SSCB'de başlayan hayatının çeyrek asırdan fazlasını Türkiye'de yaşayan, Türk müziğine büyük katkılar sunan dünyaca ünlü müzisyen Anjelika Akbar ile her anı müzikle geçen yaşamındaki etmenlere, eğitimine, tercihlerine ve Türkiye'ye olan sevgisine dair konuştuk...

ERSOY İRŞİ

Nefes almak için olmazsa olmaz oksijen ama eğer konu Anjelika Akbar ise oksijenin yanına müziği de yazmak şart. O müziğin içine doğan ve hayatının her anını müzikle yaşayanlardan. Daha yürümeye başlamadan piyanonun tuşlarına dokundu. İki buçuk yaşında notaları bilyordu, piyano çalıyordu. Dört yaşında mutlak kulak yeteneği keşfedildi. Konservatuvar dönemini tamamladığı zamanlarda Sovyetler Birliği Besteciler Kurulu, onu “En İyi Genç Besteci” olarak seçti... Sovyetler Birliği'nde kazanmaya başladığı başarılar, yaşamı boyunca da hep yanında oldu. Ama başarılar Anjelika'yı kariyerciliğe hiç yöneltmedi. Onun için müzik yapılan bir iş değil, yaşamın ta kendisi. Türlü faydalar sunulup, Amerika'dan, Avrupa'dan çağrılmasına rağmen Sovyetler Birliği'ndeki hayatından sonra çeyrek asırdan fazlasını sevdiği, hissettiği yerde, Türkiye'de devirdi. Buraya kök saldı ve öğrendi, öğretti: Bestecilik ve Orkestra Şefliği yüksek lisans ve doktorasını Hacettepe Devlet Konservatuar'ında yaptı, Ankara Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nın ilk kurucu öğretim üyesi oldu. Anjelika'nın besteleri dünyayı dolaştı ve dolaşıyor ve her adımında Türkiye'yi de taşıyor.

Anjelika Akbar ile müzikli yaşamınındaki etmenlere, eğitimine, tercihlerine, Türkiye'ye olan sevgisine dair konuştuk. 

YÜRÜMEDEN ÖNCE TUŞLARA DOKUNDU

  • Müzik yeteneğiniz çok küçük yaşlarınızda keşfediliyor. Yeteneğinizi ortaya çıkaran etmenler neler oldu?

Sovyetler Birliğinde, Kazakistan'da doğdum. Annem piyanist ve koro şefi, rahmetli babam ise hem orkestra şefi, hem de felsefe profesörü idi. Annem piyano dışında bir de akordeon virtüözü idi, babam ise sayısız müzik aleti çalardı. Evde birçok enstrüman vardı... Ama ifade gücü açısından en zengini tabii ki piyano idi. Benim daha birkaç aylıkken müziğe karşı gösterdiğim aşırı ilgiyi görünce piyanoyu karyolama yaklaştırdılar. Daha yürümeyi bile bilmiyordum, ama karyolanın içinde ayağa kalktığımda parmaklarım önünde her seferinde piyanoyu buluyordum. Parmaklar birkaç ay içinde tuşlara basa basa güçlendi; ister istemez hangi seslerin nerede olduğunu, kalın, ince ve orta oktavlar arasındaki yoğunluk farkını öğrenmiş oldum. Sonra, 1 1.5 yaşına doğru resimli kitapları piyanoya koyup ve resimlere bakarak gördüklerimi ifade etmeye başladım. Zaten 9 aylıkken konuşmaya başladım, o yüzden de o yaşa kadar kitaplarda gördüğüm birçok resmin ne olduğunu kelime olarak öğrenmiştim. Tavşan deyip onun müziğini, köpek deyip, çimler deyip onların ayrı ayrı müzikleri çalıyordum doğaçlama olarak...Ve çok mutlu oluyordum. Sonrasında ise annem bana birkaç ayda notaların isimlerini, yazılışlarını ve piyano üzerindeki yerlerini eşleşmeye öğretti. Böylece daha bilinçli olarak müzik üzerine çalışmaya başlamış oldum. O zaman 2.5 yaşında idim...

