Kadir Mısıroğlu’nun, Atatürk’le ve Cumhuriyet’le ilgili hakaret dolu hezeyanlarını yıllarca dinledik

18 Ekim 2019’da ölen Nuri Pakdil de, bundan bir yıl kadar önce, yani Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıldönümüne rastlayan tarihlerde, Mehmet Yarar’la yaptığı bir konuşmada, “1923’te uygarlığımızdan koparıldık!” demişti. (Köprü Dergisi, sayı 11; EylülEkim 2018, Berlin, s. 32). Tıpkı Kadir Mısıroğlu gibi, Nuri Pakdil de, bir Cumhuriyet düşmanı olarak geçirdi hayatını.

Pakdil’den bir alıntı:
“Halkımızın uygarlık değerlerini İslam Öğretisi oluşturmuştur. Türk halkı, Ortadoğu uygarlığını oluşturan halklardan birisidir. Batılılaşma adına, bizi uygarlığımızdan koparmak isteyenleri biliyoruz. 1923’te yabancılaştırma girişimleriyle uygarlığımızdan koparıldık. Halkımız Batı uygarlığı içine, Batı düşüncesi içine sokulmak istendi. Cumhuriyet yönetimi, ‘Batılılaşma’yı amaç edinmişti. Ne var ki bu yöneliş halkımızın uygarlık değerleriyle çelişiyordu.” (Yukarıda adı geçen dergi, s. 34)

Şu anda ise, onların rolünü (İsmail Kahraman’ı ve benzerlerini parantez içine alırsak!) Fatih Tezcan üstlenmiş görünüyor.

*

Bu hakaret dolu ve soruşturmaya uğramayan düşmanlık(lar), bir analizi gerektirmiyor mu?

Mısıroğlu’nun cenazesine olduğu gibi, Pakdil’in Cenazesine de büyük devletlu simalar katıldılar, bilindiği gibi. Birkaç örnek verirsek: Mustafa Şentop (TBMM Başkanı), Ahmet Davutoğlu, Temel Karamollaoğlu, Ali Babacan ve yine diğer birçok devlet ve hükümet erbabı…

Fatih Tezcan yıllardır Atatürk’e saldırıyor.

Peki, böyle bir şizofreni nasıl olabiliyor? Bu nasıl bir yaman çelişkidir; bu nasıl bir “Altı kaval, üstü şeşhane!” durumudur?

Asıl amaç, BÖLME, GERME ve SAVAŞTIRMA mı?

Mısıroğlu’in, Pakdil’in, Tezcan’ın ve benzerleri halifecilik/ Osmanlıcılık/ BOPçuluk/ şeriatçılık/ Atatürk düşmanlığı yapmalarını kim yönetiyorsa; Selahattin Demirtaş’ın, “Başkan Apo’nun heykelini dikeceğiz!” diye gürlemesini; Cübbeli Ahmet’in, “Akıl lüzumsuzdur, inanmak esastır!” diye saçmalamasını; İsmail Kahraman’ın, “Laiklik, Anayasa’dan çıkarılmalıdır!” diye ahkam kesmesini; Kılıçdaroğlu’nun, partililerine, Nazlı Ilıcak, Ahmet Altan vb. için “Burada!” diye haykırtmasını; Ekrem İmamoğlu’nun, “İstanbul, Ankara’dan yönetilemez!” diye gürüldetilmesini de aynı merciler kotarmaktadırlar, muhtemelen. Bu söylemlerle, bir yerlere selam çakılmakta, diğer yerlere ise laf sokuşturulmakta; yani, bunlar, aynı anda hem hayranlık, hem de nefret paratoneri işlevi  görmektedirler. Bize “Yaman çelişki!”, “Altı kaval, üstü şeşhane!” gibi gelen durum sanırım BÖLME, GERME ve SAVAŞTIRMA amacıyla yapılmaktadır.

Neye yarıyor bu çelişkiler?

