"Avrupa Birliği Yakında Türkiye’ye sopasını gösterecek’’ (18 Eylül 2020) Bu sözler, Almanya’nın Atina Büyükelçisi Ernst Reichel’e ait. Yanlış anlamayın bir futbol holiganına ait sözler değil. Yazık, Atlantikçi Almanya’nın düştüğü durum işte bu.

ABD Senatörü Menendez: "Açıkça konuşalım. Ege’yi tartışmaya açan tek ülke Türkiye. Bu sular Yunanistan'a ait.  Bu sular Yunanistan'a ait ve ABD Dışişleri Bakanlığı, kesin surette ve açık bir şekilde Türkiye'nin bölgedeki gerginlikten tek başına sorumlu olduğunu ifade etmelidir.’’(22 Temmuz 2020)

Emperyalizm 100 yıl sonra tekrar Türk Milletine sopa gösteriyor. Sopa neden gösteriliyor? Türkiye Mavi Vatanını savunduğu için.

MAVİ VATAN BİR BAŞKALDIRIDIR

Mavi Vatan, ABD ve AB’nin 21. yüzyılda Türkiye’ye Ege ve Akdeniz’de çizdiği sınırlara bir başkaldırıdır. Bir manifestodur. Anadolu’ya sıkıştırılmaya, Ege’den Akdeniz’e çıkışın kapanışına, Akdeniz’de Antalya Körfezine hapsedilmeye bir meydan okumadır. Büyüyen bir bedene dar gelen bir elbiseyi zorla giydirmeye direnmedir. Kafese sokulmaya çalışılan bir aslanın karşı koymasıdır. Son günlerde emperyalizm, yerli işbirlikçileri ile Mavi Vatana saldırı dozunu ve kapsamını artırdı. AB Komisyonu, AB Parlamentosu, Fransa ve ABD’den her seviyede yönetici kadroların Türkiye ve Mavi Vatan karşıtı söylemleri; Başta ABD olmak üzere Türkiye aleyhinde tavsiye sunan Düşünce Kuruluşlarının dokümanlarının çoğalması medyanın vakaı adiyane haberleri arasına girdi. Zannediyorlar ki bu meydan okumalar, tehditler ile Türk halkı devletiyle birlikte sindirilecek ve Ege’de Türk milletini kıyılara hapseden; Doğu Akdeniz’de hakkımız olan kıta sahanlığının neredeyse dörtte üçünü çalan Seville Haritasına razı edilecek ve son tahlilde 21. yüzyılda okyanus ve denizlerden koparılarak Anadolu’ya hapsedilmeye rıza gösterecek.

İÇERDEKİ MANDACILAR VE İŞBİRLİKÇİLER

ABD/AB emperyalizminin bu korosuna yetmez ama evetçi yurtiçi koro da dahil olmuş durumda. Sanki Türkiye vatandaşı değiller. Sanki denizlerden mavi vatanımızdan çalınacak alanlar onların çocuk ve torunlarına ait değil. Onlara göre, yeter ki Avrupa Atlantik sistemden ve NATO’dan kopmayalım; Olsun, suratımıza tükürseler de onurumuzu kırsalar da biz medeni batı dünyasındaki yerimizi almalıyız. Gerekirse Doğu Akdeniz’de 150 bin km kare alanımızı Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlara teslim edelim; Ege Denizinin tamamını Yasu haykırışlarıyla sirtaki oynayarak Yunanlılara verelim.  Gerekirse Türklüğümüzü reddedelim. Ne ruhları ne kalpleri ne akılları vatan için çarpıyor. Türk olmaktan utanıyorlar. Bu tiplere verilecek cevabı Merhum Elçibey zamanında tokat gibi yüzlerine çarpmış: "Sen Türk olduğunu unutsan da düşmanın asla unutmaz"

EMPERYALİZME YEMİN ETMİŞ RUHLAR

Bu tipler, doğduklarında ruhları emperyalizme sadakat ile kutsanmıştır. Fıtratları budur. Bunlar ulusal çıkarların daima karşısında yerlerini alırlar. Pusulaların milli yazılımı yoktur. Geçmiş örnekleri çoktur. Soros’çu ve "Yetmez ama evetçi" koronun kadın ve erkek katılımcıları Ergenekon, Balyoz ve diğer ahlaksız FETÖ kumpas davaları sürerken de Türkiye’nin bağırsaklarını temizlediğini iddia eden ihanet ve rezalet cephesindeki yerlerini almışlardı. Değişen bir şey yok. Emperyalizm Türkiye’de her dönemde maaş veya çıkara bağlayabilecek hainler ile kişiliği oluşmamış, aşağılık kompleksleri vatan ve millet sevgisini yok etmiş, kör batı hayranı kullanışlı aptalları bulmakta hiç zorluk çekmiyor. 100 yıl öncesinin Ali Kemalleri, Damat Feritleri, Sait Mollaları, kakalak sürüleri gibi ölürken de çoğalarak görevlerine devam ediyorlar.

