İstanbul Sözleşmesi'nden çıktığımız için artık yedi yaşındaki kızlarımız evlendirilebilirmiş... Kadınlarımız şiddete uğrayabilirmiş... kazandığı haklar ellerinden alınacakmış.

1800'lerin sonundan bu yana mücadele eden kadınlara nasıl da büyük bir haksızlık. Bırakın Medeni yasayı; vapurların üst güvertesinde gidebilmekten tutun görücü usulüyle evlenmeye karşı çıkan, tıp fakültesinde eğitim hakkını elde edebilmek için bile uzun süreli mücadeleler veren kadınlara gerçekten haksızlık.

Cumhuriyetin liderlerinin söylediği gibi biz bu devrimlerin “müşevviki” kadınlarız...

200 yıllık devrim mücadelesinin meyveleri Türk kadınlarıyız... Türk Devrimine adlarını veren kadınlarız. “Türk inkılabı denildiği vakit, bunun, kadının kurtuluş inkılabı olduğu beraber” söylenmektedir.

İşte biz onların torunlarıyız. O mirasa hep sahip çıktık, hep bıraktıkları yerden ileriye taşıdık. Yasalarda bugüne kadar yapılan her değişiklikte bizim emeğimiz vardır. İlmek ilmek örerek bugünlere getirdik.

6284 sayılı yasa temelsiz kalmış, öyle diyorlar.

Bu yasa Batılı emperyalistler istedi diye damdan mı düştü?

Bu nasıl aymazlıktır!

Bir kanunun gerekçesine bakıp okuyup geçmek olur mu?

O kadar sıradan değil. O gerekçeyi gerekli kılan iradeyi görmek gerekir. Kimse kimsenin hakkını al buyur diye vermez. O toplum buna hazırlanır. O bilgiye sahip kişiler bunu paylaşır. Yasal zemine oturtmak için uzun süreli mücadeleler verilir.

İstanbul Sözleşmesi 11 Mayıs 2011 tarihinde imzaya açıldı, 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girene kadar kaç yüzyıldır mücadele ediyoruz. 1968'li yıllar Cumhuriyet Devriminden sonra bizde kadının siyasi alandaki ikinci atılımıdır. Bizim de içinde bulunduğumuz siyasi çizgi her zaman kadın mücadelesinin doğru zeminde ilerlemesi için emek verdi. 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun da o mücadelelerin bir ürünüdür. 1980’li yıllarda aile içi şiddet kamuoyunda tartışıldı. Biz de o tartışmaların içinde vardık. Türk hukukunda 17 Ocak 1998 tarihinde 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun yürürlüğe girdi. Henüz İstanbul Sözleşmesi gündemde bile değil. 6284 sayılı Kanun tasarı halinde Meclis'e geldiğinde de İstanbul Sözleşmesi henüz yok. 8 Mart 2012 tarihinde Meclis'te kabul edildi. 18 Ocak 2013 tarihinde de Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanuna İlişkin Uygulama Yönetmeliği çıktı.

İstanbul Sözleşmesi bir yasa değildir.

O çok açık. Tartışmayı İstanbul Sözleşmesi'nin bir yasa hükmünde olup olmadığından açmak yanlış.

Türk yasalarına göre “suç” olarak tanımlanan bir eylem İstanbul Sözleşmesi artık yok diye “suç” olmaktan nasıl çıkacak?

Adı “İstanbul” diye mi?? 

Hiç düşünmediniz mi onun da oltaya takılan bir yem olduğunu... Hep bizim gibi ülkelerde topluyorlar bu toplantıları. Bir rastlantı mı sanıyorsunuz.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ'NİN AMACI

Peki, yasalara temel teşkil eder mi?

İstanbul Sözleşmesi toplumsal bir baskı oluşturuyor mu? 

Evet!

Yönlendirebilir, etkileyebilir. Amaç da budur.

İşte bizim itirazımız tam da buradadır.

Toplumun yıllardır biriktirdiği, uğruna yıllarımızı verdiğimiz siyasi, toplumsal ve ideolojik mücadelemizin farkındalığını alıyor başka yöne çekmeye çalışıyor. Çözüm bebelerin yarı çıplak tacize açık LGBT gösterilerinde özgürce yollarda yürütülmesidir diyor.

Bu kadar basit. 

