Davaya konu olan Ümraniye bombalarını kimse görmedi... Çünkü ortada bomba filan yoktu. Bütün bu karmaşanın, tutarsızlıkların, tiyatroların, kılıf bulma çabalarının başka nedeni olamazdı.

OKTAY YILDIRIM

Ortada bomba olsaydı, gerçekten ortada olurdu. Numarası da değişmezdi, fotoğrafı da olurdu, videosu da olurdu, her mahkemenin de huzuruna çıkarılırdı...

Özetle, bombalar 18.30’da karakolda, 20.30’da gecekonduda. Bütün tutanaklar düzmece. Olay yeri bütünüyle karanlıkta, tanık yok, video yok, fotoğraf yok, kroki yok, rapor yok, inceleme yok, kimse orada ne olup bittiğini bilmiyor, herkes birbirini yalanlıyor.

Daha beteri askeri mahkemedeki sorgularında polis Habil Gürgenç, “Bombaları bulunduğu yerden kendilerinin çıkarmadığını, olay yerine gittiklerinde, çatının dışında kendilerine teslim edildiğini” söyledi. Bombaları bulmanın sorumluluğunu almıyordu.

Peki, sayın savcılık makamı “usule ve hukuka uygun olarak yapılan aramael koyma işlemi” diyerek o polisin bile almadığı sorumluluğu, nasıl alıyor? Şaşırtıcı!

KAYIP C4’LER NEREDE

İhbarcı sandığın içindekileri o kadar ayrıntılı anlattı ki, mahkeme başkanının bile dikkatini çekti ve neden bu kadar ayrıntılı incelemek gereği duyduğunu sordu. Her sorulduğunda, “Çok sayıda bomba ve bir tane kutu gördüğünü, kutunun bantla sarılı olduğunu, eline alıp salladığını” söyledi.

Sorgusunda tam altı defa “bir kutu” dedi... Oysa ortaya çıkan video kaydında bir tane değil, tam 12 tane kutu vardı ve “bantlı kutuyu elime alıp salladım” dediği o kutulardan hiç birinde veya bantın üzerinde parmak izi çıkmadı.

İhbarcıya göre sandıkta bir de C4 kalıbı vardı. Bundan o kadar emindi ki, her ifadesinde söyledi. Hatta en son askeri mahkemeye gönderilen ifadesinde C4 kalıbının bir sabun kalıbına benzediğini ayrıntılı şekilde tarif etti ki, C4 gerçekten de sabun kalıbı formundadır. Görmeyen tarif edemez.

Üstelik bu C4 kalıplarını askeri heyetin üyelerinden Ord. Alb. Selami Aslan da görmüştü. Emniyet Müdürlüğü’ne gittiği sırada kendisine gösterilen bombaların yanında, C4 plastik patlayıcı ve başkaca patlayıcı fünyeleri gördüğünü söyledi. O tarihte, yani 25 Haziran’da, Ümraniye dışında patlayıcı madde bulunduğu iddia edilen başka bir arama yoktu. Ama C4 ve ateşleme fünyeleri, daha sonra yapılacak olan başka aramalarda bulundu. Yani ihbarcının anlattıkları, askeri heyetin gördükleri ve tutanaklara yansıyanlar aynı değildi.

Bütün bunlar bu aramanın hukuka aykırı olduğu konusunda Yargıtay bozma ilamının dayandığından çok daha fazla gerekçe sunuyor, ama savcılık mütalaası bunları gözden kaçırıyor. Hani burada hukuk?

Ama durun, daha beteri var...

DÜZMECE TUTANAKLAR NASIL AYARLANDI

Ortada bir video var. Polis çekmiş, ama dava dosyasına konulmamıştı. Bombaların gecekonduda bulunmuş gibi anlaşılabilmesi için tutanakları nasıl ayarlamaları gerektiğini konuşuyorlardı. 4954 nolu ekip doğrudan karakola gelmişti. Karakoldaki bombaları görünce parmak izi incelemesi yapmak istediler, izin verilmedi. İzin verilmediğini tutanaklarına yazdılar. Arama sırasında olay yerinde video ve fotoğraf çekimi yapılıp yapılmadığını sordular, “evet yaptık” cevabı verildi. Bunu da tutanaklarına yazdılar. Ama yapılmamıştı ve böylece onların gecekonduya gidişi engellenmişti.

