“Orta Koridor”, Çin’in devasa Kuşak ve Yol girişiminde hayati önem taşıyor.

Çin’in Uygur bölgesinden çıkıp Orta Asya’yı kat ederek Türkiye üzerinden Avrupa’ya giden bu yolda dün tarihi bir dönüm noktası aşıldı.

China Railway Express, Marmaray’dan, yani Asya’yı Avrupa’ya bağlayan Marmaray tünelinden 7 Kasım 04.24 saati itibarıyla geçerek adını tarihe yazdırdı.

Asya ile Avrupa’yı bağlayan 15 bin kilometrelik eski İpek Yolu rotası, bin yıl sonra yeniden hayata dönmüş oldu.

Aynı gün ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 13 Kasım’da ABD’ye giderek Trump ile görüşeceği açıklandı.

Yıllardır söylüyorum, ABD’nin en büyük korkusu Çin ve onun Kuşak – Yol girişimidir.

Çünkü bu girişim, dünyadaki Atlantik hegemonyasını kırarak, Asya ve Güney merkezli bir kalkınma projesidir.

ABD’nin nükleerdonanmadolar kıskacını kıracak barışçıl bir insanlık tasarımıdır.

İşte bu yüzden ABD ve onu yöneten küresel sermaye, Çin’den nefret ediyor.

Bakın çok şematik bir örnek vereyim hemen.

Önceki gün Tayland’ın başkenti Bangkok’ta düzenlenen 22. ÇinASEAN Liderler Zirvesi’nde Çin Başbakanı Li Keçiang, "Biz, üç yıllığına ayarlanmış bir takvime (davranış kuralları metni) göre Güney Çin Denizi'nde barış ve istikrarın uzun vadede sürmesi için ulaşılan konsensüs çerçevesinde ASEAN ile birlikte çalışmaya hazırız." ifadesini kullandı.

Ertesi gün, Tayland’ın güneyinde Müslüman Yala bölgesinde ayrılıkçı grupların bir kontrol noktasına düzenlediği silahlı ve bombalı saldırıda en az 15 kişi yaşamını yitirdi.

Aynı denklem, Çin ile Kuşak ve Yol’da işbirliği yapan Pakistan, Malezya, Sri Lanka, Yeni Zelanda, Myanmar, Yemen, Suriye, İran, Irak, Türkiye vs. tüm bölge ülkeleri için geçerli.

Yüzlerce örnek sayabilirim. (bakınız: Sri Lanka saldırılarının nedeni 'Kuşak ve Yol'

Batılı propaganda makinası öyle sistemli çalışıyor ki, çıkarlarına karşı olan her olayı, kişiyi, toplumu, ülkeyi kolayca karalayıp, bir de suçlu çıkarıyor.

PROPAGANDA VE POST GERÇEKLİK

Voltaire.net sitesinden Fransız gazeteci Thierry Meyssan bu konuda güzel bir makale kaleme almış.

“Propaganda ve Post Gerçeklik” başlıklı yazısında, Avrupa kapitalizminin (faşizminin de) ürünü Propaganda’nın daha eski olduğunu, ilk olarak İngiliz milletvekili Charles Masterman, ABD’li gazeteci George Creel ve özellikle de hepimizin bildiği feci sonuçlarıyla birlikte Nazi Alman Joseph Goebbels tarafından teorileştirildiğini yazmış.

Propaganda, “İktidarın halkın katılımına gereksinim duyduğu siyasal sistemlerde, olabildiğince çok sayıda insanı belirli bir ideolojiye bağlamayı ve onu uygulamak üzere seferber etmeyi amaçlar. İyi ya da kötü niyetli olsun, ikna için kullanılan yöntemler aynıdır. Bununla birlikte, XX. yüzyılda, yalan ve yinelemenin kullanımı, farklı bakış açılarının ortadan kaldırılması ve kitle örgütlerinin içerisinde bir araya getirmeyi de içine alır.”

Hitler Almanyası ve İngiltere’de, “Üstün Irk” (Tolkien’in İngiliz Nazi Partisi üyesi olduğunu hatırlatayım), “Yahudi ve Komünizm düşmanlığı” gibi temalar üzerinden propaganda ABD’nin yakın tarihinde, “önleyici savaş”, ”terörle savaş”, ”demokrasi ihracı”, “ılımlı veya radikal İslam” gibi kılıflarla sürdürüldü.

Daha yeni moda olanı Post Gerçeklik ise bugünlere daha çok oturuyor. Türkiye’de AKP iktidarı, zamanında FETÖ ile birlikte bunu “algı yönetimi” olarak uyguladı ve lanse etti.

ABD’de Trump için kullanılanPostTruth da algı yönetiminin aynısı. Yani bildiğiniz yalan söylemek. Amiyane tabirle yalandolan.

