle canından olmak kimse kusura bakmasın hem haksızlık, hem de ilkelliktir. Bunun da sorumlusu ülkeyi yönetenlerdir.
Eğer bir ülkede nüfus, o ülkenin ihtiyacından çok sayıda gence sahipse, yapılacak şey, “askerliği mecburi olmaktan çıkartıp, profesyonel ordu” düzenine geçmektir. O zaman asker olan, devletten hangi hizmet karşılığı ne alacağını bilir, devlete ne hizmet vereceğini bilir, gereğinde canından olacağından peşinen haberdardır. Şehit düştüğü zaman da kimse için haksızlığına uğramışlık gibi bir durum söz konusu olmaz.
O nedenle ülkeyi yönetenler askerlik çağına gelen gençleri oyalayacaklarına dürüstçe ya askerlik sistemini mecburi olmaktan çıkarıp profesyonel ordu kursunlar, yahut da bu duruma eşitlikçi bir çözüm bulsunlar.

2 Siyasi partilerin aday listelerini il ve ilçe seçim kurullarına teslim ederken yaşanan tartışmalar baş döndürücüydü. Mersin’de İyi Parti adayının aday olamaması, CHP’lilerin meclis üyeliklerine itirazları, AKP’deki istifalar... Tüm bunlar parti içi demokrasinin rafa kalkmasından mı kaynaklanıyor yoksa “koltuk kavgası” mı?

Reklamdan sonra devam ediyor 

Maalesef her ikisi de geçerli yani hem her seçimde olduğu gibi inanılmaz bir koltuk kavgası dönemi yaşadık, hem de hiçbir partide “parti içi demokrasi”nin olmadığını bir kere daha gördük.
Doğrusu bu bağlamda en çok şahsen üyesi olduğum CHP’yi kınıyorum, çünkü CHP nerdeyse 100’üncü yaşına geldiği halde, bir mevkie aday göstermenin en iyi ve en demokratik usulünü bilemeyen, bulamayan ve uygulayamayan bir partidir. Kendi tüzüğüne koyduğu yüzde 33’lük “kadın kontenjanını” örneğin 31 Mart seçimleri vesilesiyle ağzına bile almış değildir. “Ön seçim”den kaçmış olmasının hiç ama hiçbir açıklaması yoktur.
Öteki partilerin hiçbirinde “parti içi demokrasi”nin lafı dahi edilmediği için, onları tek kalemde silip atıyorum.

3 Avrupa Parlamentosu’nun, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerini ve Kıbrıs politikasını eleştiren maddelerin de içinde yer aldığı kararına, CHP’nin sahip çıkmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Kıbrıs davası ve Doğu Akdeniz’in güvenliği iç politik çekişmelere feda edilebilir mi?

Avrupa Parlamentosu’na sunulan Türkiye Raporu’nun tam metnini okuyamadım. Buna belki de Avrupa Parlamentosu sitesine girip aramamış olmam yol açtı. Ama söz konusu raporun, ülkemizdeki siyasi iktidarı eleştiren görüşler içerdiğini gazete haberlerinden biliyorum.
İtiraf edeyim ki okuduklarım içinde Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de petrol aramasını eleştiren bir ibare hatırlamıyorum. Bunu demişlerse tipik bir şekilde “Türkiye ayrımcılığı” yapmışlar demektir. Bunda şaşılacak bir durum yoktur. Çünkü, Türkiye onların gözünde hâlâ ve özellikle AKP iktidarı döneminde ikinci sınıf bir ülkedir. Bundan kurtulmak bizim yükümlülüğümüzdür.
CHP Sözcüsü Ünal Çeviköz’ün Avrupa Parlamentosu kararlarına ilişkin görüşünü hem TV’den izledim, hem Aydınlık’ta okudum. Bunlarda benim görüşlerimle çelişen hiçbir unsura rastlamadım. Çünkü, Çeviköz kanımca “gerçek”leri savunuyor ve Atatürk’ün gösterdiği ilkeleri benimsiyordu.