Öncelikle seyirci sayısıyla tanımlanan popüler yerli yapımların rekabete giriştiği şu günlerde şaşırtıcı biçimde 908 salonda birden gösterime giren ama hedeflenen gişe başarısının uzağında kalan bir film olarak dikkat çekiyor “Naim: Cep Herkülü”. Yılın seyirci şampiyonu olacak gibi görünen “Recep İvedik6”nın gösterildiği salon sayısı 633 iken, yaklaşık üçte bir oranda avantajı bulunan “Naim”, çok ama çok gerilerden gelmekte. Oysa bir “Mustafa Uslu filmi” olarak eli yüzü düzgün bir çalışma olduğu, Uslu’nun yapımcılık imzasını taşıyan çoğu filmden (“Müslüm” hariç) çok daha fazla kalite barındırdığı söylenebilir. Fakat ticari sinemanın olmazsa olmazlarından uzak durduğu, aşka, drama, acıya, mendil ıslattırmaya ya da çılgın komediye hiç yer vermediği için seyircinin ilgisini çekmemiş durumda.

Öykü, dünya ve olimpiyat şampiyonu Naim Süleymanoğlu’nun Bulgaristan’da Türk azınlık bir ailenin çocuğu olarak halter sporuyla tanışmasıyla başlayıp kısa süre milli takıma seçilerek üst üste başarılar kazanarak dünyaya açılmasıyla gelişiyor. Ülkede Türklere yönelik baskı politikalarının artmasıyla içinde biriken öfkeyi dışa vuramaması, adının değiştirilerek Naum Şalamanov olması ve en sonunda 1986’da Melbourne’da düzenlenen Dünya Halter Şampiyonası sırasında kaçarakkaçırılarak Türkiye’ye iltica etmesi ise filme kendi çapında aksiyon ve heyecan boyutu katıyor.

SPOR VE SİYASET

Özer Feyzioğlu’nun ilk kez yönetmen koltuğuna oturduğu 140 dakikalık film, senaryonun Barış Pirhasan’ın elinden çıkmasının da etkisiyle belli bir ritim tutturarak ilerliyor, neticede biyografik bir öykü anlatılması nedeniyle gerçeklere bağlı kalmaya gayret ediliyor ama her Mustafa Uslu filminde olduğu üzere kimi yerlerde de bire bin katılıyor. Örneğin, Naim’in 12 Eylül nedeniyle Türkiye’den kaçarak Avustralya’ya yerleşen üç dört kişilik ülkücü bir grubun iki yıla yayılan organizasyonuyla kaçırılmış olması, elçiliğin, hükümetin falan işe sonradan dahil olması ne derece gerçek, ne derece inandırıcı? Tabii ki değil! Yine de Naim’i evinde saklayan ülkücülerden birinin “Biz Türkiye’den kaçtık, sen Türkiye’ye gitmek istiyorsun... Bulgaristan’da, spor yapabilmen için senin yaşını büyütmüşler; Türkiye’de ise 17 yaşında bir çocuğu asabilmek için yaşını büyüttüler” gibisinden laflar etmesi, akılda kalıcı.

ÖNCE SOSYALİZM KOVULDU

Sportif boyutun, kaldırılan ağırlıkların, madalya ve rekorların ötesinde filmin odaklandığı nokta ise Todor Jivkov yönetiminin Türkleri kimlik değişikliğine zorlaması ve Naim’in bunu tüm dünyaya duyurabilmeyi amaçlaması. Bu açıdan sporun, politik propaganda ve protesto için önemli bir araç olarak kullanılmasını hayli başarılı biçimde işlemiş “Naim: Cep Herkülü”. Aynı biçimde, Türk azınlıktan çok daha önce sosyalizmin kovulmuş olduğu Bulgaristan gerçekleri de hamasete kaçılmadan aktarılmış, ucuz ve düşmanca bir dil benimsenmemiş. Naim’in Türkiye’ye ilticasından sonra, kendisini yetiştiren Bulgar antrenörle olimpiyatlar sırasında karşılaşması, çok iyi kotarılmış bir sahne örneğin.

İki yıl önce 50 yaşındayken yaşama veda eden Naim Süleymanoğlu’nu ve küçüklüğünü canlandıran Hayat van Eck ile Deniz Ali Cankorur başta olmak üzere, Yetkin Dikinciler, Gürkan Uygun, Selen Öztürk, kısacık doktor rolünde bence harikalar yaratan Mehmet Esen gibi isimlerin iyi oyunculuklarıyla da değer kazanan bir film var karşımızda.

Haklılık içerecek biçimde bazı sinematografikestetik kusurlarından söz edilebilir “Naim”in... Ama kendi adıma Atlas’ın büyük salonunda toplam 15 kişi olarak seyrettiğim filmden olumlu duygularla ayrıldığımı belirteyim. Ve fark ettim ki dünyayı (ayağa) kaldıran Naim Süleymanoğlu’nu çok çabuk unutmuşuz.


Aydınlık