1Trump’ın Suriye’den ABD kuvvetlerini çekme kararı karşısında “Ama Rusya ve İran’a yarayacak” tepkisi verenler ve “ABD başımızı daha büyük belaya sokacak” kaygısıyla konuşanlar oldu. Kendisine güvenmeyen ve bölge ülkelerinin güçbirliğini önemsemeyen bu aciz tutumun kökenlerinde neler olabilir?

Trump’ın Suriye’den çekilmesi pek çok kişiye “sürpriz” gibi geldi. Oysa Trump geçen yıl yine Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “Suriye’den çekileceğiz” mesajını vermiş ama ardından Pentagon’un ve Ulusal Güvenlik Danışmanlarının telkiniyle o kararını uygulamamıştı. Dahası, bunun ardından Pentagon, PYD/YPG/PKK örgütüne daha önce gönderdiklerinin en az on misli silah, cephane vb. askeri malzeme göndermişti.
Ancak Trump kendi iç ve dış kamuoyunda “tutarsız” olarak değerlendirilen kararlarına rağmen, onların isabetli olup olmadığı ayrı bir konu seçilmeden önce yaptığı vaatleri tek tek uygulamaya koyan bir Başkan. Nitekim o dönemde de “ABD niçin dünyanın polisi oluyor?” sorusunu birçok defa sormuş ve dünyanın çeşitli yerlerine konuşlandırılmış askerlerini geri çekeceğini duyurmuştu. O açıdan bakınca da “Suriye’den çekilme” kararında kendisi açısından hiçbir tutarsızlık yoktur.
Suriye ile ilgili kararının Rusya’nın ve İran’ın işine yarayacağı bu konuda yapılabilecek en kolay ve en ucuz tahmin. Bunun gerçek olacağını ben de kabul ediyorum. Ama bugünkü kuvvet dengelerinin söylettiği bu sözün ömrü ne kadardır, bilmiyoruz.
Bu karar yüzünden kimlerin başının belaya gireceğini sorunca aklıma ilk olarak PKK/PYD/YPG yapılanması geliyor. Türkiye’nin Suriye’de küçük bir iki cepte sıkışmış kalmış DEAŞ teröristlerini de temizlemesi söz konusu olduğuna göre, bir de onları ilave edebiliriz. Türkiye bu sırada “Enver Paşalaşmadıkça” yani gerçek gücünü görmeyip tüm Ortadoğu’yu düzenleme gibi maceralara girmedikçe, bu son gelişmelerden güçlenmiş olarak çıkar düşüncesindeyim.

2Deneyimli gazeteci Fatih Ertürk “Bir ülkenin halkı kendi parlamentosunu nasıl kapatır hâlâ anlamıyorum. TBMM Bütçe kapanış konuşması; ilk defa gazeteci yok, bakan yok, hükümet yok, liderlerin ikisi var. Konuşan lider yok. Meclis bitmiş. Yazık, çok yazık... “ mesajını paylaştı. Bütçe görüşmeleri Meclis’in iflasını mı gösterdi?

TBMM Bütçe görüşmelerini gazetelerden ve TV’de verilen haberlerden izledim. Meclisin içinde de bulunmuş bir kişi sıfatıyla söyleyeyim: Gazeteler ve TV’lerimiz o görüşmelerin yüzde birini bile kamuoyuna duyurmaz. O nedenle yazılanlar, buz dağının deniz üstünde görünen parçasından ibarettir.
Ancak son bütçe görüşmelerine bakanların, gazetecilerin ve liderlerden ikisi hariç diğerlerinin katılmamış olması, sevgili halkımızın maalesef “Başkanlık rejimine” geçme kararının somut sonucudur.
Hoş, Meclisin itibarının ve öneminin en önemli göstergesi, siyasi parti liderlerinin görüşmelere katılmasıdır. Oysa liderler artık TBMM görüşmelerine “lütfen” katılıyorlar.
Ya törenli bir toplantı olacak, ya o lider Genel Kurul’da konuşma yapacak, yahut da kamuoyunun çok önemsediği bir konuda görüşme yapılacaksa liderler Genel Kurula katılıyorlar. Tabii “imamla cemaat” ilişkisi gibi liderlerin katılmadığı toplantılar da boş sıralara yapılan konuşmalarla geçiyor. Bunlara bir de İçtüzük hükümlerinin Genel Kurulda anlamlı bir tartışmaya izin vermeyen hükümlerinin sebep olduğunu söylemeliyim.
Gazetecilerin Genel Kurul’u izlemesi önündeki en büyük engel, Genel Kurul salonundaki ses düzeninin kürsüden yapılan konuşmaların, ön sıralarda oturanlar dışında (salonun yarısından arkadaki sıralarda) anlaşılamamasıdır. O nedenle gazeteciler salonda kavga mavga yoksa kendi bürolarındaki TV ekranından izlemeyi tercih ederler.
Kısaca Fatih Ertürk, yukarıdaki sakıncalar giderilinceye ve Türkiye “iyi işleyen” bir parlamenter demokrasiye kavuşuncaya kadar bu gördüklerini görmeye devam edecektir.

3Uzun süredir sormadık hocam; Bu sıralar ne okuyorsunuz, ne izliyorsunuz, ne dinliyorsunuz?

Şu anda elimde Taha Akyol’un “19141915 Felaket Yıllarında Osmanlı ve Ermeniler” isimli araştırması var. Ondan önce yine Akyol’un “Ama Hangi Atatürk” ve “Bilinmeyen Lozan” isimli kitaplarını okudum. Aslında o arada Tufan Türenç’in “Babı Âlî’nin İçyüzü”, Kadri Gürsel’in “Ben de Sizin İçin Üzgünüm”, Necati Zincirkıran’ın “Olaylar, Anılar ve Gerçekler” , İrem Barutçu’nun “Bâbı Âlî Tanrıları: Simavi Ailesi”, Ahmet Sever’in “İçimde Kalmasın”, Mümtaz’er Türköne’nin “68 Kuşağı”, Haluk Şahin’in “Ada” isimli romanı, Prof. Dr. Kemal Alemdaroığlu’nun “Terörist Rektör” isimli Silivri anılarına ait kitaplarını okumuştum. Bunlardan bir kısmını ilgi duyduğum bir kısmını da yazmakta olduğum kitaplarla ilgili araştırma amacıyla okudum.
TV’den başka bir şey izlemiyorum. Klasik Batı Müziği dinliyorum.