İşte Emin Batur'un "İzmir'deki çürük binaların müsebbibi kim?" başlıklı yazısı

Sadece İzmir değil,
Ülkemizde 7 milyona yakın depreme karşı dayanıksız, yıkılması gereken tehlikeli konut var.
Eğer
İzmir'deki deprem 6.6 şiddetinin biraz daha üstünde olsa
Veya
Şehir merkezinde olsaydı facia çok daha büyük olurdu.
Peki, tehlike geçti mi?
Hayır! Henüz geçmiş değil

NASIL OLDU DA
MİMAR SİNAN'IN TORUNLARI
BÖYLE ÇÜRÜK BİNALAR İNŞA EDEBİLİYOR?

Yüzyıllar önce yapılan binalar sapasağlam ayakta duruyorken,
Daha dün sayılabilecek bir zamanda
Hem de
Yüzyıllar önce olmayan teknolojiyi kullanarak yaptığımız binalar orta şiddetli bir depreme dayanmıyor.
Sinan'ın yaptığı eserler şiddetli hatta çok şiddetli depremlere maruz kaldığı halde yıkılmıyor
Ama
Bizim yaptığımız binalar yıkılmıyor adeta dökülüyor.(Bazı binalar depreme maruz kalmadan çöküyor)

NİYE BU HALE GELDİK?
BUNU BİRİKİ ÖRNEKLE ARZ EDEYİM

1980'li yılların sonlarında idik…
Okuldan mezun olmuş askerliğimizi bitirmiş rızkımızın peşinden koşturuyoruz.
Aynı sınıfta okuduğum üç arkadaşımız da ortak bir inşaat firması kurdular.
Ben proje, statik, ruhsat işleri yaparken, onlar (MNA… Muzaffer, Nezir, Akif) inşaat işleri yapıyor
Ama masrafları azaltmak için
Aynı büroyu kullanıyoruz.
Derken
İzmir'den bir iş aldılar.

FİLM BAŞLIYOR
Evet, aynen öyle…
Kazın ayağı bildikleri gibi değilmiş.
Çürümüşlüğü duymuştuk ama bu kadar tahmin edemiyoruz tabi.
Film
İzmir'de yer teslimi yapıldıktan sonra başladı.

İnşaatı kontrol edecek olan mühendis
Hal ile mevzuyu anlatmak istiyor ama bizimkiler hiç oralı değil.
"Ne demek rüşvet vermek?
Biz yanlış bir şey mi yapıyoruz arkadaş?
Rüşveti hemi de kontrol arkadaşlara çilingir sofrası kurarak, rakı eşliğinde vereceğiz ha! Neuzu billah!
Arkadaş!
Biz yıllarca okulda neyin kavgasını verdik?..
Eğer biz bile rüşvetle iş yaptırırsak başkası ne yapmaz ki!!!"

Hal bu şekilde sürtüşmeyle sürüp giderken
Mevzuyu bilenler
Arkadaşlarımızın acemiliğini(!) görüp
"Yapmayın, etmeyin.. bu adamlar size bu işi bitirtmez zarar ettirirler. Koyun ceplerine harçlıklarını!.." dediyseler de dinletemediler.

Bu arada iş devam ederken
Şantiyeye hiç uğramayan kontrol mühendisi
Nasıl oluyorsa
Tam beton döküleceği gün gelip hazır bulunuyor.
Ve
Beton dökmeye gelen araçları bir bahane bularak yüz üstü geri gönderiyor.
Bu arada hakkedişler imzalanmıyor, iş sarkıyor, çekler ödenemiyor.

Bu hırgür içinde iş bitiyor ama arkadaşlar da bitiyor.
Çünkü arkadaşlarımız
İşten ciddi manada zarar ediyorlar. İlk işleri olduğu için de şirket sarsılıyor.
Neticede
Şirketi kapatıp ayrılmak zorunda kalıyorlar.

