İtirafçılar anlatıyor: İşte FETÖ'nün 'renklendirme yöntemi'

Fetullahçı Terör Örgütünün (FETÖeğitim yapılanmasında "bölge talebe sorumlusu" olan "Mehmet" kod adlı üyesi, örgütün "renklendirme yöntemine" ilişkin "Artık senin bu yapıya ait evlerde, yurtlarda kaldığın ortaya çıktığı zaman, senin kamuda bir yer edinme ihtimalin azaldığı için çok güvenilen insanlar daha 2'nci, 3'üncü sınıfta farklı farklı derneklere, vakıflara yönlendiriliyor." dedi.

FETÖ'nün "Mehmet" kod adlı bölge talebe sorumlusu, örgüt ile üniversiteyi kazandığı yıllarda kendisine barınma imkanı sağlanması üzerine tanıştı. Uzun yıllar bu yapı içinde faaliyetlerini sürdüren "Mehmet", 15 Temmuz'dan sonra etkin pişmanlıktan yararlanarak itirafçı oldu.

"Mehmet", örgütün yapısını, faaliyetlerini, 15 Temmuz ve sonrasında yaşadıklarını ve neden itirafçı olduğunu AA'ya anlattı.

Örgüte ne zaman ve nasıl girdiniz? Örgütteki göreviniz neydi?

"Üniversite hayatıyla başlıyor tanışma hikayemiz. İlk tanışmamız öğrenci eviyle başlıyor. Öğrenci evlerinden kastım, üniversite öğrencilerinin barınma ihtiyacını karşılamak için kullanılan bu yapıya ait evler. Oradaki üniversite ortamı, arkadaşlık ortamıyla başlıyor. 1718 yaş civarı. 15 Temmuz'a kadar uzanan bir serüven var. Benim bütün tanışıklığım aynı alanda geçiyor. Üniversitelilerin kaldığı evlerle alakalı. O zamanki cemaat evleri. Tam manasıyla 'ışık evleri' dedikleri şey. Bu evlerde bir evin sorumlusu, 35 evin sorumlusu... Öyle öyle, en son ilçe bazında üniversitelilerin kaldığı evlerin sorumlusu, talebe yapılanması diyoruz biz buna. Bir sorumluluğumuz vardı. Bundan başka münasebetimiz olmadı. İlçe dediğimiz ilçe manasında değil. Kendilerince çizilen ona da isim verilen belli alanın, yaklaşık 80100 evlik bir üniversitelinin kaldığı bölge. O bölgenin maddi ihtiyaçlarıyla ilgilenen imamları oluyor. Onun haricinde talebelerle ilgilenen, talebelerin ağabeyleri bazında çeşitli kollarda talebe yapılanmasına ait sorumlu ağabeyler oluyor, onlardan biri de bendim. Bütünüyle bir kişiye emanet edilme gibi bir şey olmuyor, farklı farklı alanlarda, farklı farklı isimler aynı bölgede insanlarla, evlerle, işlerle ilgilenmiş oluyor."

Bölge talebe sorumlusunun görevi neydi? Kimden emir alıyordunuz, altınızda kaç kişiden sorumluydunuz?

"Bölge talebe sorumlusu, kendi altında evlerde kalanlar, o evleri sevk ve idare edenler. Bir evde kalan kişilere 'cemaat' deniyordu. Her evde, 'ev mesulü' oluyordu. 45 evin bir araya gelmesinden semt meydana geliyordu. Semtin başındaki kişiye de 'semt mesulü' deniyordu. 23 tane semtin bir araya gelmesiyle 'bölge' diye tabir edilen bir yapı çıkıyordu ortaya. Bölgenin başında talebe açısından bölge talebe mesulü oluyordu ama maddi ihtiyaçlarını karşılayan 'bölge imamı' denilen kişiler oluyordu. Bölge talebe mesullerinin de başında yine bölge ağabeyleri oluyordu. Liselerle ilgilenen lise mesulleri, ilköğretim ile ilgilenen ayrı ilköğretim mesulleri. Evlerde kalıp mezun olacak öğrencilerle ilgilenen 'mezun mesulleri' böyle en aşağıdan en yukarıya kadar yapılanması vardı. Maksat neydi? Bir öğrenci, üniversite öğrencisi tanışır bu yapıyla. Evlerde hem bir yandan kendisini yetiştirir. Örgütün terminolojisini öğrenir. Bir yandan da kendi yetişirken ona da çeşitli görevler verilerek o da birilerini yetiştirir, yapıya insan kazandırır. O da bir faaliyetin içerisine girmiş olur. İki kanallı devam eder. Mezun oluncaya kadar bu faaliyetlerine devam eder. Mezun olduktan sonra yine benzer faaliyetlere devam edebilir veya bir tarafa yönlendirilebilir. Yapının en temel ve verimli çalışan insan temin kaynağı. Talebe yapılanması en net, en saf haliyle bu demek.

