Ayasofya ibadete açıldı, Amerikan gemisi Dedeağaç limanında Bizans bayrağı çekti.

Ayasofya tam da Lozan’ın yıldönümünde açıldı, Lozan kutlamaları yasaklandı.

Osmanlı hukuku öne alındı, Cumhuriyet’in tapusu Lozan köy sandığına atıldı.

İmparatorluklar çağı sona ererken, hala Osmanlı hayalleriyle ufuklara yelken açanlar büyük hata yapıyor.

Bakın Doğu Akdeniz’de, Libya’da belki doğru siyasetler uyguluyoruz ama Kıbrıs’ta hainlerin at oynatmasına göz yumuyoruz.

Cumhurbaşkanı Kıbrıs Barış Harekatı Zaferi olan 20 Temmuz’un ertesi günü yaptığı 2 saatlik konuşmada Kıbrıs’tan sadece bir cümle söz etti o da şuydu: “Milli davamız olan Kıbrıs meselesine ilişkin kararlı duruşumuzu her alanda ortaya koyduk!”

Sonderece klişe bir ifade.

Kıbrıs elden gittikten sonra ne Doğu Akdeniz kalır, ne de Mavi Vatan.

Rahmetli kahraman Denktaş’ı AKP desteğiyle tasfiye eden Mehmet Ali Talat’ı bile “Türk milliyetçisi” olarak gösterecek olan Rum yanlısı Mustafa Akıncı yeniden kazanma yolunda cumhurbaşkanlığını.

Suriye’de Neo Osmanlıcı ve İhvancı siyasetler yüzünden İran ve Rusya gibi müttefiklerimizi kaybediyoruz.

Ermenistan’dan silah gösteriliyor.

Cumhuriyetimizi darbeler ve komplolarla içten yıkan NATO tertipçiliğine geri dönüyoruz.

YAŞ’ta hem PKK, hem FETÖ’ye (dolayısıyla Amerikan emperyalizmine) büyük darbeler indirmiş 2 kahraman komutanımızı emekli ettik.

Karadeniz’e NATO’yu soktuk.

Bakınız dostlar.

Bir haber vereyim.

İmparatorluklar çağı artık kesin olarak bitti, bitiyor.

17 ve 18. Yüzyıllardaki kapitalist sömürgeci Batılı modern imparatorlukların son temsilcisi ABD de artık tarihin sayfalarına gömülüyor.

Diktatörlük hevesleriyle Trump kendi şehirlerine (federal yasaları çiğneyerek) asker gönderme niyetinde. Tüm o kirli savaş suçları yüzünden Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden it gibi korkuyor, yargıçlarına bile yaptırım uyguluyor.

ABD artık dünyanın tek hegemonu, efendisi olmaktan uzaklaşıyor.

Yani küresel imparatorluk artık yerini çok kutuplu bir dünyaya bırakıyor.

Peki ABD çökerken, karşısındaki devletler ne yapıyor?

OSMANLI, PERS, MISIR, BİZANS VE RUS İMPARATORLUKLARI HAYAL

Rusya’dan başlayalım isterseniz.

Tamam Rusya bir ABD gibi küresel güç değil ama Çarlık Rusyası imparatorluğu’na özenmediğini kim söyleyebilir.

Vladimir Putin, SSCB sonrası Rusya’yı dağılmaktan kurtardı evet ama Çarlık kartalını getirip bir emperyal bayrak çekti. Rus Ortodoksluğunu ve batı yatkınlığını öne çıkarttı.

Sankt Peterburg’dan gelen Zapatnikleri yönetime doldurdu.

Suriye ile birlikte sıcak sulara demir attı.

Yine de haklarını teslim etmek lazım, pek çok hareketleri uluslararası hukuka uygundu.

Kırım’ın ilhakı bile önceden altyapısı hazırlanmış bir senaryo ile yapıldı.

Hakeza Abhazya ve Güney Osetya da öyle.

Yani yayılmacılığını bir şekilde kitabına uydurdu.

Uydurdu ama 17 milyon kilometrekare devasa ülkeyi sadece petrol ve doğalgaz hesaplarıyla yönetmenin imkansız olduğu da son ekonomi ve korona krizleriyle ortaya çıktı.

Petrol ve doğalgaz fiyatları çökünce Rus ekonomisi de çöktü.

Suriye ve Libya’da Türkiye ile yaşadığı gerilimde Ermenistan’ı cepheye sürmesi de artık saçmaladığının bir göstergesi.

Peki bizim Amerikan gazıyla gelen yeni Osmanlıcılar öyle mi?

Bizim Osmanlıcı takımı sadece Amerikan hukukundan güç aldı.

Büyük Ortadoğu Projesi denen Amerikan işgal planına bir tarafından dahil olarak önce Irakve Afganistan, ardından Suriye’de batı planlarının bir parçası oldu.