Onlar da sesleri kaydettiğinden diğer polislerin haberdar olmadığı anlaşılan, 7.32 dk’lık bir video çekip gittiler. Bu kayıt dava dosyasında yoktu ve tam 23 ay sonra ortaya çıktı. Bu kayıtta polisler aralarında, tutanakların olay yerinde düzenlenmiş gibi gösterilmesi ve bombaların gecekonduda bulunmuş gibi anlaşılması için ne yapılması gerektiğini tartışıp ortak kararlar veriyorlardı. Pervasızdılar, küfürler ediyorlar hatta sekiz ay önceden soruşturmanın adını bile biliyorlardı. Konuşmaların bazıları şöyle:

Genelkurmay filan var bunun altında

O.... çocuğu

Ya bu komtan da ( komtanlar) gerçekten toplumu kutuplara ayırdı ya...

Şimdi olay tutanağı olay yerinde tutulur.

Olay yeri tutanağı bilgisayarda yazılır mı?

Mahkemede deyin olay yerinde tutulan tutanak...

Hani olay tutanağı filimlerde yapıyorduk ya!

Yav olay yeri tutanağı bilgisayarda yazılır mı?

Olay yeri tutanağı diyorum bilgisayarda yazılabilir...

Hı hı... Bir şey olmaz diyorsun, olur mu?

O zaman, sen de şey dersin ya...

Hani adam diyor ki, bilgisayarı nerede buldun olay yerinde diyecek sana...

Olay yeri yazarsak...

Adam diyecek ki çatıya bilgisayar mı çıkardın?

Olay yerinde ellen yazılır...

Biz şahısları buraya getirdikten sonra tutanağa başladık deriz...

Olmaz yani o diyom, yani adam diyecek ki çatıya bilgisayar mı çıkardın diyecek sana...

Tamam bu şekilde yazalım...

Ama şöyle de düşünülür yani orda not şeklinde almış burada yazmış olabilir.

Yani olay yerinde aldığı notlardan sonra büroda büroda tutanak tutulmuş da olabilir...

O şekilde, o şekilde...

Olur, biter yani...

Hadi karar verin bilgisayarda yazacaksan geç...

Bilgisayarda yaz ya bi şey olmaz...

Ya bir adet şey...

Soruşturma hatası ve..

Soruşturma Ergenekon olduğu zaman s...kerim hakimi de savcıyı da!

Ha bunu kime diye bulalım aramada...

CD’ye cevap verme telaşı başladı. Savcılar önce, “biz duymadık...” dediler. Ben de tekrar dinletmek istedim. O zamanki Mahkeme Başkanı Köksal Şengün tutanaklara geçen şu tarihi sözü söyledi: “İkinci kez değil beşinci kez de dinletseniz duymayana duyuramazsınız...”

4. ACM savcılığı bu video hakkında mütalaasına ne yazdı: “Sanık Oktay Yıldırım’ın duruşma safhasında celp ettirdiği el bombalarının görüntü kaydına ilişkin Ümraniye Emniyet Müdürlüğü kayıtlarında, görevli polis memurlarının ‘Ergenekon’ adından bahsettiğini ifade ederek, görüntülerin ayrıntılı çözümü istenmiş, mahkemece bu ifadenin var olup olmadığına ilişkin somut tespit ve inceleme yaptırılmamıştır.’’ (s.63)

Bu da mütalaa hazırlanmadan önce dava dosyasının yeterince incelenemediğini gösteriyor. Çünkü TÜBİTAK o zaman büyük tartışmaya neden olacak şekilde bu sesleri örtbas etmeye çalışmıştı.

TÜBİTAK’IN ÖRTBAS ETME ÇABASI

İncelemeyi yapan, Mehmet Uğur Doğan’dı. Bu isim aynı zamanda Balyoz davasının ünlü bilirkişisi olan Hayrettin Bahşi’yi Beşiktaş savcılarına götüren kişiydi. Altlı üstü oturuyor, hatta kablo tv’yi bile ortak kullanıyorlardı. Hayrettin Bahşi, Bilge Karabacak ve Tahsin Türköz ile birlikte TÜBİTAK’taki görevine 2014’te son verildikten sonra ortadan kaybolmuştu.

İşte bu adamların yaptığı incelemede, dinlerken ayan beyan duyduğunuz “Ergenekon” kelimesi tutanaklara “mazeret” olarak yazılmıştı. Nasıl?

Bu videonun çözümlemesi bir ses tanıma ve eşleştirme yazılımı ile yapılıyor. Yazılım duyduğu sesi, bünyesindeki sözlükle karşılaştırarak eşleştiği kelimeyi rapora yazıyor. Eğer sözlükte Ergenekon kelimesi yoksa ya da çıkarılmışsa o kelimeyi duysa bile eşleştiremiyor. Peki bu işlemi yapmak kolay mı? Yazılımı TÜBİTAK için

Mehmet Uğur Doğan ve arkadaşları hazırladığı için, bu işlem hiç te zor olmasa gerek...

Elbette bu kişiler ne mahkemeye çağırılıp dinlendi, ne de telefon kayıtları incelendi.