Örgüte sokacağınız elemanları neye göre tespit ediyordunuz?

"Evlere üniversiteli öğrenciler nasıl ulaşıyor? Bu yapının Türkiye genelinde çok ciddi bir eğitim ağı var. Dershaneler, okullar... Buralarda son sınıfta olan, üniversiteye hazırlanan, üniversiteyi kazanacak kişilerle bu kurumlarda ciddi ilgileniliyor. Bu ilgilenme sonucunda üniversiteyi kazandıklarında, kazandıkları illere gideceklerinde o illere bu insanların isimleri veriliyor. 'Bu bizim kurumda hazırlandı. Üniversiteyi şurada okuyacak. Burada siz ona barınacak yer açısında yardımcı olun.' Kazandığı ile ve kazanan öğrenciye bilgi veriliyor, 'Üniversiteyi kazanmanda yardımcı olduk, orada barınmanda da yardımcı olacağız.' şeklinde. En sıradan insanlar, evlerinde kalan insanların yüzde 60'ının cemaate tanışıklığı yok. Bir vesileyle tanışıyor. Kaldığı süre de dahil cemaatle bir bağ oluşturmasa dahi güvenli görüyor. Ortamı iyi görüyor. İmkanları iyi görüyor. Barınma ihtiyacı olarak kalıyor. Evde kalan insanın bire bir bağlılığı olacak diye bir kaide yok. Yapı neden bunu istiyor? Ne kadar insana dokunabilirse o kadar kendisi için iyi görüyor. Verdiği mesaj da 'diyalog, hoşgörü.' Kendisi gibi olmayan insanlar da... Tabii ki belli kural, kaide var evde kalmanın. Onlara uyduğu sürece, sadece sempatisi olması bile yeterli. Evde tanışıyor, kalmaya başlar, zamanla benimser. Ne kadar işin içine gireceği, onun bu işi ne kadar hoş karşılayıp karşılamadığıyla da ilişkili. Bazıları karşılaştığı ortama çok bağlanır. Çok fazla işin içine girer, görev alır. Zamanı geldiğinde yönlendirmeye açık olur. Bazısı da nispeten daha az açık olur yönlendirilmeye, ilişki kurmaya. Bazısı da bir süre kalır, sonra ayrılır. En fazla karşılaşılan şey birinci olarak şahsi ilişkiler. Arkadaşlarıyla, ailelerinin yaşam tarzına uygun bir yaşayış var. Hepsi eğitimli insanlar. Dünya görüşü olarak da eğitim seviyesi olarak da birbirlerine yakın insanlar. Dolayısıyla sosyal ortama kendini kaptırıyor. Zamanla derinleşebiliyor. Ne kadar derinleştiğini bir süre sonra kendisi de anlamıyor. İlk etapta belki kabul etmeyeceği faaliyeti ve anlayışı aradan 12 sene gibi zaman geçtiğinde kabul edebiliyor. Sıcak bir ortam olduğu için gençlerin çok rahat kendilerini kaptırabildiği, güvendikleri bir ortam oluyor. Bu yapının evlerinde kalmaya başladığı ve devam süreci. Bunu haricinde bir de evlere lise ve ilköğretim öğrenciler gelir. Evlerde kalanlardan görev alma isteği olan insanlar, bu evin etrafındaki okullardan, evin etrafındaki eğitim kurumlarından öğrencilerle ilgilenmeye başlarlar. Ders çalışma bahanesiyle onları önce o kurumlarda, sonra evde ders çalıştırırlar. Ders çalışmak, sosyal aktivite bahanesiyle bir ısınma olur, sonra devamı gelir. Bir şekilde meşhur tabirle 'ağabeylerle' tanışanlar dersleriyle ciddi şekilde ilgilenir. Seçilen öğrencilerin ailesiyle tanışılır. Çocukla zaman geçirilir. Çocuk ve aile olumlu tepki veriyorsa bu çocuğun dersleriyle ilgilenilir. 8. sınıfta ya da üniversiteye hazırlanacak bir öğrenci özel ders gibi, üniversiteye giden insanlardan ders almak, onlar için çok cazip bir teklif. Ders çalışma bahanesiyle başlar, gerçekten de ders çalıştırılır. Sonrasında kitap okuma, sosyal aktivite, dinletiler, geziler... Bu metotlarla yetiştirme süreci olur. Bu yetiştirme sürecinin sonunda da talebenin benimsemesi ve bağlılığına göre bir yönlendirme yapılır."