  • 2 buçuk yaşında müziğe başlamanızın çocukluğunuza nasıl bir etkisi oldu?

Müziğe doğuştan itibaren başladım. 2.5 yaşında ise artık notaların isimlerini, porte üzerindeki yazılışını, seslerini ve piyanodaki yerlerini biliyordum, hepsi çok doğal idi, annem bir şekilde bana anlatmıştı, ben ise her müzik ile ilgili bilgiyi anında yutuyordum zaten...Çocukluğum bu anlamda çok mutluydu, çünkü sürekli en sevdiğim şeyleri yapıyordum. Müzik çalmak, pikaptan veya konser salonlarında müziği dinlemek, evde dinlerken aynı zamanda resim veya renkli hamurlarından (plastelin) heykelcik yapmak...Çok güzeldi, dolu dolu. Sokakta oynamayı seven bir çocuk değildim zaten. 3 yaşında iken yuvaya başladım, orada herkesin yaptığı aktıviteleri yapıyordum, ama bir an önce eve gelip piyanoya ve müziğe dönmek için can atıyordum, saatleri sayıyordum.

'YETENEĞİ OLAN HERKESE YOL AÇIKTI'

  • Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nde doğdunuz, müzik eğitimi aldınız, başarılara imza attınız. SSCB'nin müzik eğitimini, sanata ve sanatçıya bakış açısını nasıl yorumluyorsunuz?

O zamanlar sanata, müziğe, bilime çok önem veriliyordu. İnanılmaz bir altyapı kurulmuştu. Zaten eğitim de ücretsiz ve herkesi bu anlamda fırsat eşitliğinde buluşturan bir sistem olduğu için, yeter ki yeteneğin olsun, o zaman herkese her yol açıktı. Mesela konservatuvardan (yani lisanstan önce) okuduğum "Üstün yetenekli çocuklar için 11 senelik devlet müzik okulu" (Türkiye'deki "harika çocuklar yasasına denk gelen bir uygulama), sadece şehirli çocukla değil, kasabalardan, köylerden çocuklar da okuyordu. Çünkü her sene okulun oluşturduğu heyet (ki okulumuzdaki hocalar aynı zamanda konservatuvar lisans ve yüksek lisans doçent ve profesörleri idi aynı zamanda, okul bu yapının bünyesinde idi) her sene kasaba ve köylere giderek çocukları sınavdan geçiriyor, parlak yetenek olanları yatılı olarak okula yerleştiriyordu. Bu sayede normalde o küçük yerlerdeki çocuklar böyle bir eğitime asla ulaşamayacak gibi olsa da, bu sistem sayesinde inanılmaz eğitim imkanı ile bir çoğu şu anda dünyada bilinen, çok sevilen klasik müzisyen oldular.

'HAYATIMDAKİ EN BÜYÜK ŞANSLARDAN BİRİ BORİS ZEYDMAN'

  • Azerbaycan, Ukrayna, Kazakistan gibi ülkelerde müzik eğitiminin iyi noktada olduğunu görüyoruz. Sizce bu durumu SSCB'ye mi borçlular?