SOĞUK SAVAŞ SONRASI SALDIRILARIN BAŞLAMASI

Mavi Vatana emperyalist saldırılar Berlin Duvarı 1989 yılında yıkıldıktan sonra başladı. Türkiye yepyeni bir jeopolitik gerçeklik ile karşı karşıya kalmıştı. Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar, Avrasya coğrafyasında 300 milyona yakın akrabaları ile arasındaki duvar yıkılmış; Karadeniz’de son 50 yıl düşman bellediği eski Varşova Paktı üyesi ülkelerle ortak tarihe sahip olduğunu ve yeni gelecek kurabileceğini  anlamıştı. Bu yeni jeopolitik değişim sürecine en hızlı denizciler adapte olmuştu. Zira ufkun ötesini hayal ediyorlardı. Yüzlerce yıllık geleneğe ve en önemlisi donanmasız Anadolu’nun geçmişte maruz kaldığı toprak, can ve onur kayıplarının bilincindeydiler. Emperyalizmin ‘’önce NATO ve ABD’’ söylemine karşı, ulusal çıkarları her şeyin üstünde tutuyorlardı. Donanma, kendi imkânları ile inşa ettiği 38 çıkarma gemisi ile 1974 yılının 20 Temmuz’unda darbeden 120 saat sonra Girne’de kıyıbaşını tutmuş ve tanklarla zırhlı birliklerin adaya akmasını sağlamıştı. Neticede Kıbrıs’ta jeopolitik harita değiştirilmişti. Ulusal savunma sanayiinde 1967 yılında ilk refakat muhribini kızağa koyarak milli gemi hareketinin fitilini ateşlemişlerdi. Soğuk Savaş döneminde Avrupa Atlantik sisteme kayıtsız şartsız itaat dayatan sisteme direnen öncü kuvvet olmuşlardı. Örneğin ağır baskılara rağmen Karadeniz’de NATO tatbikatı icra etmemişlerdi.

DONANMANIN ÖNLENEMEZ YÜKSELİŞİ

Soğuk Savaşın bitişiyle Cumhuriyet Donanmasının yükselişi o denli büyük oldu ki, bu yükseliş, 21’inci yüzyılda   Karadeniz, Ege ve Doğu Akdeniz’in küresel kurgular ile şekillenmesine izin vermeyen, önemli çıkarları olan Hint Okyanusu’nda 2009 yılından itibaren sürekli savaş gemisi bulundurabilen, kendi savaş gemisini, sensör ve silahını yapabilen, var oluş nedenini Mustafa Kemal Atatürk ve ulusal güçten alan Türk Deniz Gücünün oluşumunu gerçekleştirdi. Daha da öte, Cumhuriyet Donanması Türkiye’nin denizcileşmesinin lokomotifi oldu. Osmanlı İmparatorluğundan devraldığı bu görevi, emsalsiz başarılar ile sürdürebildi. Cumhuriyet Donanması Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan, “Toprak Gemi” Anadolu’yu sırtında taşıyarak, "Mavi Vatan"a yaklaştırmanın ve her ikisini buluşturmanın hayati sorumluluğunu üstlendi

ATLANTİKÇİLERİN DONANMA NEFRETİ

Bu başarılar Avrupa Atlantik emperyalizminin Türkiye saldırılarını tetikledi. NATO üyesi bir ülkenin askeri metotlar ile cezalandırılması olası değildi. 19. yüzyılda yaşanıyor olsaydı bir liman baskını ile donanma yakılır ve en az 2030 yıl rahat edilirdi. Başka bir şey yapılmalıydı. Komuta yapısı felç edilmeli, Deniz Kuvvetleri psikolojik baskı ile boyun eğdirilmeliydi. Donanmanın, Mustafa Kemal Atatürk ile tüm bağları koparılmalıydı. Kim yapacaktı bunu? FETÖ. Kimin desteği ile? İktidar, muhalefet, parlamento ve yüzlerce Dreyfus’a sırtını dönen her kesim ile.  Böylece 2007 yılından itibaren Türk tarihinin en karanlık, en utanç verici, en ahlaksız ve aşağılık dönemini oluşturan kumpas davalar süreci başlatıldı.