Öğrencileri takip ediyor muydunuz? Özel hayatlarına müdahale ediyor muydunuz? Kurallara uymayan öğrencileri cezalandırıyor muydunuz? Mesela "şefkat tokadı" nedir?

"Cezalandır ve şiddet olmaz. Cezalandırma dediğiniz şey manevi bir şeyle korkutmak. Ne demektir şefkat tokadı? 'Önemli bir kutsal mesele bu. 'Sen bu işe sırtını döndüğün zaman işlerin rast gitmez, başına bir iş gelir.' Bizim elimizden sana bir şey gelir gibi değil, hoş da karşılanmaz. Çünkü yüzde 5060 müntesiplik yoktur. En azının bile bir sempatisi oluşur zamanla. Cezalandırma vs. olsa tepkiyle karşılaşırız. Çok farklı dünyadan insanlarla, mesela ailesi hiç muhafazakar değil, o burada kendine bir yer bulabiliyor. 'Şefkat tokadı', söylem geleneği gibi bir şey."

"ARTIK ÖRGÜTTESİN YA DA ÖRGÜTTE DEĞİLSİN GİBİ BİR AYRIM YOK"

"Çocuklar yapı içinde olduklarının farkında mı?"

"Evde kalanlar, evde kalanların aileleri, kendileri buranın kime ait olduğunu, vakıf, dernek bilirler. Burası bir cemaat evidir. 'Gülen'in ışık evlerinden biri, onun yurdudur' diye bilirler. Böyle bir hizmet olduğunu ve bu hizmetten istifade ettiklerini bilirler. 'Sen artık örgüttesin ya da örgütte değilsin' gibi bir ayrım yok. Süreç işliyor, o süreçte sorumluluk alıyor musun, almıyor musun? Buna göre bu işte derinleşiyor ya da uzaklaşıyorsun, çekimser kalıyorsun. Bu işte görev ve sorumluluk aldıkça işe dahil olduğunu hissediyorsun. Bir yerinde sorumluluğunu almak çok da büyük bir sorumluluk değil."

Öğrencilere ders dışında hangi örgütsel eğitimleri veriyordunuz? Ne gibi yönlendirmeler yapıyordunuz? Eğitim süreci nasıl takip ediliyor?

"Genelde öğrencilerde ilköğretim, lise, üniversite öğrencilerine Risalei Nur geleneği vardır. Gülen'in kitapları okunması beklenir. 'Pırlanta' denir onlara. Gülen'in kasetlerinin, videolarının seyredilmesi, topluca seyredilmesi gibi şeyler. Genelde takip edilen kaynaklar bunlar. Bunlar teşvik edilir. Hediyeler verilir bunları okuyanlara, bazen bunlarla ilgili yarışmalar olur. Evde kalan üniversitelinin, ağabey denilen üniversitelinin kendi talebelerinin, onun bir grubu olur. Özellikle 8. ve 12. sınıflar başlarındaki ağabey onları ciddi bir mesai ile takip eder. Şahit olduklarım, aile ile ağabey arasında çok güçlü bir bağların oluştuğuna şahidim. Öğrenciyle ağabey arasında çok ciddi bir şahsi bir bağ oluşur zaten. İş zaten o bağ üzerinden yürür. Bağ ne kadar sağlam olursa ilişki de o kadar uzun olur."

Ailelerden tepki görüyor muydunuz? Eğer bir aile çocuğunu sizden almak isterse ne yapıyordunuz?