HAKKINI HELAL ET!
MNA şirketinin "A" sı olan Akif işi tasfiye ettikten sonra
İstanbul'a dönmek üzere
Yaptıkları işin karşısında bulunan akaryakıt istasyonuna uğrayıp arabasına yakıt almak istiyor.
Bu sırada pompacılardan biri seğirtip Akif'in camını tıklatıyor.
Buyurun!
Abi hakkını helal et!
Niye.. ne oldu ki? Benim seninle bir alışverişim olmadı ki, hakkımı helal edeyim
Yok, abi o değil…
Ya ne?
Hani o kontrol mühendisi gelip sizi durduruyordu ya…
Evet!
İşte ona ben haber veriyordum
…..!!!???
Abi ben kanser oldum, doktorlar altı ay ya yaşar veya yaşamazsın dediler
Etmiyorum!
Yapma abi, 6 ay ömrüm kaldı!
Sen bizim başımıza neler açtın biliyor musun?
Abi, tahmin ediyorum
Zarar ettik, borçlandık, şirket battı, ortaklar ayrıldı
Abi, helal et!
Etmiyorum!
………

DİĞER BİR ÖRNEK
1996 yılında Erbakan hocamız Başbakan olunca
Bayındırlık ve İskân İstanbul Şube Müdürü olarak değerli dostum TEKDER üyesi M. Sait Bilgili atanmış, biz de heyet olarak onu tebrik etmeye gitmiştik.
Bize
Öyle şeyler anlattı ki, hayretler içinde kaldık.
Meğerse
Millet olarak ne kadar da sahipsizmişiz.

Kulak verip dinlemeye başladık.
"Göreve gelir gelmez şantiyeleri gezmek istedim.
Son hakkedişe gelmiş bir şantiyenin kontrol mühendisini çağırarak şantiyeye gitmek için hazırlanmasını söyledim.
"Müdürüm şantiyenin yerini bilmiyorum.." demez mi?
Sen son hakkedişe gelmişsin nasıl olur?
Müdürüm 2 tane steyşın kartalımız var. Bu araçlardan biri Anadolu yakasına diğeri Avrupa yakasına tahsisli… Şile'den Silivri'ye kadar olan tüm şantiyeler bu iki araçla kontrol ediliyor. Araçların arızası vs. yi de eklersek şantiyeleri kontrol etmemiz mümkün olmuyor
…….!!!

Ülkemiz bu şekilde sahipsiz bir halde idi.
Koca devlet
İstanbul gibi bir şehrimize bile onlarca, hatta yüzlerce devam eden şantiye için 2 araç tahsis ediyor.
Anadolu'nun ücra yerlerini artık siz tahmin edin.

Hal böyle olunca
Haliyle
Hakkedişler şantiyelerde değil restoranlarda imza ediliyordu.
Bundan dolayı
Depremlerde
En çok yıkılan, zarar gören binaların
Neden kamu binaları olduğu buradan anlaşılıyor.

İZMİR DEPREMİ
6.6 şiddetindeki depremin ana üssü Yunan Sisam adasına 2 km, bize 70 km uzakta
Ama
Orada sadece iki kişi ölürken (O da yıkılan duvarın altında kalan 2 çocuk) bizim İzmir'de bir felakete dönüşüyor.
Niçin?
Niçinini verdiğim bu iki örnekte anlatmaya çalıştım. Müthiş bir yozlaşma ve ahlaksızlık mevcut.
Bunun üzerine
Bilhassa 19602000 yılları arasında gelen hükumetlerin kayıtsızlıklarını ekleyin, Ortaya İzmir deprem felaketi çıkar.

Yoksa
Beton sevmediğim bir malzeme ama beton ihanet etmez. Usulüne uygun döküldüğü takdirde sağlamdır.
Zamanında
Beton dayanımı zayıf (C16) ve çelik de çekme gerilmesi zayıf (fyd=191 düz demir) demir kullanıldığı doğrudur
Ama
Yukarıda anlattığım bazı ahlaksız kontrol mühendisleri ve müteahhitler olmazsa
Bugün
6.6 şiddetindeki bir depremde böyle bir felaket yaşanmazdı.


Emin Batur/Akıncılar Dergisi