Haçlı irticacı terörist örgüt IŞİD’e, “öfkeli gençler” diyen Davutoğlu dönemi tam bir felaket oldu.

Komşumuzda çıkan yangın bizi de fena halde yaktı.

Ardından Libya’da NATO’nun ne işi var dedikten bir kaç gün sonra kara gün dostu Kaddafi sırtından bıçaklandı.

Sünnicilik ve özellikle de İhvancılık yüzünden Mısır ile de düşman olduk yok yere.

Mısır’ın yayılmacı hayalleri ile Libya’daki yeni Osmanlıcı idealler çatışma noktasında bugün.

Şaka gibi ama, şu aşamada, Mısır, Yunanistan, Ermenistan, Irak ve Suriye ile savaşabiliriz her an.

Ve bizi destekleyen kimse yok.

Ne ABD, ne Rusya, ne İran yanımızda.

AB düşman, İsrail düşman.

Yeni Osmanlıcılıkla gelinen yer koca bir fiyasko.

Ha bu noktada muhalefet de, bir dönem AKP yardakçısı olan FETÖ ve PKK artıklarından medet umuyor. O da ayrı bir rezalet. Hele de o hain yetmez ama evetçi takımı. Bir de bildiri yayınlamışlar, hukuk filan diye. Siz değil misiniz ki FETÖ’ye yargıyı teslim eden referandumda yardakçılık yapan.

Tümbunlar bir yana bizim için tek ve mecbur çözüm, ulus devlet temelinde Cumhuriyet, Sol Kemalizm ve Avrasyacılık.

İran’a gelelim.

Türkiye, Rusya ve İran Avrasya’da imparatorluk geleneği olan üç devlet.

Ancak her üçü de denizlere hakimiyeti esas alan 17 ve 18. Yüzyılın modern emperyalist sömürgeci imparatorluklarından değil.

Geri kalmış karasal devletler.

20, yüzyılda atılıma geçmiş, ve fakat yine örselenmiş gelişmekte olan ülkeler.

İran’da Humeyni devrimi sonrası bir Şia yayılmacı siyaseti gözlendi.

Anti İsrail ve Anti Amerikancı oldukları için pek çok noktada haklı ve esaslı bir mücadele verdiler.

Buna direniş kuşağı da dediler.

Ancak Şii imparatorluğu hayalleri kurmadılar da değil.

2013’ten bu yana Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani İran’ın hedeflerini değiştirdi. Resmi olarak 2016 yılında kabul edilen stratejik hedef olarak, Lübnan (göreceli Şii çoğunluğa sahip), Suriye (laik), Irak (Şii çoğunluğa sahip) ve Azerbaycan (TürkŞii) ile bir devletler federasyonu kurulmasını belirledi. Hizbullah, bu projeyi İsrail ve ABD işgalleri karşısında oluşan “Direniş Ekseni”ne benzetti. Bununla birlikte, sadece İsrail ve ABD değil, aynı zamanda bu federasyonu kurması gerekenler de buna karşı çıktı. Hepsi bir Pers imparatorluğunun yeniden kurulmasına karşı şiddetle itiraz ediyor.(1)

Oysa kağıt üzerinde baştan çıkarıcı olan Velayeti fakih, (İmam Humeyni’nin İran’da kurumsallaştırdığı ‘bilgeler tarafından yönetim’ sistemi) uygulamada Devrimin Rehberi Ayetullah Ali Hamaney’in makamı haline geldi. İran, özellikle de kendi evinde tartışıldığı bir dönemde, bu sistemi müttefiklerine yaymayı başaramayacak. Düşmanları da dahil olmak üzere bölgedeki herkesin Hizbullah’a hayranlık duyduğu, ancak İran’ın projesini neredeyse hiç kimsenin istemediği yadsınamaz bir gerçek.(2)

Bizans’ı saymama gerek var mı bilmiyorum.

Bizans ismi bile Alman romantiklerinin uydurması olan Doğu Roma İmparatorluğu da en eskide kalanlardan ve megalo idea gibi saçmalıklarla diriltilmesi imkansız.

Yunanistan 100 yıl önce İngiltere’ye alet olarak Türkiye’ye saldırdı.

Geri üstü yere oturdu.

46 yıl önce de Kıbrıs’a hallendi, yine dayağı yiyip köşesine çekildi.

Yunanistan, Ermenistan ve PKK’nın temsil ettiği Ayrılıkçı Kürtler ancak emperyalizmin aleti olarak Türkiye’ye saldırabilir.

Bunlar da çöken bir Amerikan imparatorluğunun kaybedenleri olarak tarihe yazılıyorlar.

Yani demem o ki, Amerikan imparatorluğu gerçek manada son kapitalist ve emperyalist devlet idi. Ve gelişen Asya ve Güney’in her geçen gün daha çok ağırlık kazanmasıyla sahneden çekiliyor.