"Aileye karşı tepki gösterecek bir üslup, tamamen çok yumuşak bir üslup çok yaygındır. Ailelere ve talebelere karşı ailenin güvenini kazanmaya dönüktür işler. Aile ile ne zaman çatışma olur? Talebe bir yere yönlendirilmek istendiğinde aile buna karşı çıktığında karşı karşıya gelme olur, bu da çok yumuşak olur. Sözle konuşarak, görüşerek ikna edilmeye çalışılır. Onun haricinde çok fazla yapacak bir şey yoktur. Yapının istediği gibi sonuçlanmadığı zaman dahi yine iletişim farklı bir şekilde yürütülmeye çalışılır. Bu kadar çok insanın bu kadar geniş alana ulaşabilmesinin nedeni bu. Doğru bir formül bulunmuş."

"TALEBE MÜSAİTSE ASKERİ OKULLARI TERCİH ETMESİ İSTENİR"

Sınava girecek kişilere "Şu bölümü seçeceksin" gibi yönlendirmeler yapılıyor muydu? Kimin hangi bölümü seçeceğine kim karar veriyordu?

"Sınavlara hazırlanan talebeler, liseliler, ilköğretimler, yapının bir tercih sırası var. İlk önce eğer mümkünse, talebe buna müsaitse, aile buna ikna oluyorsa askeri okulları tercih etmesi istenir. Zaten ilk istenen şey bu. Lisede de ilköğretimde de ilk istenilen şey bu. Olmuyorsa, bunlarda başarılı olamıyorsa diğer şeyler, öğretmenlik mesela. 2010'lu yıllarda diyebilirim ki askeri okullar öncelikli, olmuyorsa sosyal bilimler, hukuk, işletme gibi bölümler tercih edilmesi daha çok istenir. Niye, kamuya geçiş daha rahat. Zaman zaman, zamanın şartlarına göre yönlendirme önceliklerini revize ediyorlar."

Çalınan sınav soruları var. Bunlar size nasıl geliyordu? Gelen soruları her öğrenciye veriyor muydunuz?

"Ben daha çok liselilerle ilgili oldum. Lisede böyle bir şeye şahit olmadım ben. Zamanla da alakalı. İlköğretimle ilgili böyle bir intiba vardı. "Fetih" diye bir söylem vardı. Fakat ben de bire bir şahit olmasam da böyle bir duyum vardı. Böyle bir şey olsa da sadece o alanla ilgilenen kişiler bununla muhatap oluyorlar. Çok kısıtlı kişiler bununla muhatap oluyor. Ondan dolayı herkesin 'Böyle vardır' diye söyleyebileceği bir şey değil. Benim kanaatim böyle bir şey olmuş. Fakat 2013 sonrasında benden kaçmayacak duruma geldiğimde artık olmadığını, kaybedildiğini düşünüyorum. Öncesine dair 'Şu çocuğa fetih verildi mi, verilmedi mi?' diye bir konuşma olduğunu biliyorum. Bire bir şahit olmadım. Liselilerde yoktu diye söyleyebilirim. İlköğretimlerle alakalı her zaman böyle bir şüphe, duyum vardı.

Örgüt üyeleri sızdıkları devlet kademelerinde kendilerini nasıl kamufle ediyor? Renklendirme yöntemi nedir?