Elbette ki, sistem aynı idi. Hocaların çıktığı ekol aynı: Çaykovski Moskova Devlet Konservaruvarı ve RimskyKorsakov Leningrad (St.Petersburg) Devlet Konservatuvarı. O dönemin tüm o güçlü eğitimi bu iki konservatuvarın hocalarının emeği ve bizzat eğitmenliği ile oldu. Örneğin, benim ilk bestecilik hocam Rusya'da efsanevi besteci Prof. Boris Zeydman (Dmitri Şostakoviç ve Boris Zeydman aynı bestecilik hocasının talebeleri idi: M.O.Steinberg)...B.Zeydman, RimskyKorsakov Konservatuvarından Bakü Devlet konservatuvarına atanmıştı önce; ve orada şahane bir ekol kurmuştu, sonra da Taşkent Devlet Konservatuvarı ve aynı zamanda Uspenski 11 senelik üstün yetenekli çocuklar Devlet Okuluna atanmıştı ve bir konserde benim bestelerimi çalan oda orkestrasını dinledi. Ben o zaman 10 veya 11 yaşında idim. Bu eserlerin bestecisi ile beni tanıştırın demişti, beni çağırdılar ve hemen beni kendi bestecilik sınıfına aldı. Hayatımdaki en büyük şanslarımdan biridir. Aynı şekilde Boris Zeydman vefatından sonra Aleksandır Berlin, Felix YanovYanovsky ve Rumil Vildanov, bestecilik anlamında bana çok zenginlik kattılar, hepsi ayrı bir hazine idi...

'SEVDİĞİM YERDE MÜZİK YAPMAK BANA DEĞERLİ GELİYOR'

  • Sovyetler Birliği'nden sonra Türkiye'de yaşamaya karar verdiniz. Başarılı bir sanatçı olarak dünyanın birçok yerine gitme imkanınız varken neden Türkiye'yi tercih ettiniz?

Türkiye'ye SSCB yıkılmadan önce geldim, eski eşim ile beraber UNESCO üyeleri olarak uluslararası bir film projesi sebebi ile. Eşim senaryo yazarı, ben ise filmin bestecisi olarak önce başka ülkelerde bulunduk, sonra sıra Türkiye'ye geldi. Film ile ilgili Türkiye'den önce birkaç yerde çekimlerimiz oldu; hamileydim, ve Türkiye'ye sıra gelince, çekim işlerimiz de uzayınca doğum İstanbul'da gerçekleşti. Ama zaten bu topraklara ayağım bastığı anda aşık oldum...Ve Türkiye'de kalmamın asıl nedeni bu oldu. Ben hep kalbimi dinlerim. Rasyonel bakış açısından önce bende gönül sesi gelir...Annem ve tüm ailem her ne kadar şaşırdıysa da, ben kararımı vermiş oldum. Daha sonra SSCB dağılınca ve büyük ailemin birçok ferdi Avrupa'ya, Amerika'ya dağılınca herkes beni defalarca yanına çağırdı, tüm imkanları sunarak. Hiçbirini kabul etmedim. Çünkü dediğim gibi, ben burada kendimi çok özel hissettim, sevdim Türkiye'yi...Başka bir şey düşünemezdim bile. Ayrıca müziği "kariyer" olarak görmüyorum ve öyle bir gayem yoktur. Ben bunu aşk ile yapıyorum, ve her yerde yapabilirim. Sevdiğim bir yerde bunu yapmak bana değerli geliyor...Ayrıca Türkiye'ye gelince yüksek lisans ve doktorayı Hacettepe Devlet Konservatuvarında İstemihan Taviloğlu ve Turgay Erdener sınıfında orkestra şefliği ve bestecilik bölümünde tamamladım...Kendileri ile çalışmak ve Türkiye’nin Klasik Müzik Ekolüne bu şekilde yaklaşmak da benim için harika bir deneyim oldu.

'YETENEK HER YERDE YETENEKTİR'

  • Ankara Üniversitesi Devlet Konservatuvarı'nın ilk kurucu öğretim üyesi oldunuz. Hatta o dönem Türkiye'de Steinway piyano çok az sayıda olduğuna şaşırmıştınız. Türkiye ve SSCB'nin müzik eğitimi noktasında farkları ve uyumlu yönleri nelerdir?