TUTANAKLARIN İÇERİKLERİ DE FARKLI

Yargıtay, bozma kararında tutanaklarda çelişki olmasının hukuka aykırı olduğunu özellikle belirtmiş olmasına rağmen, tutanaklardaki büyük çelişkiler görmezden gelinmiştir. Bu çelişkileri mahkemede anlattıktan çok sonra sözde bilirkişi incelemesi yapıldı, sorduğum 39 sorudan 24 tanesine cevap verilemedi. Ama bu davanın klasik gerekçesi koca bilirkişi raporunun özeti olmuştu: “SEHVEN...”

Oysa askeri heyetin yazdığı bomba numaraları farklı, TEM ekibininki farklı, imhacılarınki farklı hatta bilirkişininki bile farklıydı. Sayılar tutmuyordu. O kadar ki, mahkemede hakimler kendi delil dolaplarından bomba fotoğrafları getirdiler, herkesin önünde saydık, onlar bile farklı çıktı. Tesadüf müdür?

Bütün bu farklı numaraları topladığımızda ise 38 bomba gövdesi ve 39 maşa olduğu tespit edilmişti. Peki, neden bu karışıklık? Neden bu karmaşa? Ortada bir bomba varsa, numarası da varsa her tutanakta farklı bir numara yazar mı?

BOMBALARDA PARMAK İZİ ARANMADI

Son derece tuhaf bir parmak izi öyküsü anlatacağım size. Şakirtlerin bütün soruları bilmesi gibi, herkes soruları çaldıkları ortaya çıkınca işin aslını anlayabilmişti...

Bakınız ben 16 haziran 2007 tarihinde 23 dakikalık bir yargılama sonucunda tutuklandım. Bana bombaların üzerinde parmak izimin bulunduğu söylendi. Yıllar sonra ortaya çıktı ki, parmak izi raporunun tarihi 18 Haziran idi... Yani beni tutuklayan hakim, rapor çıkmadan biliyordu.

İddianamede de parmak izimin nerede bulunduğu belli değildi, 421. sayfasında sandık içindeki malzemelerde bulunduğu söyleniyordu, oysa burada yazılı malzemelerin hiç biri üzerinde parmak izi incelemesi yapılmamıştı. Ekspertiz raporunda da bu malzemeler yoktu zaten. İddianamenin 446. sayfasında; kasa üzerinde bulunduğu yazılıydı. 534.’ncü sayfasında ise bombalar üzerinde bulunduğu yazılmıştı. Oysa kasa ya da bombalar üzerinde parmak izi incelemesi yapılmamıştı, yapmak isteyen ekibe de engel olunmuştu. Ama 2 bin 500 sayfadan fazla olan ve her ayrıntının yazılı olduğu iddianamede tek satır olsun, “yapışkan bant yüzeyinden” söz edilmiyordu. Ne garip değil mi?

Oradaki polisler bombaları kimseye vermiyor, parmak izi incelemesi yapılmıyor, olay yerine kimse sokulmuyor, ihbarcı ile defalarca gecekonduya geliniyor. Olay yerindeki sakıncalı izler mi yok edildi? Bilinmiyor, tanık ya da tutanak yok.

JANDARMA’NIN RAPORU DURUMU AÇIKLIYOR

Davanın ilerleyen aşamalarında askeri mahkemede, bir parmak izinin metal ya da cam yüzeylerden, piyasada satılan veya polisin kullandığı bantlarla aynı özellikteki yapışkan bantlarla alınıp alınamayacağının Jandarma Kriminal Dairesine sorulmasını istedik. Çünkü ruhsatlı silahımda parmak izlerim vardı ve bu adamlar gözaltı boyunca hep cam bardakta çay verdiler.

Onlar da hem literatüre hem de bu sorumuz nedeniyle yaptıkları deneye göre cevap verdiler: Bu işlem piyasadan alınan bir yapışkan bant ile kolaylıkla yapılabiliyordu.

Üstelik 18 denemeden 8’inde yapışkan bant yüzeyine alınan parmak izi, ikinci bir yüzeye de nakledilebiliyordu. Yani ikinci yüzeye nakletmek başarı oranını düşürüyordu.

Neden bombalar üzerinde parmak izi incelemesi yapılmadığını ve parmak izlerinin neden bir kutuda değil de bant yüzeyinde bulunduğunu açıklamaya bu rapor yetiyordu. Eğer o gece 4954 kod numaralı olay yeri inceleme ekibine izin verilseydi ve olay yeri de incelenseydi, belki istenmeyen sonuçlar doğacaktı. İşte bu da o parmak izinin hikâyesidir.

