Stalin, 1942’nin başında İngilizlere şöyle bir öneri yapar: “Türkiye’nin savaşa girmesi savaşın kaderini değiştirir. Akdeniz’deki on iki adayı, Bulgaristan’ın doğusunu ve Suriye’nin kuzeyini (bugün PKK devleti yapılmak istenen bölge) Türkiye’ye verelim.”

Teklif, İngiltere savaş bakanı Anthony Eden’in Moskova’ya yaptığı ziyarette dile getirilir ve İngiltere tarafından Türk hükümetine iletilir. Ancak İngilizlerin, teklifi iletirken “Sovyetlerin bu konuda samimi olmadığına” dair telkinde bulunmuş olma ihtimali yüksektir. İngiltere, ne adaların ne de Suriye’nin kuzeyinin herhangi bir sebeple Türkiye’ye geçmesinden yana değildir.

Türkiye’nin ise İkinci Dünya Savaşında tarafsız bir pozisyonda kalmak için büyük çaba gösterdiği söylenir. Ancak öte yandan, Saraçoğlu hükümetinin Almanya’ya biraz daha fazla meylettiği de bilinmektedir. Güncel bir tehdit olarak Almanya’yı kızdırmamak, müttefikleri oyalamaktan daha önemlidir. Ankara, savaşa girmeme konusunda kararlıdır. Saraçoğlu, teklife ironik bir şekilde “yetmez İskoçya’yı da vermeniz gerekir” diye cevap verir.

Sözünü ettiğimiz teklif resmidir, kayıtlara geçmiştir ve pek çok farklı kaynak tarafından teyit edilmiştir. Ancak kimseler tarafından bilinmez, tarih kitaplarımızda yazılmaz, popüler anlatılarımızda yer almaz.

Oysa bir başka konu, Sovyetler Birliği’nin savaştan sonra Türkiye’den toprak talep ettiği iddiası, herkesçe bilinmekte ve yıllardır tekrarlanmaktadır.

Bu talep, Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Selim Sarper ile Molotov arasındaki görüşmede dile getiriliyor. Elimizdeki tek belge de Sarper’in Ankara’ya çektiği telgraf. Molotov da anılarında bu konuşmayı doğruluyor. Ancak Sovyetlerin Türkiye’den toprak talebi hiçbir zaman resmi bir hal veya bir nota halini almıyor. İngiliz ve Amerikan dışişleri kaynakları da böylesi bir talebin söz konusu olmadığını yazıyor.

Yalçın Küçük bu olayı “Cemal Erkin Selim Sarper ikilisinin yalanı” olarak niteliyor, sözde tehdidin Ankara’da, Dışişlerinde “imal edildiğini” söylüyor. Prof. Dr. Cüneyt Akalın ise olayın somut bir zemini olmakla beraber, kasıtlı olarak abartıldığı sonucuna varıyor. Gerçekten de Türk hükümeti, tıpkı İngiltere ve ABD gibi bu konuyu başlarda o kadar ciddiye almıyor. Ancak 1946 yılının ikinci yarısından itibaren BatıSovyet karşıtlığı netleştikten sonra konu daha hararetli bir şekilde gündeme geliyor. Montrö ile ilgili Sovyetler ve Türkiye arasındaki karşılıklı notalara ABD de Türkiye’nin yanında yer alarak dahil oluyor. Özetle, hiçbir zaman resmileşmeyen, biraz da şaibeli bir talep, Türkiye’yi korkutmaya yetiyor ve hızla Sovyet karşıtı bloka itiyor.

Yukarıdaki iki olaydan birinin Türk kamuoyunda hiç bilinmemesi, diğerinin ise milyon kez tekrar edilmesinin sebebi nedir? Tarihin tek boyutlu bir anlatı haline gelmesi ne işe yaramaktadır?

Savaş sonrası Sovyet tehdidinin abartılması Türkiye’nin NATO’ya girişini kolaylaştırmıştır. NATO’nun tüm ihanetlerine rağmen Türkiye’nin örgüte üyeliğini sorgulamaması da yine aynı şekilde, Rus tehdidinin abartılması ile sağlanmıştır. Türkiye ile NATO arasında yapılan katılım anlaşması egemenliğin devri anlamına gelebilecek utanç verici ifadelerle doludur. Güncel bir tehdit, böylesi bir anlaşmaya halkın ikna edilebilmesi için en kolay formüldür.

Gerçekte ise, Amerika’nın kendi belgelerinde bile Sovyetlerin Türkiye’ye saldırma ihtimalinin olmadığı yazmaktadır (29 Ağustos 1950 tarihli Politika Planlama Dairesi Raporu). Türkiye’nin NATO’ya girişi Sovyet tehdidinden ziyade Türkiye’yi yöneten sınıfın politik/ekonomik tercihleri ile ilgilidir. Cumhuriyetin kuruluşunda on beş yıl boyunca yürütülen ve başarılı sonuçlar veren milli çıkarlara dayalı denge siyaseti terk edilmiş, ülkeyi giderek daha fazla Batı'ya bağımlı hale getirecek bir yol seçilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu günden beri hiçbir komşusunun saldırısına uğramadı. Ne aramızda anlaşmazlıklar olan Yunanistan’dan ne de “tarihsel hasım” sayılan Rusya’dan Türkiye’ye tek bir kurşun sıkılmadı. Ama bizi korusun diye dahil olduğumuz NATO’nun hem darbelerini, hem beslediği terör örgütlerini, hem kurşununu, hem de Meclisimizin üstüne yağan bombalarını gördük. NATO’nun gerçek yüzü apaçık ortada iken hala tarihten korku filmleri devşirerek onu şirin göstermeye çalışmak büyük hatadır. Türkiye için de insanlık için de en hayırlısı NATO’nun dağılmasıdır.

Gaffar Yakınca

Aydınlık