Türkiye ve Rusya ekolleri farklı. Metotlar farklı. Müzikal anlamda beslendikleri ırmaklar farklılık gösteriyor. Ama sonuç olarak, yetenek her yerde yetenektir, müzik de her yerde müziktir. Yetenek varsa, ve bunu fark edecek hocalar varsa, o zaman devinim devam ediyor demek. Ve Türkiye'de fiziki olarak (piyanolar ve müzik enstrümanları, müzikoloji ve nota kitapları anlamında) SSCB dönemine göre daha avantajsız durumda olsa da, parlak, olağanüstü müzisyenler burada yetişti ve yetişmeye devam ediyor.

  • Müzik yaşamınızda sizi çok etkileyen, kendinize örnek aldığınız sanatçılar kimler oldu?

Çok...Besteci olarak insan önceki tüm müzik hazinesi ile bilinçli ve bilinçsiz tanışmış oluyor. Ve bu tanışmanın en önemli evresi erken yaşlar. Ben çok erkenden iyi bir müzik dinleyicisi oldum, ve o zamanlar (2 ile 5 yaş arası) beni en çok etkileyen besteciler: Beethoven, Prokofiev, Schostakovich, Tchaikovsky ve Scriabin oldu...

n Her zaman Türkiye'yi çok sevdiğinizi, burada yaşamaktan çok memnun olduğunuzu belirtiyorsunuz. Türkiye aşkınızın kaynağı nedir?

Türkiye'de yaşayan insanlar. Çok özel. Manevi anlamda beni her zaman çok etkiliyor.

  • 500'den fazla besteniz var. Bestelerinizi yaparken nelerden ilham alıyorsunuz?

Küçük yaştan itibaren dünyada etkilendiğim her şeyi müzik diline tercüme etmeye alıştım... Onun için beni etkileyen, gönlüme değen her şey bana müzik yaptırtıyor.

'HIRS, YARIŞMAK MÜZİSYEN RUH HALİNE AYKIRIDIR'

  • Bir müzik eğitimcisi olarak müzisyen olmak isteyen gençlere neler önerirsiniz?

Müzisyen olmak bir hayat serüvenidir. Tatili yoktur, boşluk yoktur. O bir ruh halidir. Konsantrasyon, müziğe karşı aşk, ve çalışkanlık. En önemli unsurlardır. Kariyer, hırs, başarıya koşma dürtüsü, birileri ile yarışmak veya birilerine bir şey kanıtlamaya çalışmak, tüm bunlar ciddi bir müzisyen ruh haline aykırıdır, bana göre. Böyle düşünmeyen, böyle konuya yaklaşmayan elbette binlerce müzisyen vardır. Ama bana göre durum öyle.

  • Ivan Ayvazovski'nin İstanbul resimleri üzerine yapılan etkinliklerde yer aldınız, yöneticilik yaptınız. Peki İstanbul'un sizin için neler ifade ediyor?

İstanbul, bence "karşıtlar birliği kanunu" en iyi yansıtan olgulardan biridir. Olağanüstü bir şehir.

  • Tüm dünya koronavirüs ile mücadele ediyor. Salgının müzik üretimine etkisi sizce nasıl olacak?

Müziğe "üretim" olarak bakmayıp, gönülden bir akış olarak bakarsak, bu anlamda dış faktörler pek fark etmiyor. Ama müziği icra etmek veya kaydetmek, dinleyici ile canlı olarak buluşturmak noktasında sanırım kısa bir müddet olsa da, bir yavaşlama olacak. Sonra yeniden olması gereken haline dönecek.

  • Karantina süreciyle birlikte sanatçılar üretime daha fazla zaman bulmaya başladı. Sizin de bu süreçte üzerine çalıştığınız yeni projeleriniz var mı?

Yeni projeler yok, ama bu süreç başlamadan önce başladığım projelere derinlemesine zaman ayırıyorum bu günlerde.

  • Son olarak bu salgın sürecinde dinleyicilerinize, sevenlerinize neler söylemek istersiniz?

Kendimize iyi bakalım, çevremizdeki insanlara moral verelim, iyi duygu ve düşünceleri üretelim.

Aydınlık