"Az önce 'mezun mesul' dedim. Evlerde kalan öğrenciler son sınıfa geldiğinde yine yapının önceliklerine göre yönlendirilirler. Mesela bir hukuk mezunu öğrenci varsa, bunun gidip serbest avukatlık yapması istenmez. Öncelikli olarak onun yapması istenilen şey hakim, savcı vs. olması. Yani etkin pozisyonda, bir işletmeci nerede etkin olacaksa, oraya yönlendirilir. Bununla alakalı görüşmeler yapılır, öğrencinin geçmişine bakılır, bu işi ne kadar benimsediği, yapıyı ne kadar sahiplendiğine bakılır. Ona göre ne kadar benimsedi ise, o kadar önem atfedilen yere yönlendirilir. Yönlendirme de şöyle yapılır, 4. sınıfa geldiğinde önce öğrenciyle görüşülür sonra diyelim hakim, savcı olacak… Hakim savcılarla ilgilenen birimle tanıştırılır bu öğrenci tek başına. Belli bir noktadan sonra artık o sınavlara hazırlanması da o birim tarafından takip edilir. Yani burada, onun kaldığı bölge, sadece o öğrenciye bu arkadaş bu işi benimsemiş bir arkadaştır diye referans olur. Ondan sonrası, ilgili birim ile devam eder. Öyle bir şey var ki, artık eskiden beraber kaldığı arkadaşları ile bile belli bir noktadan sonra irtibatı kesilir. Normalde işleyen süreç bu. Ama ortalama 2013 yılından sonra değişti. Eskiden çok daha kolay bir yerlere insan yönlendirebilirken, bu insanlar başarılı olurken artık başarılı olamamaya başladılar. Bundan dolayı da, yine bir yöntem değişikliğine gidildi. Nedir bu? Renklendirme dediğimiz olay, yani artık senin bu yapıya ait evlerde, yurtlarda kaldığın ortaya çıktığı zaman, senin kamuda bir yer edinme ihtimalin azaldığı için çok güvenilen insanlar daha 2'nci, 3'üncü sınıfta farklı farklı derneklere, vakıflara yönlendiriliyor. X derneği, vakfına yönlendiriliyor. Yine kamuya başvuruları yaptırılıyor ama bu sefer X vakfının, Y derneğinin referansı ile gidiyor. Yani sanki o vakfın ve o derneğin veya o siyasi hareketin bir üyesiymiş gibi davranıyor. Dolayısıyla kendini perdelemiş, yani asıl kimliğini gizlemiş oluyor. Bu safhalarda da yine, o arkadaşlarla görüşme devam ettiriliyor ama gizli gizli devam ettiriliyor. Tatillerinde, fırsat buldukça, kısıtlı zaman dilimlerinde yapı ile irtibatı devam ettiriliyor ama tamamen gizleniyor. Yani, kendini adeta normalde rengi bu yapıya mensup biriyken, kendini adeta farklı bir renge boyayıp o renkle kamuda ilerlemesi, yükselmesi, kendine bir yer edinmesi bekleniyor. Bu da 2013 sonrası ihtiyaç duyulan ve başvurulan bir yöntem olarak biliyorum."

"MAĞDURİYET SÖYLEMLERİ İLE ÖRGÜT MENSUPLARI DİRİ TUTULMAYA ÇALIŞILIYOR"

KHK'lar mağdur ediliyormuş gibi lanse ediliyor. KHK'lıların durumu nedir sizce?

"Yani KHK ile işinden edilen insanlara dosya dosya bakmak lazım. Ama şunu biliyorum ki, cezaevine giren kadın, genç, öğretmen, esnaf, iş adamı… Herkes için mağduriyet söylemi oluşturulmaya çalışılıyor. Neden oluşturulmaya çalışılıyor? Yurt dışına kaçan azımsanmayacak sayıda örgüt mensubu var. Bu örgüt mensuplarının yurt içinde diri tutulması lazım. Bu gibi mağduriyet söylemleri ile örgüt mensupları diri tutulmaya çalışılıyor. Eskiden hareketle böyle bir çıkarım yapıyorum. Mağduriyet yaşayan, sıkıntı yaşayan insanlar anlatılarak, maddi yardım toplanıyor olabilir mesela yani. Şimdi insanlardan bir şey isteyeceksiniz, bir gerekçeniz olması lazım. Gerekçe ne? İşinden olan, cezaevinde olan çok örgüt mensubu var. Bunlara bir yardım ediyoruz diye, bunları gerekçe göstererek maddi yardım toplayacak ve bununla kendine bir kaynak oluşturacak mesela. Dışarıda Türkiye'ye karşı propaganda oluşturması lazım. Bunun için de tutuklanan kadın, çocuklu kadın, öğretmendi, mühendisti… Bunları göstererek bir mağduriyet propagandası yapması lazım. Bunlar için kullanıldığını düşünüyorum.

Devir Süreci nedir?