Meyssan buna güncel bir örnek de vermiş: “Ebu Bekir El Bağdadi’nin kısa süre önce infaz edilmesi örneğini ele alalım. Hepimiz biliyoruz ki bir helikopter filosu, halk tarafından görülmeden veya Rus uçaksavar sistemleri tarafından tespit edilmeden alçaktan uçarak tüm Kuzey Suriye’yi geçemez. Bize anlatılan masalın imkansız olduğu gayet açıktır. Oysa değerlendirdiğimiz şeyi propaganda olarak yeniden sorgulamadan, ABD Özel Kuvvetleri tarafından köşeye sıkıştırılan Halife’nin iki mi, yoksa üç çocukla mı kendini patlattığını tartışıyoruz.”

“Klasik propagandada, ihtiyaca göre bazı gerçekleri gizleyerek ya da tahrif ederek tutarlı hikayeler anlatmaya çalışılırdı. Artık buna ihtiyaç yoktur. Çünkü artık ihtiyaca göre, gerçekliği işimize geldiği gibi ele alarak, güzel hikayelerle halkı ikna etmeye çalışmıyoruz. Fakat mesajların iletildiği bir ara bilinç durumuna sesleniyoruz. Bu helikopterler işinin imkansız olduğunun farkındayız, ama bunu bilinç alanımızdan çıkararak akıl yürütebiliriz. Zihnimizin bir bölümüne ket vurulmuştur. Kendi kendimize yalan söylemekteyiz.”

“Başka bir deyişle, bu anlatımın somut olguları aktarmadığını, ama bir mesaj ilettiğini içgüdüsel olarak anlıyoruz. Dolayısıyla somut gerçeklerle değil, ama anladığımız şekliyle kendimizi bir mesaj karşısında konumlandırıyoruz: Usame Bin Ladin gibi, Ebu BekirBağdadi de infaz edildi; Amerika Birleşik Devletleri güçlüdür.”

Meyssan’a bir ekleme de ben yapayım.

ABD’nin gücü, aslında ona ne kadar karşı olduğunuz değil, ne kadar yakın olduğunuzla ilgilidir.

Türkiye bunun en bariz örneğidir.

Bağdadi infaz edildi ve bir anda tüm sülalesinin Türkiye’de olduğu açıklandı.

Paralelinde 13 Kasım’da Trump’la görüşüleceği bildirildi.

Yine aynı zamanlarda, Patriot füzelerinin alınabileceği ve F35 projesinin hayatta olduğu da (ve Su35 uçaklarının alınmayacağı) MSB Akar tarafından dillendirildi.

S400’ler bir anda gündemden düşürüldü.

FETÖ’cüler bir biri ardına serbest bırakılıyor, görevlere getiriliyor.

Belli ki tehdit şantaj mekanizmaları fazlasıyla devrede.

MANTIĞIN YENİDEN KURULMASI

Propaganda ve post gerçeklik/algı yönetiminin en somut örneğini CIA maşası FETÖ’nün, ZamanTaraf gazetesi merkezli Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk ve Fenerbahçe kumpaslarında yaşadık, gördük.

Evet ABD güçlüdür.

Ama elleri kolları içinizde olduğu için güçlüdür.

Ekonominiz sıcak para ve dolara bağımlı olduğu için güçlüdür.

Çin’e karşı ise kağıttan kaplandır.

Ekonomik olarak da, askeri olarak da ABD’nin Çin ve Rusya’ya istediğini dikte ettirme şansı kalmadı.

Bunu ben değil NATO yetkilileri, Macron söylüyor, Alman Der Spiegel yazıyor.

Ancak ABD’nin hala güçlü olduğu bir alan var ki, bu çok etkili.

O da yazılı, işitsel, görsel, dijital her türlü medya ve tüm sosyal medya platformları.

Fransa’da bir yıla yaklaşan gercek bir halk hareketi olan sarı yeleklileri kaale almayan Batılı medya gözü, Hong Kong’daki paralı askerlerini demokrasi gösterisi diye yutturmayı başarıyor.

Yahut da Türkiye’ye ajanları aracılığıyla Uygur mezalimi yalanını yediriyor.

ABD’ye düşmanlık yüzde 90’larda ama, Asya’daki gelecek ortağımız Çin’e karşı da bu oran yüzde 68 gibi azımsanamayacak düzeyde.

Bugünlerde Amerikancı mahfillerce, (Suriye’deki PYD ile zaruri kontakları yüzünden) ABD ile aynı kefeye konmaya çalışılan Rusya bile Çin’den daha şanslı. Türk halkının yaklaşık yarısı Rusya’yı artık dost olarak görüyor.

Çin’in (Rusya ile birlikte belki de) asıl kırması gereken kilit bu işte.

Türk kamuoyu, medyası, diplomasisi ve akademisi, Çin ve Rusya’yı Atlantik eksenli kaynaklardan okuyor, tanıyor, takip ediyor.

Son dönemde Çin ve Rusya’dan medya hamleleri görüyoruz. Ancak dikkatli baktığınızda buralarda da Batıyı her daim referans alan isimleri görüyoruz. Elbette ki iyi gazetecilik temel kriter olmalı ama şuda unutulmamalı ki Türkiye, bir NATO ve SüperNATO ülkesidir. Ve her bir “başarılı” isim bu sistemin filtresinden geçerek gelmiştir.

