Aydın Karataş

Kıtlığın olduğu 19401946 yılları arasında Köy Enstitüleri'ne ait alanlarda, 15 bin dönüm tarla tarıma elverişli hale getirilmiş, 750 bin fidan dikilmiş, bin 200 dönüm bağ oluşturulmuş, 9 bin baş hayvan yetiştirilmiştir. 150 büyük yapı, 60 işlik, 210 öğretmenevi, 20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır, 12 elektrik santrali, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 3 balıkhane, 100 km. yol yapılmış, su boruları döşenmiş, kanalizasyon hatları açılmıştır.

Aydın Karataş

“Üretmeden tüketmek en büyük ahlaksızlıktır.” Pazarören Köy Enstitüsü kapı girişi.

İlk denemeleri Eğitmen Kursları olan, 1940’ta açılan ve ömrü kısa süren Köy Enstitüleri, bize özgü en verimli, en önemli eğitim kurumlarıydı. Köy Enstitüleri sadece köy öğretmeni yetiştiren bir kurum değil, aynı zamanda kendine özgü üretim merkezleriydi. Köy Enstitüleri'nin kurulmasındaki asıl amaç, köyün ve köylünün kalkındırılmasıydı. İsmail Hakkı Tonguç’a göre “Varlıklı ve mutlu insanların yurdu olabilmek için köye iş yapmasını bilen öğretmeni ve iş araçlarını sokmak gerekli” idi.

Köy Enstitüleri'nin çoğu yerleşim yerlerinin uzağında, kırsal kesimde kurulmuştur. İlkokulu yeni bitiren 1112 yaşlarındaki köy çocukları başlarındaki öğretmenlerle önceleri çadırda yatmışlar, zor koşullarda imece usulüyle kendi binalarını kendileri yapmışlardır. Çoğu Köy Enstitüsü, gereksinimi olan inşaat ve tarım malzemelerini kendileri sağlamışlardır. Zamanla kendi değirmen ve fırınlarını kurmuş, üretim kooperatifleri oluşturmuş, yol yapmış, elektrik santrallerini kurarak ışığa kavuşmuşlardır.

EĞİTİM, ÜRETİM İÇİNDİR

81 yıl önce, 17 Nisan 1940’ta TBMM’de kabul edilen 3803 sayılı Köy Enstitüleri Yasası’nın gerekçesinde şu ifade dikkat çekicidir: “Devlet elinin süratle köylere uzatılması, köylünün okutulması, eğitilmesi, üretim yeteneklerinin artırılması, sağlık işlerinin yoluna konması zorunludur.” Söz konusu yasanın altıncı maddesi de şöyledir: “Köy Enstitüleri'nden mezun öğretmenler, tayin edildikleri köylerin her türlü öğretim ve eğitim işlerini görürler. Ziraat işlerinin fennî bir şekilde yapılması için bizzat meydana getirecekleri örnek tarla, bağ ve bahçe, atölye gibi tesislerle köylülere rehberlik eder ve köylülerin bunlardan istifade etmelerini temin ederler.”

Köy Enstitüleri'nde eğitim ve öğretim sadece kuru bilgi aktarılmasından oluşmamış, yasadaki amaca uygun iş yaparak öğrenme esas alınmıştır. Bu yüzden öğrenilen bilgiler de kolay kolay unutulmamıştır. Köy Enstitüsü mezunu öğretmenler çalıştıkları köylerde her yönden köylüye örnek olmuşlar, tarım ve hayvancılıkta yaptıkları üretimlerle köylünün gönlünü kazanmışlardır. Birçok Köy Enstitülü öğretmen yaşlandıklarında da enstitüde öğrendiklerini unutmadıklarını belirtmişlerdir.

Öğrenciler üretim içinde eğitilirken kalıcı yeni değerler kazanmışlardır. Kazanılan değerlerin bir kısmı şunlardır: Plan yapma, zamanı doğru kullanma, özgüven kazanma, birlikte iş yapma alışkanlığı, yardımlaşma, arkadaşlık duygusunun pekişmesi, bir şeyi üretme sevinci duyma.

İkinci Dünya Savaşı’nın hüküm sürdüğü, yokluk ve kıtlığın egemen olduğu 19401946 yılları arasında Köy Enstitüleri'ne ait alanlarda, 15 bin dönüm tarla tarıma elverişli hale getirilmiş ve enstitü öğrencilerinin uygulamalı eğitim gördüğü çiftlikler yapılmıştır. Aynı dönemde 750 bin yeni fidan dikilmiş, 1200 dönüm bağ oluşturulmuş, 1.500 dönüm arazi sebze tarımı için uygun hale getirilmiş ve 9.000 baş hayvan yetiştirilmiştir. Ülke çapında 150 büyük yapı, 60 işlik, 210 öğretmenevi, 20 uygulama okulu, 36 ambar ve depo, 48 ahır ve samanlık, 12 elektrik santrali, 16 su deposu, 12 tarım deposu, 3 balıkhane, 100 km. yol yapılmış ve bunlardan başka su boruları döşenmiş, kanalizasyon hatları açılmıştır.

KOOPERATİFÇİLİK

Köy Enstitüleri'nin son sınıfında haftada bir saat üzerinden kooperatifçilik dersi yer alıyordu.

Her enstitüde bir kooperatif kurulmuştur. Bu kooperatiflerde öğrencilerin uygulama yapmaları, öğrencilerde karşılıklı görev ve dayanışma ruhunun geliştirilmesi amaçlanmıştır. Yönetiminde öğretmen, öğrenci ve halk üçlüsünün temsil edildiği bu kooperatifler, öğrenciler için bir uygulama alanı olduğu gibi, çevre halkına, öğrencilere, öğretmenlere hizmette bulunuyordu. Kooperatifler, bir yandan enstitü bölgesindeki okulların araç gereç gereksinimlerini, öte yandan, köylünün tek başına edinemeyeceği kimi temel maddeleri ve tarım araçlarını ucuza sağlıyordu. Bu arada köylünün ürünlerini pazarlamada da yararlı oluyordu.