Ramazan ayında İstiklal caddesinde ABD İstanbul Başkonsolosu Charles F. Hunter, HDP milletvekilleri Filiz Kerestecioğlu, Beyza Üstün ve Sezai Temelli, CHP Genel Başkan Yardımcısı ve milletvekili Sezgin Tanrıkulu, milletvekili Mahmut Tanal himayesinde düzenlenen izinsiz “LGBT Onur Yürüyüşü'nde” iki genç kızın özgürce dudak dudağa öpüşmesidir özgürlük diyor. (Bkz Şule Perinçek, “Eşcinsellik Özgürlük mü”, Aydınlık gazetesi, 10 Mayıs 2020, https://aydinlik.com.tr/ haber/escinsellikozgurlukmu207573)

KADIN HAKLARI İÇİN MÜCADELEYİ ÇIKMAZ YOLA SÜRÜYOR

İstanbul Sözleşmesi bir toplum tasarımıdır. Emperyalizmle uyumlu, onun yayılmacı emellerine uygun iklim yaratmak üzere bir girişimdir. Kadın hakları için mücadeleyi, kadının korunmasını çıkmaz yola sürmektir. (Bkz.Şule Perinçek, Washington Sözleşmesi, Aydınlık gazetesi, 26 Temmuz 2020, https://aydinlik.com.tr/washingtonsozlesmesi214226#2;Teori Dergisi, Ağustos 2020)

Öyle ya, bu düzeni değiştirmek için mücadele etmeye ne gerek var!

Özgürlük mü istiyorsunuz...

İşte size tepe tepe bedenlerinizi kullanacağınız seçenekler...

İngiltere sözleşmeyi imzalamamış. Bir yorumcu da diyor ki, onların kadınlarının korunmaya ihtiyacı yokmuş, ondanmış.

Doğru onlar kadınlarını zaten cinsel nesne olarak görüyorlar. İstanbul Sözleşmesi'nin getirmek istediği düzen oralarda zaten var. Çocuk istismarı desen özgürlük kıstaslarından biri. Küçük yaş evlilikleri birçok ABD eyaletinde serbest. Birçok AB ülkesinde bu tür amaçlı turistik geziler düzenleniyor. Eşcinsel evlilikler serbest. “Özgürlük” onunla da kalmıyor. Bu tür “ailelerde” bir o kadar da yargıya yansımış evlat edinme adı altında istismarlar var.

Sözleşmenin tanımladığı “çekince konulamayacak” “temel hak ve özgürlükler” neymiş, peki??

“Toplumsal cinsiyet” hukuki bir kavram değil. Tam da verilmek istenen bu. O kapsama çekiliyor. Birçok tartışmacı da o minderde tuzağa düşürülüyor. Amaç da bu. İnceliği görmeniz engelleniyor.

Mesele mevzuatın eşcinselliğin, etnik kimliklerin ayrımcılığa uğramasına karşı düzenlenmesi değil, bu kimliklerin toplumsal ve kültürel olarak dayatılmasındadır.

Sözleşme hükümlerinin “cinsiyet, toplumsal cinsiyet” “cinsel tercih, cinsel kimlik”, temelinde taraflarca uygulanmasının yolunu döşüyor. Kadına “eşcinsellik” özgürlüğü tanınıyor.

Böylece yeniden kafese kapatma tasarımı dayatılıyor.

Emperyalizmin Irak'a “demokrasi” götürmesinden ne farkı vardır?

Sözleşmenin 60. maddesi “toplumsal cinsiyetleri” nedeniyle zulüm görenlerin iltica taleplerini ve haklarını tanımlıyor. “Toplumsal cinsiyet”le söz edilenin, “toplumsal cinsel roller” olmadığı çok açıktır. Bu emperyalist yayılmacılığın başladığı 1970'li yıllarda İngilizceye de sonradan girmiş bir kavramdır. ABD'li kadın hakları savunucularının da bu yıllardan sonra CIA maaşlı memur olmalarına da, kadın hakları için mücadelenin de “özgür sütyen” seviyesine düşürülmesine de denk düşer.

Ayrıca bu maddeye dayanarak kocası tarafından dövülen hangi kadın iltica için başvurmuştur ki acaba?

Başvursa kabul edilecek miydi ki... 

Korunan kadın değildir.