"Az önce öğrencinin askeri okullara yönlendirilmesinden bahsettik. Bir öğrenci askeri okullara yönlendirilir, kendisi de kabul eder ve başarılı olur, o okula girerse okul okuduğu sürece genellikle onu hazırlayan bir ağabeyi veya onun tanıdıkları tarafından belli aralıklarla ziyaret edilir. Hafta sonları beraber manevi program yaparlar. Dedik ya şahsi ilişki oluşuyor aralarında. O şahsi ilişkiye binaen görüşmeler olur. Bu okul bittikten sonra artık öğrenci hangi alanda görev yapacaksa, o alanla ilgilenen birim gelir ve onunla tanışır. O tanışmadan sonra artık irtibatlanmıştır, 'devredilmiştir.' Ve kendi ağabeyi ile dahi, eski ağabeyi ile irtibatı olmaz. Bütün irtibatı artık o kişilerdir. Aslında amatör ruh ile işleyen süreç, çocuğun okuldan mezun olmasıyla, profesyonel örgüt yapısıyla şimdiki söylem mahrem yapıyla tanışır. Artık irtibat oradan devam eder. Oradan sonrası için kendisini hazırlayan ağabeyi için bile bir muammadır. Onunla ilişki kurması bile çok iyi karşılanmaz.

"15 TEMMUZ'DAN ÖNCE BİR SİNYAL, BİR İŞARET YOKTU"

15 Temmuz darbe girişimini nasıl öğrendiniz? Darbe girişimi başlamadan önce size gelen bir mesaj oldu mu? O gece ne yaptınız?

"15 Temmuz'dan önce bir sinyal, bir işaret yoktu. Geriye dönük 'Acaba vardı da biz mi fark etmedik?' diye düşündüğümde de çok düşündüm çünkü bunun üzerine. Öyle bir işaret hatırlayamıyorum, yoktu yani. Ama o gece 'Ne oluyor? Nedir bu olanlar?' diye mesajlaşmalar olduğunu hatırlıyorum. Kimsenin bir açıklama getirebildiğini görmedim. Kimse net bir şey söyleyemedi. Ta ki, Binali Yıldırım'ın açıklamasından sonra, 'Eyvah herhalde bu iş, bunlarla ilişkili bir iş' dedim yani. Çünkü hala kulaklarımdadır. 'Küçük bir grubun kalkışması' gibi bir şey söylemişti. Dedim tamam, çünkü bir çekişme, sürtüşme de vardı ya… 'Bu küçük grup kesin budur' diye kendim öyle düşündüm. Sonrasında ise hemen zaten daha önceki olaylarda da adet olduğu üzere bir yalanlama, bir inkar sürecine girildi. Sonrasında bizden sorumlu olan ağabeyin olduğu birkaç arkadaş ile birlikte buluştuğumuzda yine aynı inkar, 'Bizimle alakası yok' gibi bir söylem benimsenmişti. Biraz itiraz edip, ilk sürtüşmemi de orada yaşamıştım. Bir de şöyle garip bir hal vardı, böyle bir olay yaşandı, hiçbir şey olmamış gibi de işler, bütün faaliyetler devam edecek gibi bir hava vardı. Öyle olmadı. Sonra yavaş yavaş kopmalar, itirazlar geldi zaten. Bende o süreçte kopma başlamıştı.

Siz evde mi kaldınız o gece? Çıktınız mı sokağa?

"YOK. YOLDAYDIM. SONRA EVE DÖNDÜK, EVDE GEÇİRDİK ŞEYİ. YOLDA YAKALANMIŞTIK."

Yani size denmedi ki, 'Bir mesaj gelmedi mi çıkın, mücadele edin.'

"Onu ben 15 Temmuz'dan sonra da 'Acaba sizin haberiniz var mı?' diye bizim üstümüz konumunda olan insanlardan çok şey yaptım. Yani vardı da… Çünkü olsa bile sonradan inkar edilir ondan eminim. Ama bir işaret çok aradım. Öyle bir işarete, o seviyede talebe yapılanmasında kimsenin haberi olmadığı kanaatine vardım yani. Çünkü cezaevinde de… Cezaevi şartları biraz daha şeydir, çok yakın oluyorsunuz. Sürekli beraber vakit geçirdiğiniz için, birbirinden bir şey saklamak daha da zor orada. Devamlı beraber vakit geçirdiğiniz için. Orada da bu arayış içinde oldum mesela. Talebe yapılanmasından, esnaftan insanların önceden haberleri olduğu kanaatine hiç varamadım. Ama şimdi bölüm bölümdür. Talebe yapılanması ayrı bir şeydir, esnaf yapılanması birbirine çok yakın olmasına rağmen ayrıdır. Birbirinin işleyişini çok bilmezler. Kamudaki yapılanmalarda tamamen, hiçbir şekilde irtibat olmaz. Onlar zaten tamamen gizli. Yapıya mensup insanlar içinde de gizli. Mahrem dedim ya, askeriyedeki yapılanma esnafa mahrem. O da bilmez, hiçbir şeyini bilmez. Belki onlarda olmuş olabilir ama talebe yapılanması için kovalamama, araştırmama rağmen önceden bilme gibi bir işarete denk gelmedim yani."