İMHA TİYATROSU

Bu davada başka hiç bir bomba ya da delil imha edilmedi. Hatta Cumhuriyet gazetesine atılanlar bile... Bakınız, Yargıtay bozma ilamında, mahkemeye getirilip tartışılmayan deliller hakkında karar verilemeyeceği, özellikle belirtiliyor. Fakat bu davanın en önemli kanıtı sayılan sözüm ona bombalar, üzerlerinde hiçbir inceleme yapılmadan, sanıklaravukatlarsavcılar, ya da hakimler görmeden, gizlice yok edilmişti.

Yasadışı imha kararı daha ilk gün çıkarıldı. Herkesten gizlendi ki, ititraz eden olmasın. Kanunda bu karara uygun madde yoktu, ama uyduruldu: CMK. 137. Bu madde suç kanıtı olmayan telefon dinleme kayıtlarının silinmesini düzenliyordu, ama bomba imha etmek için kullandılar.

Daha sonra HSYK’ya başvurduk, itiraz ettik. Şu anda başkan vekili ve bütün üyeleri FETÖ zanlısı olarak hapiste olan bu kurul ne cevap verdi biliyor musunuz: “Sehven olmuş.”

Özet olarak: Delil yok edilemez. Yok edilmişse delil değildir. Delil niteliği taşımayan iletişim kayıtları ile bomba aynı şey değildir. Peki, mütalaayı yazan savcılık bunun farkında değil mi?

Sözde imha işlemini de tıpkı arama gibi kimseler görmedi, video ya da fotoğraf kaydı yok. Jandarma bölgesinde işlem yapıldı, ama jandarmaya haber verilmedi. Aynı polislerin icraatıydı, aynı adamlar buldu, aynı adamlar inceledi, aynı adamlar imha etti.

İmha kararından sonra 12 gün boyunca imha işlemi yapılmadı. 25 Haziran 2007 günü bir askeri heyet, Emniyet Müdürlüğü’ne geldi ve bombaları görüp numaralarını yazdı, ama bunların askeri malzeme olup olmadığının anlaşılması için ayrıntılı inceleme yapmaları gerektiğini söylediler. Askerler kışlalarına döndükten hemen sonraki gün apar topar imha işlemi yapıldı. İmha edileceği o askerlere de söylenmedi, çünkü askerler 5 Temmuz 2007 günü Emniyet Müdürlüğü’ne ulaşan yazıları ile ayrıntılı inceleme talebini tekrar ettiler. Fakat artık çok geçti.

Bilirkişi kendisine sorduğum 39 sorudan 25 tanesine cevap vermekten kaçındı.

Sözde imha işlemine kılıf bulabilmek için bilimsel olarak imkansız beyanlar, imha yöntemi olarak anlatıldı. Bilirkişinin verdiği o raporu da bombaları da tartışmalıydık, huzura bilirkişi gelmeli ve sorularımıza cevaplar vermeliydi, ama yapılmadı.

Bombaları kimse görmedi... Çünkü ortada bomba filan yoktu. Bütün bu karmaşanın, tutarsızlıkların, tiyatroların, kılıf bulma çabalarının başka nedeni olamazdı. Ortada bomba olsaydı, gerçekten ortada olurdu. Numarası da değişmezdi, fotoğrafı da olurdu, videosu da olurdu, her mahkemenin de huzuruna da çıkarılırdı...

HEP AYNI POLİSLER

Savcılık mütalaasında, her işlemi aynı polislerin yapmasının hukuka aykırı olduğu açıkça belirtiliyor. Bu aykırılık en belirgin şekilde Ümraniye tiyatrosunda ortaya çıkıyor. Arama tiyatrosu, sözde inceleme raporu ya da imha tiyatrosunu icra edenler ya hep aynı polisler ya da ekipten birileri mutlaka işin içinde...

234482 sicil numaralı polis, hem olay tutanağında, hem inceleme raporunda, hem de imha tutanağında var...

179302 numaralı polis, hem olay tutanağında, hem inceleme raporunda var.

163214 numaralı polis, hem olay tutanağında hem de bilgisayarla yazılan TEM tutanağında var.

148170 (Ya da 140870) her iki sicil numarası da aynı imzayı kulanmış, yani aynı kişi. Bu da hem, olay tutanağında, hem de inceleme raporunda var. Şimdi bu normal mi?

Hani burada hukuk, hani burada usül?

Bütün bu tiyatro oynandı, çünkü kumpas böyle başlatıldı. Daha ilk günden bu soruşturmanın Ergenekon olacağının bilinmesi, hemen iki gün içinde Danıştay dava dosyasının istenmesi bu yüzdendi. Bu sözde dava milli vicdanda bitti. Daha o gün, yüzbinler mahkeme kapılarına dayandığında bitti.

Aydınlık