Peki çözüm ne?

ABD ortadan çekilince, sandıklardan eski imparatorluk bayraklarını çıkarıp birbirine mi girmek?

Bu zaten çökmekte olan ABD’nin son ve umutsuz oyun planı.

Kürtler ile Türkleri, Türkiye ile Rusya’yı, Hindistan ile Çin’i, İran ile Suudi Arabistan’ı, Doğu Akdeniz ve Libya’da Avrupa ile Asya’yı, Türkiye ile Fransa’yı çatıştırmak son çaresi.

Bunun için artık siyasal İslam’dan bile desteğini çekti.

Belki biraz İdlib’de top gezdiriyor.

ABD’nin sona ermekte olan küresel faşist sistemi çökerken, artık eşit ve hukuka dayalı bir küresel sistemin zamanı gelmişken, yayılmacı siyasetlerle, zor gücüyle kazanım sağlamak ham hayaldir.

İmparatorluklar çağı çoktan kapandı.

Artık çağımız, Mustafa Kemal Atatürk’ün kapısını açtığı ulus devletler çağıdır.

Bu da anayasamızda (hala) yazdığı üzere, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olmayı gerektirir.

Bu tüm Asya ve Güney devletleri için geçerlidir.

Aksi ise tam bir felaket olur.

Biz bu felaketi 1900’lerin başında çok acı yaşamış bir ulusun çocuklarıyız.

Yazı sonuna Falih Rıfkı Atay’ın o müthiş kitabı Zeytindağı’ndan ibretlik bir alıntı koymak farz oldu:

“Tren giderken iki tarafımızda Suriye ve Lübnan'ı sanki safra gibi boşaltıyoruz. Yarın kendimizi Anadolu köylerinin arasında Kudüs'süz, Şam'sız, Lübnan'sız, Beyrut'suz ve Halep'siz, öz can ve öz ocak kaygısına boğulmuş, öyle perişan bulacağız.
Kumandanım harap Anadolu topraklarını gördükçe:
Keşke vazifem buralarda olsaydı, diyor.
Keşke vazifesi oralarda olsaydı. Keşke o altın sağnağı ve enerji fırtınası, bu durgun, boş ve terkedilmiş vatan parçası üstünden geçseydi!
Eğer kalırsam, diyor; bütün emelim Anadolu'da çalışmaktır.
Eğer kalırsa, eğer bırakılırsa... Anadolu hepimize hınç, şüphe ve güvensizlikle bakıyor. Yüz binlerce çocuğunu memesinden sökerek alıp götürdüğümüz bu anaya, şimdi kendimizi ve pişmanlığımızı getiriyoruz, istasyonda bir kadın durmuş, gelene geçene:
Benim Ahmed'i gördünüz mü? diyor. Hangi Ahmed'i? Yüz bin Ahmed'in hangisini? Yırtık basmasının altından kolunu çıkararak, trenin gideceği yolun, İstanbul yolunun aksini gösteriyor:
Bu tarafa gitmişti, diyor.
O tarafa? Aden'e mi, Medine'ye mi, Kanal'a mı, Sarıkamış'a mı, Bağdat'a mı?
Ahmed'ini buz mu, kum mu, su mu, skorpit yarası mı, tifüs biti mi yedi Eğer hepsinden kurtulmuşsa, Ahmed'ini görsen, ona da soracaksın:
Ahmed'imi gördün mü?
Hayır... Hiçbirimiz Ahmed'ini görmedik. Fakat Ahmed'in her şeyi gördü. Allah'ın Muhammed'e bile anlatamadığı cehennemi gördü.
Şimdi Anadolu'ya, batıdan, doğudan, sağdan, soldan bütün rüzgârlar bozgun haykırışarak esiyor. Anadolu, demiryoluna, şoseye, han ve çeşme başlarına inip çömelmiş, oğlunu arıyor. Vagonlar, arabalar, kamyonlar, hepsi, ondan, Anadolu'dan utanır gibi, hepsi İstanbul'a doğru, perdelerini kapamış, gizli ve çabuk geçiyor.
Anadolu Ahmed'ini soruyor. Ahmed, o daha dün bir kurşun istifinden daha ucuzlaşan Ahmed, şimdi onun pahasını kanadını kısmış, tırnaklarını büzmüş, bize dimdik bakan ana kartalın gözlerinde okuyoruz.
Ahmed'i ne için harcadığımızı bir söyleyebilsek, onunla ne kazandığımızı bir anaya anlatabilsek, onu övündürecek bir haber verebilsek...

Fakat biz Ahmed'i kumarda kaybettik!”

KAYNAKLAR: (1) (2) Thierry Meyssan – Lübnan Sorumluluklarıyla karşı karşıya https://www.voltairenet.org/article210562.html

Falih Rıfkı Atay – Zeytindağı (1932)