Siz neden pişman ve itirafçı oldunuz? FETÖ'den hapis yatan ya da salıverilenler de bir pişmanlık duyuyorlar mı?

"BU DA BENCE ÇOK ÜZERİNDE DURULMASI GEREKEN BİR KONU. İLK BEN, KENDİM TESLİM OLDUM."

Peki toparlarsak son olarak, bir mesajınız, söylemek istediğiniz, özellikle vurgulamak istediğiniz bir şey var mı?

"5 Sene oldu. FETÖ yaptıklarıyla, ettikleriyle çok tepki çekiyor. Şehitler var, gaziler var, hayatı darmadağın olan insanlar var. Bunun yanında hala Gülen'in takipçisi olanlara az önce söylediklerim çok önemli, çok ağır şeyler. Ülkenin kaosa sürüklenmesi vs. çok ağır şeyler ama. Çok büyük bir tepki var benim içimde. Şundan dolayı, diyorum: Türkiye'nin çok önemli birkaç neslini bu yapı, hem de çok iyi yetişmiş, Türkiye'de de bu ülkeye çok güzel hizmetler verebilecek, katma değer sağlayabilecek birkaç neslini, bu yapı kendi ihtirasları, heyecanları, sapkınlıkları uğruna heder ettiler. 5 senedir konuşuluyor bu olay. Bu açıdan bakıldığına şahit olmadım mesela. Çok büyük bir kayıp Türkiye için. Şimdi bu insanların bir kısmı yurt dışındalar. Belki orada da hala faaliyetlerine devam ediyorlar. Belki bu ülke için sağlayacakları faydaları şimdi başka ülkeler için yapıyorlar mesela. Çok büyük bir kayıp. Bundan dolayı çok ciddi bir tepki var içimde. Bir şey yaptığım zaman da motivasyonum bu oluyor yani. Bu yapıya karşı bir şey yaptığım zaman beni en çok motive eden şey bu oluyor yani. Söyledim ya örgüt çok doğru bir dil, doğru taktik belirlemiş. Hoşgörü, diyalog, herkesle konuşabiliriz, herkesle anlaşabiliriz, herkesle oturabiliriz. Bu yolla çok geniş bir kitleye ulaşmış yani. Çok kısıtlı bir kitle, sadece şu dünya görüşüne sahip insanlara değil, çok çok geniş bir kitleye ulaşmış. Ama dediğim gibi, birden fazla nesli heder etmiş. Bu zararın az buz bir zarar olduğunu düşünmüyorum. 15 Temmuz bu ülkede bir kaosa, ciddi bir zaman kaybına, sebep oldu, şehitler var, gaziler var. Bunlar çok büyük kayıplar. Bunun yanında, benim söylediğimde, insan kaynağının kaybolması en az onlar kadar önemli bir kayıp."

"RAHATSIZ OLDUĞUN ŞEYLERLE, KATILMADIĞIN ŞEYLERLE KARŞILAŞABİLİYORSUN"

Peki 15 Temmuz'a kadar gelen bu süreçte hiç muhakeme yapmadınız mı? Mesela, kocaman generallerin siviller tarafından yönlendirilmesi, bilgilendirilmesi, emir alması gibi şeyler oldu. Bunları normal mi karşıladınız? Hiç sorgulamadınız mı mesela bu yapıyı?