FETÖ ARTIKLARI

Bu sürece destek verenler hala aramızda utanmadan dolaşıyor. Bir bakıyorsunuz Aksaçlılar grubu altında karşımıza çıkıyorlar; Bir bakıyorsunuz Türkiye ve Yunanistanlı Kadınların Barış Çağrısı başlığıyla karşımıza çıkıyorlar. Aksaçlıların hemen hemen büyük çoğunluğu zaten FETÖ kumpaslarına alkış tutmuş, medya bacağını oluşturmuş, kişilerden oluştuğu için onlara söylenecek bir şey yok. Kadınlara gelince. Bu muhteremler FETÖ kumpas davalarında neredeydiler? Vardiya Bizde ’nin, Sessiz Çığlık’ın başı göklerde kahraman kadınları 4 yıl boyunca her hafta sonu, karda kışta, dijital terör ürünü sahte delillerle Silivri’de çürüyen, bazıları intihar eden, bazıları kansere yakalanıp hayatını kaybeden eşleri için bir şeyler yapmak, seslerini duyurmak için çırpınırlarken neredeydiler?  Aileler paramparça olurken neredeydiler? Bu asil kadınların yanında yer aldılar mı? Yoksa Abant Toplantılarında, Taraf, Bugün, Zaman, Sızıntı, Aksiyon, Chronicle gibi medya organlarında CIA parasıyla boy gösteren devlet ve millet düşmanı, hainler şebekesine alkış mı tuttular? Şimdi bu tipler, utanmadan 15 Temmuz 2016 FETÖ kanlı ayaklanmasının hafızalarımızdan silinmeyecek ihanet tablosuna rağmen yine ortaya çıkıyorlar. Washington DC, Berlin, Londra ve Paris’teki patronlarının verdiği işaretle ortaya çıkıyorlar. Utanmadan. Sıkılmadan. Bu tipler; Soros’tan, yabancı istihbarat ajanslarından  beslenen kanserli parazitler, Türkiye’yi omurgasından kemiren tarikatlar; Atatürk adına bile tahammül edemeyen çevreler ve dost görünerek emperyalizme selam duran sahte Atatürkçüler ile birlikte Türkiye’ye ve Mavi Vatana saldırmaya devam ediyorlar. Hükümetin iç cepheyi sağlam tutmak yerine Atatürk’e; Lozan’a, İnönü’ye; kurtuluş ve kuruluşa eleştiriler getirerek kutuplaşmayı artırdığı bir dönemde FETÖ artıkları moral bulmaya ve saldırmaya devam ediyorlar. Denizde gerilememiz için, emperyalizme gedik açılması için bastırıyorlar. Donanmamızın zayıflaması, caydırıcılığını yitirmesi için neredeyse yağmur duasına çıkıyorlar.

TÜRK MİLLETİNİ, TÜRK DEVLETİNİ BİR KEZ DAHA İKAZ ETMEK GÖREVİMDİR

29 Nisan 2011 günü, Türkiye’nin ABD ve AB’ye tam teslim olduğu karanlık günlerin ortasında tutuklu olarak getirildiğim Silivri Mahkeme Salonunda (Çadır Tiyatrosu)nda Balyoz Davası nedeni ile ilk manifestomu verdiğimde uzun bir konuşma ile Türkiye’nin deniz jeopolitiğini ve karşı karşıya kaldığımız durumu anlatmıştım. (Merak edenler 10. Ağır Ceza Mahkemesi UYAP kayıtları üzerinden bu konuşmayı bulabilir.) Bugün karşı karşıya kaldığımız her şeyi 9 yıl önce öngörü içinde anlatmıştım. Konuşmamın son paragrafı şöyleydi:

