Ekopolitika'da yazan Mehmet Enes Beşer'in yazısı şu şekilde:

1990’lı yıllar,  “Dünya Tarihi” ismi verilen film şeridinin alışılandan çok daha hızlı aktığı bir dönem olarak kayıtlara geçti. Bu dönemde birçok ülkede yaşanan köklü değişimler, bu ülkelerin kaderini belirlemekle kalmayıp, yaklaşan milenyum öncesi dünyanın geri kalanında da dengeleri geri döndürülemez biçimde değiştirdi. Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği arasında İkinci Dünya Savaşı ertesinde başlayan çekişme daha sonra Soğuk Savaş adını aldı ve Ortadoğu, Balkanlar Kafkasya ve Avrupa’yı doğrudan etkileyecek bir rekabet zeminine dönüştü. İki süper güç arasında oynanan satrançta yine 90’lı yıllarda kritik hamleler gerçekleşti. 1979’da başlayan Sovyetlerin Afganistan işgali 1989’da hezimetle sonuçlanırken Sovyetler 90’lı yıllara ciddi anlamda kan kaybetmiş olarak girdi. Askeri mağlubiyetin yanı sıra ekonomik sıkıntılar da Birliğin artık çıkmazda olduğunu gösteriyordu. Bu dönemin hemen öncesinde başlatılan Perestroyka (yeniden yapılandırma) ve Glasnost (açıklık), bu devasa Asya gücünün yıkılmasına yol açarken, “küresel satrancın” tüm kurallarını da kökten değiştirdi. Nitekim 1991’in sonunda itibaren Birlik üyesi sosyalist cumhuriyetler birer birer bağımsızlıklarını ilan etti ve Birliğin yerini Bağımsız Devletler Topluluğu aldı.

Söz konusu “dağılma” süreci, Sovyetlerin başat gücü konumundaki Rus etnisitesi için de yeni bir tarihsel dönemin başlangıcına işaret ediyordu. Devasa bir imparatorluk görünümündeki Sovyetlerin çöküşüyle birer birer bağımsızlığını ilan eden sosyalist cumhuriyetlerin dünyayla ilişki kurmaya başlaması, bütünüyle Avrasya coğrafyasının küresel sistemde yeniden yer alması anlamına geliyordu. Bu dönemde kurulan Bağımsız Devletler Topluluğu ile Rusya, “arka bahçe” olarak nitelendirdiği bu çeper ülkelerde yeniden bir etki sahasına kavuşma gayretine girdi. Yine aynı dönemde görünürlüğünü artıran Avrasyacılık düşüncesi, Rusya’nın bu kez bir “yeniimparatorluk” şeklinde eski gücünü de aşacak biçimde “toparlanması”nı amaçlıyordu. Kökleri Çarlık Rusyası’na kadar uzansa da bu dönemde gittikçe güç kazanan Rus Avrasyacılığı, Avrasya bölgesinde yeni imparatorluğun siyasal ve ekonomik konsolidasyonunu öngörüyordu.

Rusya’nın Arka Bahçesinde

Günümüzde Kuşak ve Yol Girişimi ile dünyaya açılma stratejisine hız kazandıran Çin, Rusya’nın “arka bahçe” olarak nitelendirdiği bölgelerde ticari bağlantıların ve ulaşım altyapısının geliştirilmesi ile bölgedeki etkinliğini artırmayı hedefliyor. Şimdiye dek Rusya’dan Kuşak ve Yol Girişimi’ne ilişkin doğrudan bir karşı çıkış belirtisi gelmese de, Çin’in Avrasya’ya bakışı Rusya’nın vizyonundan oldukça farklı bir çizgide konumlanıyor. Uluslararası ilişkiler uzmanı Emil Avdaliani’ye göre, Çin’in bağlantıların ve entegrasyonun geliştirilmesi odaklı Avrasya yaklaşımı, Rusya’nın “arka bahçeye” bakışından önemli ölçüde ayrılıyor. Avdaliani, Sovyetler Birliği’nin “Batı’yla ekonomik, kültürel ve askeri açılardan tam anlamıyla bir karşılaşmaya giremediğini” aktarırken, Çin’in eninde sonunda bu tür bir durumla yüz yüze geleceğini iddia ediyor. Avdaliani, birleşik bir Asya karşısında ABD’nin oluşturduğu güvenlik şemsiyesinin, yani Atlantikçi yaklaşımın, Çin’in Avrasya hedeflerinde en büyük engel olduğunu belirtiyor.

Batı’yla Karşılaşma

Sovyetler’in Kuşak ve Yol benzeri kompleks girişimlerinin hiçbir zaman söz konusu olmadığı bir gerçek. Çin, Doğu ve Güneydoğu Asya’da, kendi çevresinde entegrasyonu öncelerken başta Türki Cumhuriyetler olmak üzere eski Sovyet ülkelerinde de etkinliğini artırıyor. Söz konusu bölgesel stratejinin ABD’nin güvenlik şemsiyesi için ciddi bir tehdit oluşturduğunu görmek de elbette mümkün. Ancak Çin’in Batı’yla eninde sonunda “karşılaşacağını” ve bunun “hesaplaşma”ya yakın bir içerikte olacağını söylemek için henüz hem erken hem de yeterli izlenim yok. Zira Kuşak ve Yol Girişimi’nde Avrupa ülkeleriyle ekonomik ilişkilerin derinleştirilmesi ana hedeflerden biri. Nitekim 2020 yılında Çin Halk Cumhuriyeti, Amerika Birleşik Devletleri’ni geride bırakarak ardından Avrupa Birliği’nin en büyük ticarî partneri haline geldi. 2020’de yayımlanan istatistiklere göre ABÇin ikili ticareti 696 milyar dolara ulaştı.

Hal böyleyken “Çin Avrasyacılığı”nın “Rus Avrasyacılığı” gibi Atlantikçiliğe meydan okuyacağı iddiası yanlışlanamasa da henüz tatmin edici delillere sahip değil. Yine de şunu söylemek mümkün, Çin’in bölgesel hedefleri Doğu Asya’da ABD ve müttefikleri için uzun vadede tehlikeli olarak görünüyor. Bir “karşılaşma”dan veya “hesaplaşma”dan söz etmek içinse Kuşak ve Yol başta olmak üzere Çin’in dışa açılma stratejisindeki hamlelerin bir ölçüde tamamlanması ve başarıya ulaşmasını beklemek gerekiyor.

* İlk kez Boğaziçi Asya Araştırmaları Merkezi’nde yayımlanmıştır.