İklim krizi Batılı ülkeler tarafından insanlık adına yürütülen kampanyalarla öne çıksa da gerçekte kolonyalist ülkelerin sömürgelerine müdahale aracı olarak kullanılıyor. 

Ankara hacı Bayram Veli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi ve Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM) Başkanı Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol, sömürgeci ülkelerin koloniyerindeki faaliyetlerinin iklim krizini tetiklediğine dikkat çekti. 

AFRİKA'DAKİ AĞAÇLARI KESİP AVRUPA'YA TAŞIDILAR

Sömürgeci devletlerin ele geçirdikleri ülkelerde ormanlık alanları tarım alanına dönüştürdüğünü, Afrika ve Latin Amerika'da yer altı kaynaklarına ulaşmak için ormanları yok ettiğini belirten Erol, şu şekilde konuştu:

Sömürge döneminde, ormanlardan kesilen ağaçlar, Avrupa'ya taşındı. Yok edilen ormanlar tarıma açılırken; arazilerin kontrolsüz kullanımı ve bilinçsiz şekilde yapılan tarım toprağın verimsizleşmesine, su kalitesinin düşmesine ve erozyona yol açtı.

BATI SÖMÜRGE ÜLKELERE MÜDAHALELERİNİ MEŞRULAŞTIRIYOR

Batı'lı ülkelerin 'Beyaz adamın yükü' söylemi ile koloni ülkelere müdahalelerini meşrulaştırdığını söyleyen Erol, şöyle konuştu:

Sömürgecilik, neden olduğu iklim kriziyle kalıcı tahribata, önlenmesi zor ve maliyetli tehdide yol açtı. Buna rağmen sömürgeci ve Batı merkezli kapitalist devletler, mevzubahis tehditle mücadele etmek için çeşitli imkanlara sahip ancak iklim krizinin siyasi, sosyal ve ekonomik kapasitesi zayıf devletler ve toplumların yok oluşunu beraberinde getirmesi muhtemel.

'FRANSA SÖMÜRGECİLİKTEN VAZGEÇMEDİ'

Kolonyalistlerin tek amacının büyük kaynakları kendilerine bağlayarak en güçlü devlet olmaya çalıştığını söyleyen Erol, Fransa'nın Afrika'nın büyük bir kısmını sömürdüğünü fakat hala sömürgecilik faaliyetlerinden vazgeçmediğini belirtti.

DOĞA KOLONYALİST DEVLETLERİN UMRUNDA DEĞİL

Kolonyalist devletlerin, koloni ülkelerinde doğrudan askeri varlık göstermeseler de siyasal, ekonomik ve sosyal kaynaklarını kullandığını ve kendilerine bağımlı hale getirdiğini belirten Erol, merkezçevre ilişkileri açısından dünyanın kaynaklarını toplayan merkez ülkelerin, çevre ülkelerindeki doğa tahribatını düşünmediğine dikkat çekti.

Erol'a göre geçmişe dönük muhasebe yapma gereği duymayan kolonyalist devletler, Batı merkezli tarih okumasıyla yargılanamaz şeklinde konumlanıyor ve böylece, iklim krizine yönelik yasal süreçler ve politikalar göz önünde bulundurulduğunda bu devletlerin aleyhine kararlar çıkmıyor.

'BATILI ÜLKELER HESAP VERMİYOR'

Batılı şirketlerin kendi ülkelerinde uymak zorunda olduğu kurallara  diğer ülkelerde uymadığını belirten Erol, sözlerine şu şekilde devam etti:

Sömürgeci zihniyetin aslında varlığını koruduğu ve karını azami seviyeye ulaştırmaya çalıştığı görülmektedir. Elbette sömürgeci devletlerin bu konuda hesap vereceği söylenemez. Avrupa Birliği (AB), Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması'nı (CBAM) hayata geçiriyor. Bu mekanizmanın amacı, bir ülkede üretim yapan şirketin AB'ye mal ihracı sırasında aradaki karbon fiyat farkını ödemesi ancak ülke, AB ile aynı çevre politikalarına sahipse bundan muaf. Bu da Batılı ülkelerin hesap vermek yerine kendilerini örnek olarak sunduğunu gösteriyor.