TUTUMLU OLMA VE İSRAFTAN KAÇINMA

19 Mart 1940’ta Başbakan Refik Saydam tarafından Meclis’e sunulan tasarı görüşülürken yeni açılacak olan Köy Enstitüleri'nin hem inşa edilmesi, hem de buralarda öğrenci yetiştirilmesi süreciyle birleştiğinde sadece inşaat ve tamirat işlerinde en az 7 milyon lira harcanacağı öngörülmüş, bu miktarın imece yoluyla öğrenciler tarafından yapıldığı takdirde 3 milyon lira ile halletmek mümkün olabileceği vurgulanmıştır. Bu görüşe destek olarak da eğitmen kurslarında bulunan eğitmenlerin 50 bin lira değerindeki bir okul binasını 20 bin liraya yapması örneği verilmiştir. 

Köy Enstitüleri'nde inşaat için gerekli olan taş, tuğla, kum, kireç enstitülerin kendi olanaklarıyla hazırlanmıştır. Yeri gelmiş tuğla kesilmiş, yeri gelmiş kerpiç dökülmüştür. Piyasada zor bulunan çivi, daha önce kullanılmış çivilerin doğrultulmasıyla elde edilmiştir. Doğrama işleri için hızar makinaları satın alınmıştır. Kefenlik bezin bile bulunmadığı ortamda dokuma tezgâhları kurulmuş, bez üretilmiş, öğrenciler giysilerini kendileri dikmiştir. Demir işliklerinde sobalar ve soba boruları yapılmıştır.

Akçadağ Köy Enstitüsü Müdürü Şerif Tekben’in verdiği bilgilere göre piyasada 140 kuruşa satılan pirinç, enstitünün kooperatifi tarafından ihale yoluyla 110 kuruşa alınmıştır. Enstitü, piyasada kilosu 120 kuruşa olan ekmeklik buğday 5 kuruşa, piyasada 2 milyon liraya mal edilecek dikiş giderlerini 5060 bin liraya mal etmiştir. Tekben, 19401946 yılları arası enstitülerine devlet bütçesinden ayrılan paranın 1 milyon 624 bin 828 lira olduğunu, enstitünün kendi yapıp ürettiklerinin para olarak değerinin 2 milyon 803 bin lira olduğunu belirtmiştir.   

Daha önce hiç balıkçılık yapılmayan Sapanca Gölü’nde Arifiye Köy Enstitüsü öğrencileri balıkçılığı başlatmış, köylülere örnek olmuşlardır. 1945 yılında her gün 300400 kg. balık tutan öğrenciler, haftada iki gün balık yemişler, balığın kilosunu 5 kuruşa mal etmişlerdir.

Köy Enstitüleri'nde tasarruf esastı. Öğrenciler tutumlu olmaya ve israftan kaçınmaya özendirilirdi. Gelen zarflar ters çevrilip tekrar kullanılırdı. Tahta olarak kullanılabilecek parçanın soba yakmada kullanılması bile cezayı gerektirirdi.

ÜRETKEN İNSAN YETİŞTİRME

Kuşkusuz 14 yıllık uygulama süresinde Köy Enstitüleri'nin yetiştirdiği en önemli değer, yurtsever, üretken aydınlardır. 21’e ulaşan Köy Enstitüleri'nden, kapatılmalarına kadar 1,398’i kadın, 15,943’ü erkek olmak üzere 17,341 köy öğretmeni diploma almıştır. Aynı dönemde, enstitülerde 1,699 sağlık memuru yetişmiştir. Köy Enstitüsü mezunları yurdun dört bir yanına yayılmışlar; görev yaptıkları kırsalda Cumhuriyet yurttaşı olarak çevrelerini her yönden aydınlatmışlardır. Okurken kendi okullarını yapan Köy Enstitüsü mezunu öğretmen atandığı köylerde de ya yeni okul yapmışlar, ya da var olan okulu onarmışlar, kullanılabilir hale getirmişlerdir. 56 bin köy okulunun yapımı imece yöntemiyle gerçekleştirilmiştir.

Birçok yazar, sanatçı, şair, akademisyen Köy Enstitüsü mezunları arasından çıkmış, bu mezunlar ülkemiz eğitim, kültür ve sanatına önemli katkılarda bulunmuşlardır.

İkinci Dünya Paylaşım Savaşı’nın zor koşullarında ülkemizi savaşa sokmamak için yoğun ve başarılı bir uğraşı veren Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Köy Enstitüleri'nin sayısını 40’a, 60’a çıkarmak istiyordu. Yine İnönü, 200 bin tarımcı yetiştirmeyi hedefliyordu. Dıştaki ve içteki olumsuz gelişmeler hedeflenen toplumsal kalkınma hamlesini yarım bıraktırdı. Ne toprak reformu yapılabildi, ne de eğitim reformu tam olarak gerçekleşebildi.

Günümüzde okullarımızda hâlâ ezberci eğitim geçerli. Üniversitelerimiz bile üretken değil. Üretmeyen, sadece tüketen kuşaklar yetiştiriliyor ne yazık ki! Ülkemiz toplumsal kalkınma için üretim devrimi yapmak zorundadır. Kuşkusuz Köy Enstitüleri ekonomik, sosyal, kültürel, toplumsal yapımız çok değiştiği için yeniden açılamaz. Ancak, “iş içinde, iş aracılığıyla, iş için öğretim” yöntemi eğitimimizin her aşamasında geçerli kılınabilir.