"O göz önünde olan, herkesin şahit olduğu bir şey değil de. Şimdi şunu söyleyeyim size, örgütün bir ideolojik geçmişi var. Yani dayandığı temeller var. Risalei Nur kültüründen gelir, Fetullah Gülen'in kitapları vardır, kasetleri vardır, vaazları vardır, söylemleri vardır. Diğer taraf da 2013 sonrası, belki 2011 sonrasında örgütün yaptıklarını ettiklerini veya yapıp ettiklerinden ortaya çıkanları koyun. Birbirine tamamen zıt şeylerdir. Yani bu kitaplar, bu kaynaklar, örgütün temelindeki, en alt tabakasındaki insanları düşünün. Onların davranışlarını, konuşmalarını, oturuş kalkışlarını, alışkanlıkların düşünün. Bir de bu süreçte, 20112013 sonrasında yapılan edilenler ve yapılıp edildiği ortaya çıkan şeyleri karşılaştırın. Birbirine olabildiğine zıt şeylerdir. 15 Temmuz akla hayale gelmeyecek, o kadar zıt bir şeydir. Neden farkına varmadım? Evet bazı şeylerden zaman zaman rahatsızlık duyabiliyorsun. Zaman zaman, 'Evet bu da yanlış' dediğin şeyler olabiliyor. Ama diyorsun ki, geneline baktığımız zaman, yanımda olan, beraber olduğumuz arkadaşa baktığımız zaman, 'Bunlar iyi insanlar, genel olarak da yapılan şeyler güzel, ülke için de güzel şeyler yapılıyor.' Şahsi manada da faydalı olduğunu hissediyorsun, güzel ortamlarda olduğunu düşünüyorsun. Bazı şeyler yavaş yavaş değiştiğinden dolayı da o keskin dönüşümün o zıtlığın farkına varamıyorsun. Varılabilir miydi? O da bizim öz eleştirimiz. Belki daha önceden fark ettiğim zaman, daha keskin bir çıkış yapılabilirdi. Çok düşündüm bunun üzerine, 40 defa aynı şeyleri yaşasak, herhalde 40'ında da yine aynı süreç de gelir. Şimdi kahramanlık yapmaya gerek yok. Ben aslında şöyle yapardım, böyle yapardım demeye gerek yok. Olayın seyri o kadar ince dokunuyor ki, bir anda keskin bir dönüş yapma imkanı zor yani. Keskin bir çıkış yapma imkanı zor. Evet rahatsız olduğun şeylerle, katılmadığın şeylerle karşılaşabiliyorsun ama onun haricinde çok güzel bir ortamla, güzel şeylerle de, ülken için güzel olduğunu düşündüğün şeylerle de karşılaştığın için ağır basıyor herhalde. Evet kusurlarımız var ama doğrularımız daha fazla anlayışı var. Biz de ondan dolayı yanılgıya düştük diye düşünüyorum."

"BİRKAÇ NESİL BİR ŞEYE İNANDIRILMIŞ VE KULLANILMIŞ"

Örgüt içinde o zamanki göreviniz dışında kendi mesleğiniz var mıydı?

"Kendi işimizle uğraşıyorduk. İnsanüstü bir gayret gösteriyorduk baktığınız zaman yani. Üniversite okurken, başka bir öğrenci ile az önce anlattığım gibi insan hem dersleriyle, maddi manevi her şeyiyle ilgileniyor başka birkaç tane öğrencinin. Birkaç evin sorumlusu, kendi normal öğrencilik hayatı var, öğrencilik hayatının haricinde bu yapıya dair faaliyetleri var. Ciddi mesai harcayan insanlar var buna. İnanarak, samimiyetle girdikleri için bu işin içine, çok ciddi bir mesai ortaya koyuyor insanlar. Yani diyorum ya, birkaç nesil enerjisinin son damlasına kadar bir şeye inandırılmış ve kullanılmış. Heba edilmiş. Az önce dedik ya, 'Gerçekten kitapta yazana tabi olunsaydı, dışarıya gösterilen yüz samimi olsaydı bu ülkeye çok şey kazandıracak şeyler olurdu' diye düşünüyorum ama yani baştan itibaren yalan olduğunu görüyorsun. Çok büyük bir hayal kırıklığı.

Örgütten size baskı geliyor mu? İtirafçı olduğunuzun farkındalar mı? Takip ediliyor musunuz? Herhangi bir rahatsızlık var mı?

"Öyle bir şey sezmedim. Şeyi duydum ama yani, itirafçı olanlara gelip 'Bu işten vazgeç' diye baskıda bulunanları, iletişime geçenleri duydum. Ama bana öyle bir şey olmadı. Bir de bir cezaevi süreci geçirdim ya zaten. Ondan dolayı belki de olmuştur."