Arkalarında emperyalist planların da bulunduğu bu söylemlerin en önemli işlevi, Üst Akıl’ın iradesi doğrultusunda, yoksul halk kitlelerinin, hakim sınıflara karşı duyduğu ekonomik ve sosyal içerikli tepkilerin hedefini şaşırtma hizmeti görmeleri belki de. Bu bağlamda, Üst Akıl’ın asıl amacı şuymuş gibi görünüyor bana: “Kimlik”leri, partileri, ideolojileri, etnik ve dinsel grupları, “cins”leri vb. ayrı ayrı desteklemek ve bunların birbirlerinden nefret etmelerini sağlamak. Mümkünse ülkeleri etnik ve dinsel birimlere bölmek ve daha rahat sömürmek…  Asgari müştereklerde buluşarak birbirleriyle dayanışmaya girebilecek ve böylece hakim kapitalist/ sömürgen sınıftan hesap sorabilecek durumdaki (yapay) KİMLİK sahipleri, kendi aralarında savaşmayı kabul ederek, SİSTEM’i rahatlatmaktadırlar.

Üst Akıl, savunduğu kapitalist sistemin/ paranın egemenliğini sürdürmek için,

“Yurtta ve cihanda BÖL!”

“Yurtta ve cihanda GERilim yarat!”

“Yurtta ve cihanda SAVAŞTIR!”

politikası uygulamaktadır:

MısıroğlucuMısıroğlu karşıtı; PakdilciPakdil karşıtı; TezcancıTezcan karşıtı; AleviciSünnici; TürkçüKürtçü; laikçiİslamcı; türbancıaçık; AtatürkçüOsmanlıcı; “HerşeyÇokGüzelOlacak”çıBEKAcı; BatıcıDoğucu; feministataerkil; Suriyeli sığınmacıcıSuriyeli Sığınmacı karşıtı vb. vb…

Üst Akıl açısından (Osmanlı Bankası’nın meşhur reklamına atıfla söylersek) yok aslında bunların birbirlerinden farkları, ama hepsi de Üst Akıl taşeronları!..

İnsanları, camilerin veya cemevlerinin sayılarıyla ve büyüklükleriyle, Ayasofya’nın ibadete açılıp açılmamasıyla, etin haram veya helal kesilme ritüelleriyle, yanmayan kefenle, deve sidiğiyle… uğraştırmak, fetişizmden, “Cambaza bak!” (yani BÖL, GER, SAVAŞTIR ve SÖMÜR!)  oyunundan başka nedir ki!

KAPİTALİZMİN MOZAİK RESMİ

Sonuçta, her kimliğin ötekine düşman olduğu postmodernist ve neoliberalist faşizmin ayakları altındaki toplumda, at izi it izine karıştırılır; insanlar, “Cambaza (yani, kendilerinin o güya en BÜYÜK ve MÜSTESNA KİMLİKlerine ve ona DÜŞMAN KİMLİĞE) bak!” diye aldatılır. Bu durumda, emeğiyle geçinenler, hangi AT’a/ KİMLİK’e/ PARTİ’ye oynarlarsa oynasınlar, kaybederler. Çünkü, birleşseler kapitalizme karşı başarılı olabilecek bu yapay ve birbirine düşman KİMLİKlerin “köle”leri, birbirleriyle – Üst Akıl’ın isteği doğrultusunda – boğuşurlarken, aslında birbirlerini dengelerler ve nötüralize ederler. Sonuçta, etnik ve dinsel kimlik/ ideolojik ve “cins”sel farklılık savaşları hercümerci içinde, farkında bile olmadan, KAPİTALİST SİSTEMin arzu ettiği baskıcı ve sömürgen bir manzaranın mozaik resmini çıkarırlar ortaya:

Kapitalizmin/ neoliberalizmin hakim olduğu, güya “ÇOĞULCU DEMOKRASİ” ile, ama gerçekte postmodern faşizmle yönetilen bir toplumun resmi.


Mehmet Şekeroğlu

veryansıntv