"10’uncu Ağır Ceza Mahkemesi Heyeti, Özetle, Cumhuriyet Donanması tarihinden ders almasını bilmiş, geçmişteki hataları tekrar etmemiş ve son 88 yıldır aziz Türk milletine sadece başarı ve zafer hediye etmiştir. Elbette bunlar büyük Türk milleti’ nin haklarını gasp etmeye çalışanları rahatsız etmekte, önlerine engel çıkartanları, bedhahlarla iş birliği yaparak, asimetrik psikolojik ve asimetrik hukuk savaşları yolu ile engellemeye çalışmaktadır. Unutulmamalıdır ki günümüz deniz savaşları doğrudan gemi batırmaktan ziyade barış zamanından itibaren filolara ve gemilere kumanda eden personelin çeşitli boyutları ile etkisiz hale getirilmesini hedeflemektedir. Ne acıdır ki, biraz önce size özetlemeye çalıştığım, bahriyenin tüm bu başarılı faaliyetlerin fikir sahipleri ve uygulayıcılarının birçok emekli ve muvazzaf temsilcileri bu salonda ya da diğer sahte davaların mahkeme salonlarında bulunmaktadır. Deniz tarihimize kayıt düşülmesi maksadıyla donanma üzerindeki dijital terörün dış dinamiklerini ilgilendiren başlıca sebepleri anlatmaya çalıştım. Aziz milletimiz bunları bilmeli, heyetiniz bunun farkında olmalı ve vatansever yetkililer bu dijital terör ve iftira saldırılarını durdurarak, milletin bu fedakâr evlatlarını korumalıdır. Aksi takdirde morali çökertilmiş, ulusal refleksleri köreltilmiş bir deniz kuvvetinin Çeşme, Navarin, Sinop ve Haliç baskınları sonrası yaşananları tekrar yaşaması kaçınılmaz olacaktır. Biliyorsunuz Çeşme sonrası Kırım ve Boğazların tam kontrolünü, Navarin sonrası Yunanistan’ı, Sinop sonrası büyük ekonomik çıkarlarımızı, Haliç baskını sonrası donanmasızlık nedeni ile Kıbrıs, Balkanlar, Ege adaları, 12 adalar, Girit ve Libya’yı kaybettik. En önemlisi donanmasızlık nedeni ile Çanakkale’de anayurdumuz Anadolu’nun işgaline gelen armadayı denizde durduramadık ve 100 bin vatan evladını şehit verdik. Anadolu coğrafyasının donanmasızlığa ve tırnakları sökülmüş, ulusal koruma refleksini kaybetmiş donanmalara tahammülü yoktur.  Bu dijital terör saldırısı sonunda eğer bahriye kan kaybeder, seçkin denizcilerinin tasfiyesi başarılı olur ve bunun yansımaları gelecek günlerde denizlerimizde ulusal çıkarlarımızın aleyhine tecelli ederse, tarih ve gelecek nesiller önünde, bahriye üzerinde bu oyunu oynayanlar kadar, bu oyuna alet olanlar ile sessiz kalanlar da suçlu olacaktır. Takdir aziz milletimizindir."

Bu konuşmamdan sonra üye hâkim A.E. Peksak (Halen FETÖ’den hapiste) bana şu soruyu sormuştu:

"Konuşmanızda, açık bir şekilde defalarca da belirttiniz. İftira ve düzmece olarak yapıldığı iddia edilen birçok belgede ya da var olduğu iddia edilen bu belgelerin altında dijital yollarda son kaydedici veyahut da son kez yazanın sizin olduğunuz iddia ediliyor. Bu iftiralara maruz kalmanızın sizce sebebi nedir?”

Ben de cevaben şunları söylemiştim:

"Bunu size saatlerce anlatabilirim ama tek şey söyleyeceğim. Benim az önce söylediğim, “Mavi Vatan” dediğimiz denizlerimize sahip çıkmak; bu çerçevede dört ayrı Deniz Kuvvetleri Komutanı ile Türk Deniz Kuvvetlerinin stratejisini, konseptlerini oluşturan bir denizci, bir Amiral, bir stratejist, bir deniz tarihçisi olarak kendimi yetiştirmiş ve tarihin ve kaderin beni yetiştirdiği yerde ve zamanda bu hizmetleri sunmuş olmamdır.”

EMPERYALİZME DİRENELİM

Bugün aynı ikazımı yüce Türk milletine tekrar ediyorum. Direnelim. Emperyalizme dur diyelim. Utanç duymayı bile beceremeyen içimizdeki hainlere, celladına aşık Atlantikçilere yeter artık diyelim. İktidar ve muhalefete bir araya gelmeyi öğretelim. Jeopolitik çıkarların torunlarımızın geleceği olduğunu anlatalım. Mavi Vatanın ve denizcileşmenin geleceğimiz, savunmamız, güvenliğimiz, refah ve mutluluğumuz için ne denli önemli olduğunu, esnafa, işçiye, köylüye, memura, zanaatkara, sanatçıya, işadamına, öğretmene, çocuğa, gence, öğrenciye, kadına, erkeğe, gence, yaşlıya kısacası herkese anlatalım. Zira emperyalist saldırılar devam edecektir. 100 yıl önce denediler. Yine deneyecekler. Zaman Mustafa Kemal Atatürk ışığında birleşme zamanıdır. Muhtaç olduğumuz kudret onun dediği gibi damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur. Tarihimiz ise pusulamızdır.

(Dün idrak ettiğimiz 19 Eylül Gaziler Gününde, bizlere her türlü saldırıya, kumpasa, tehdit ve meydan okumaya rağmen bağımsız ve özgür bir cumhuriyette yaşama olanağı sunan Gazilerimize takdir ve şükranlarımı sunuyorum.)