'İKLİM KRİZİNİ SİYASALLAŞTIRDILAR'

Batı'nın iklim krizine ancak kendilerini tehdit etmesi üle gündem haline geldiğine dikkat çeken Erol, kolonyalist devletlerin müdahaleci politikaları ile iklim krizini siyasallaştırdığını ve güvenlik eksenine oturttuğunu söyledi. 

Erol, güvenlik eksenindeki konuların "toplum tarafından onaylandığını, bunlara sessiz kalındığındaki müdahalelerin meşruiyet kazandığını kaydeden Erol, "Geçmişte emperyalist devletlerin ideolojik söylem ve yanlış bilgilerle diğer ülkelere saldırdığı biliniyor. Bunun örneklerinden biri kimyasal silah bulundurduğu gerekçesiyle ABD'nin Irak'a yaptığı müdahale." şeklinde konuştu.

'BATI'NIN MÜDAHALE ARACI'

Batı'lı ülkelerin iklim krizini güvenlik meselesi haline getirerek başka ülkelere müdahale aracına dönüştürebileceğine dikkat çeken Erol, "Batılı devletler bu yöntemle küresel rekabette ellerindeki gücü korumayı amaçlıyor." dedi.

İskoçya'nın Glasgov şehrinde 2021'de düzenlenen Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 26. Taraflar Konferansı'nda BM Güvenlik Konseyi'nin daimi üyelerinin bazılarının katılmadığını aktaran Erol, başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin karbon emisyonlarını düşürmek gibi iklim kriziyle ilgili izlediği politikalarda samimi olmadığını, "devletlerin çeşitli kararlar almak için söylemler geliştirse de somut adımlar atmadığını" söyledi.

İklim krizinin yarattığı afetlerin türüne ve bölgelere göre değerlendirilmesi gerektiğini belirten Erol, sözlerine şu şekilde devam etti:

Artan sıcaklıklarla Afrika'daki su krizi her geçen gün derinleşiyor. Aynı şekilde kutuplardaki buzullar, zaman geçtikçe daha hızlı eriyor. Diğer taraftan muson bölgelerindeki yağışların şiddetlendiğini görmek mümkün. Kısacası iklim değişikliği, farklı açılardan dünyayı tehdit ediyor.

 

Artan doğal afetler, kuraklık, erozyon, toprak kirliliği gibi sorunlar, su ile gıda güvenliği açısından insanları, toplumları ve devletleri doğrudan tehdit edecek. Daha da önemlisi bu tehditler, göçlere, bölgesel ve küresel savaşlara neden olma potansiyeline sahip. Özellikle de kaynak savaşlarının yoğunlaşması nedeniyle 2050'de yaklaşık 1 milyar insanın göç edeceğine yönelik tahminler, tehdidin ve krizin boyutunu daha somut çerçeveye oturtuyor. Ayrıca iklim değişikliği, sadece insanlar için değil; çeşitli canlı türleri ve ekolojik yaşam için de hayati tehdit içermektedir

'EMPERYALİZM VE SÖMÜRGECİLİĞİN YENİ VERSİYONU'

Erol, sanayi devriminde ihtiyaç duyulan ham maddeleri elde etmek için fosil yakıt tüketiminin hızlandığını söyleyen Erol, Batılı devletlerin birçok atığı geri dönüştürdüğünü iddia etmesine rağmen ağır metal ve nükleer atıkların akıbetinin belirsiz. Bu atıkların üçüncü dünya ülkelerine gönderildiği ve gizlice gömüldüğü şeklinde iddialar var." dedi.

Sömürgeci düzenin üretim sürecinin yanı sıra tüketim sürecinde de ünyaya zarar verdiğini söyledi ve Batı'nın verimli toprak ve temiz su kaynağına sahip ülkelere müdahale etmek için hazırlık yaptığını ve bu ülkelerin belirlediği politikaları şekillendirmeye çalıştığını dile getiren Erol, bunu emperyalizm ve sömürgeciliğin yeni versiyonu olarak tanımladı.