İş bu (ister yandaş, ister muhalif kılıklı olsun) isimler bize algı yönetimini, gerçeklik kırılmasını, yeri geldiğinde en ilkel propaganda materyallerini hala yutturmaya çalışıyor.

Meyssan işte bu noktada gelinen noktayı şöyle özetliyor: “Postgerçekliğin panzehiri, her zaman gazetecilerin ve tarihçilerin işinin temeli olan gerçeklerin doğrulanması değil, mantığın yeniden kurulmasıdır. Bu nedenle, bugün yeni bir sansür uygulamasına ihtiyaç duyulmaktadır. Facebook twitter kullanıcılarının birçoğunun bağlantısı herhangi bir anda kesilmiştir. Birçok durumda, kullanıcılar neden sansür edildiklerini anlayamamaktadırlar. Bir bilgisayarın hangi yasaklı kelimeyi tespit ettiğini ya da gözetmenin hangi kaba tavrı yasakladığını boş yere aramaktadırlar. Aslında, çoğu zaman yüzlerine vurulan ve keyfi olarak cezalandırılan şey, akıl yürütmelerinde mantığı yeniden kurmaktır.”

İşte 10 yıldan beri yapmaya çalıştığım şey de tam olarak bu.

Verili hikayelerin yalanlanması değil, mantığın yeniden kurulmasını sağlamak.

Teknoloji çağında aynı zamanda hurafeyigerçeklik kırılmasını eksenine alan yeni bir ortaçağ yaşadığımızı filozoflar saptıyor.

DOĞRUDAN İLİŞKİLER ŞART

Ben de bir aydın olarak işte bu Batılı hurafe düzenini kırmak, barışın, refahın önündeki yalanlardan oluşan engelleri kaldırmak için kalem oynatıyorum.

Rusya’da Batı hayranı Ruslara “Zapatnik” deniyor.

Batı’ya öykünen, Amerika sevicisi Çinlilere ise Çin argosunda “Xiangjiao” yani muz deniyormuş. Dışı sarı, içi beyaz anlamında.

Bizdekilere ise eskiden tanzimat veya mütareke aydını, şimdilerde ise daha çok liboş, haçlı irtica veya kırık solcu deniyor.

Son 70 yılda bırakın güncel olayları, din ve tarih bile Batı ile uyumlandırılıp sunulmuştur.

İster yakın Cumhuriyet tarihi, ister Osmanlı ve Selçuklu, ister proto Türk tarihi bize Avrupalı çarpıtılmış kanallardan boca edildi dimağlarımıza.

17 bin yıllık TürkAltay uygarlığının devamı, demir ve atı ilk kez kullanan dünyanın dört bir yanında devlet kurucusu olmuş atalarımız, barbarcahilnomad olmakla suçlanıyor. Halbuki tek tanrılı, örfü adeti olan (Türk, Töresi olan demektir) ilk uygarlığız. Tüm Ortadoğu dinleri ve budizmin öncülü ‘Gök Tanrı’ kültürü silinmek, unutturulmak isteniyor. Makyavelli‘nin Prens’inden yüzlerce yıl önce Siyasetname’yi yazan Nizamülmülk yok sayılıyor. Atatürk’ün aynı ortak kökenden geldiğimizi göstermek için Türksoy isimli opera yazdırdığı İran, bize düşman edilmek isteniyor.

Çin için de benzer şeyler geçerli. Matbaayı Gutenberg değil, ondan 550 yıl önce Kore ve Çinli ustalar buldu. Kağıt parayı ilk uygurlar kullandı. Pusula, barut, kağıt, Paskal üçgenini ondan 600 yıl, Newton’un yerçekimi kanununu yine ondan 2 bin yıl önce Çinliler keşfetmişti.

Buhar makinasının mucidi Watt’ın doğumundan 600 yıl önce Çin’de buharlı makinalar kullanımdaydı.

Bunları ben söylemiyorum. Bir İngiliz bilimadamı Joseph Needham, 26 ciltlik Çin bilim tarihi serisinde yazıyor.

Aynı Çinliler, batı basınına bakarsanız, köpek yiyor, idrar içiyor, (bizim Kahpe Bizans filmlerindeki gibi) çeşitli projelerle sürekli hainlik ve desise peşinde koşuyor.

Bir trenle nereden nereye geldik.

Kuşak ve Yol’un treni geçti geçmesine Marmaray’dan ama, bizim kafaların da değişmesi lazım.

Biz derken Çinlileri ve Rusları da kastediyorum.

Ortak düşmanımız Amerika veya Avrupa değil.

Kapitalizm, emperyalizm ve onların yalanlarıdır.

İşte o yüzden birbirimizle doğrudan katışıksız ilişki kurmanın zamanı geldi de geçiyor bile.

ŞİÖBRICSKVY hemen, acilen.