Eğitimin her aşamasında “toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kişilik bütünlüğüne saygı gibi konuların” öğrencilerin zaman içinde değişen öğrenme kapasitelerine uyarlanmış bir biçimde dahil edilmesi için gerekli tedbirler alınmalıymış. Bazı belediyelerimiz bu maddeyi uyguladı, anımsayacaksınız. Bunlar doğru bir dizi önermenin arasında araya sıkıştırılmaktadır.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ ÖTEKİLEŞTİRİYOR

Sözleşme keşke ötekileştirilenlerin hakkını savunsa. Tam tersine ötekileştiriyor. Öyle bir kültürü dayatıyor. O kadar çok kişiyle karşılaştım ki yıllardır. Yaşamdan vazgeçmişler. Çünkü kendi bedenleriyle kavga eder duruma düşürülmüşler. Acı içinde. Toplumun dışına sürülmüşler. Doğanın dışına sürülmüşler. Tutunacakları bir kökten yoksun bırakılmışlar. İşte bu sözleşme kadınımıza da erkeğimize de bunu dayatıyor. Kurulu düzene karşı mısın. Haksızlıkları görüyor musun. Al buradan verelim. Düzenin dışına buradan çık. İlk önce kendi bedenine aykırı davranma özgürlüğünü tat. Sonra toplumun dışına çık. Kurulu düzene hiç zarar vermeden. Orda oyalan. Bir genç bana vaktiyle şöyle demişti. 

“Beni bir gün Ankara asfaltının kenarında ölü bulursunuz...” 

İstanbul Sözleşmesi'yle buradan kaçabilirsin. Sana denizlerde boğulma değil, otoyol kenarlarında bedenini satma değil, sığınma hakkı veririm. Ama bir şartla! Gel burada bedenini özgürce sat. Çünkü emperyalist devletlerin toplumlarında artık aşk yok. Artık doğanın birbirine çekimi, doruğu, doyumu yok. Mazlum ülkelerin mazlum bedenlerini kullandırma özgürlüğü var.

Alkışlaya alkışlaya bu özgürlüğü savundurtuyor size...

İMAM EŞLERİ AYRI TARTIŞILIR MI

İstanbul Sözleşmesi’ni yasaların uygulanması açısından “Genel tavsiye” diye nitelendirmek de son derece yanlış. Ruhunu ve amacını anlamamış olmaktan kaynaklanıyor. Hukuki geçerliği değil tartışılan.

Şunu tartışalım. 6284'ün doğru biçimde uygulanması, yargıcın kanunun ruhuna ilişkin haklı karar vermesi için bu hakların bilincinde olan kadın ve erkekler yetiştirelim. Siyasi olarak bunları yerleşik kılalım. Önümüze yeni engeller çıktığında aşmak için seferber olalım, örgütlenelim.

Ama yargıcı yasaya aykırı cinsiyetçi bir bakış açısının baskısı altına almayalım. Bu da bir haktır. Çiğnetmemek gerekir.

Bir de imam eşiyse hele siz o kalkışmayı görün. Fark eder mi?

Kim olursa olsun. Ne diyoruz biz?

İnsanları dil din ırk ayrımına göre güya ayırmıyoruz.

Ama hukukun önünde eşitliğine göre değil de sakalının biçimine göre ayırırsınız.

Ünlü yazar ya da entel dantel akademisyen ya da magazin sayfalarının yakışıklısı modacı olsa görmezden gelirsiniz. Yen içinde saklarsınız.

Bizim yasamız şiddet insan hakkı ihlalidir diyor. Cinsiyet ve etnik köken ya da sınıf ayrımcılığı yapmıyor. Bir eşcinsele şiddet uygulandığında, kadın ya da erkek, zengin ya da fakir, ünlü ünsüz karşı çıkmayacak mıyız.

YETMEZ

İstanbul Sözleşmesi'nden ayrıldık.

Yetmez.

Türk kadınını ve erkeğini özgürleştirmek için emperyalizmin bütün bu kültürel dayatmalara,  Ortaçağ kalıntısı anlayışlara, değer yargılarına, toplumsal ilişkilere karşı çıkacağız. İkisinin de kadına bakışı cinsel nesne olarak değerlendirmede birleşmektedir.

Biz özgür ve bağımsız bir ülkenin, daha ileri daha ileri hakları için mücadele eden, Kemalist devrimi tamamlamaya çalışan Cumhuriyet kadınlarıyız.

Değiştireceğiz.

Değişeceğiz.

Aydınlık