1924 Mısır…

Türkiye’de halifeliğin kaldırılmasının hemen ardından, Hasan El Benna isimli bir coğrafya öğretmeni Müslüman Kardeşler yani İhvan olarak bilinen örgütü kurdu.

Türkiye düşmanı bu grubun görünen hedefi, İslam aleminde halifeliğin Mısır’a getirilip, tüm müslümanlara önderlik yapmaktı.

Ama işlevleri (her zaman olduğu gibi), emperyalizmin Orta Doğu mümessilliğini yapmaktı.

İhvan, Sykes Picot, PKK ise Sevr haritasından çıkmıştı.

İhvan, PKK’ya göre daha eski ve daha enternasyoneldi.

Önce İngilizlerin avucundaydı.

İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilerin yanına geçti.

1945 sonrası ise CIA ve NATO’ya devrolundu.

El Kaide de 1979 (SSCB’nin Afganistan işgali) sonrası İhvan’ın paltosundan çıktı.

CIA ajanı Usame Bin Ladin eski bir İhvancıydı.

Yeşil Kuşak programı çerçevesinde de, IŞİD, FETÖ, Cundullah, Nusra vs. tüm radikal dinci terör örgütleri de yine aynı paltonun cebinden çıktı.

Eski MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un zamanında Mustafa Balbay’a anlattığı gibi.

Fetullah, 1960’larda önce MİT’e sonra CIA’ye girdi. FETÖ öyle ortaya çıktı.

Hani bugün siyasi ayak arıyorlar ya, fanatik NATO’cu, Amerikancı kim varsa, onlar doğrudan veya dolaylı siyasi ayaktır.

Hele CIA mensupları operasyonel ayaktır.

Yani, Afganistan’dan Çin’e, Rusya’dan Türkiye ve tüm Batı Asya ve Kuzey Afrika’ya kadar, tüm radikal dinci terör örgütleri aslında Haçlının emrindedir.

Atatürk’e düşman, Türkiye Cumhuriyeti’ne kin tutan her kim varsa, o haçlının, “haçlı irticanın”, doğal olarak da siyonizmin emrindedir.

FETÖ VE İHVAN’IN PATRONU JEFFREY

Kasım ayındaki o “meşum”görüşme sonrası, Türkiye yeniden NATO fabrika ayarlarına dönmeye başladı.

Hemen sonrası, Kanal İstanbul ve Libya’da Rusya düşmanlığı piyasaya sürüldü.

Suriye düşmanlığı pompalandı. Şam ile beklenen doğrudan görüşme olasılığı yok edildi.

Soçi’de İdlib için verilen sözler unutuldu.

ABD ile Rusya arasında (hem de sıcak savaşa yakın bir ortamda) sözüm ona bir denge politikası izlenirken, tam anlamıyla dengesiz bir rota çiziliyor.

Dış politikamız fecaat.

İdlib’de ABD ve İsrail’in himayesindeki terör örgütlerine sahip çıkılıyor.

Üstüne bir de NATO göreve çağrılıyor.

Halbuki Fırat’ın doğusunda Türkiye, Suriye, Rusya ve İran cephesi kurarak ortak düşman ABD ve PKK def edilebilir.

Bunun için en uygun ortam halen mevcut.

Özellikle Kasım Süleymani suikasti İran’ı ve hatta Irak’ı da harekete geçirdi.

ABD’yi bölgeden atmak için tüm güçleriyle mücadele ediyorlar.

Rusya ve Suriye ile işbirliği, sadece karada değil Mavi Vatan için de önemli.

Biz ise tamamen aleyhimizde olan bir durumu korumaya çalışıyoruz ve ABD’den “aferin” alıyoruz.

Rockefeller ailesi avukatı Henry Kissinger gibi ABD müesses nizamının bir temsilcisi olan James Jeffrey, Ankara’ya geliyor ve “Şehidimiz var, başınız sağolsun” diyor.

Dalga geçer gibi.

Adeta “Şehitler ölmez, NATO bölünmez” diyor.

Ee haliyle, İhvan gemisiyle Avrasya’ya da gidilmez.

Bakın anti parantez bir şey söyleyeyim, Vietnam kasabı Jeffrey veya Latin Amerika’nın celladı Kissinger gibi tipler, memur değildir.

Hiç bir memur, 70 yaşından sonra bu işlerle uğraşmaz.

Bunlar müesses nizamın üyeleridir, aile işlerini yapmaktadır.

Bu arada tüm dünyada Türkiye, teröre destek veren ülke konumuna itiliyor.

Arap ve Avrupa gazeteleri, SADAT’ın İdlib’deki terörist grupları eğittiğini ve bunlara asker üniforması giydirildiğini ileri sürüyor.

Öncesinde zırhlı araçları patlatılıp yaralı halde iken kurşuna dizilen 4 FSB subayının faturası Ankara’ya çıkarılıyor.

ABD tarafından verilen füzelerle Suriye helikopterleri düşürülüyor.

İdlib bizim vatanımız değil.

Orası Suriye’nin toprağı.

Suriye’nin resmi yönetimi de BM tarafından da belirtildiği gibi Beşar Esad’ın Cumhurbaşkanı olduğu Şam hükümeti.

İhvancı kafa, NATO ile buluşuyor.

Rusya Büyükelçisi yeniden ölüm tehditleri aldığını söylüyor.

Bakın ortalık çok karışık.

Türkiye’nin gündemi ekonomik kriz.

Dolar 6 lirayı geçmiş.

İflaslar peşi sıra gidiyor.

Yolsuzluklar ayyuka çıkmış.

Gündem değiştirmek için savaş çıkartmak ise en pahalı ve acımasız yöntem.

Dış politikamızı James Jeffrey ve SETA’ya bırakırsak sonumuz kötü.

Atatürk’ün bölge merkezli dış politikası tek seçenek.

Tıpkı, Büyük Ata’nın, üretime dayalı karma ekonomi modelinin ekonomide tek seçenek olması gibi.

NOT: Söz verdiğim yeni koronavirüs yazılarıma devam edeceğim. TV’lere çıkıp varlığı herkesçe bilinen biyolojik savaş için kesinlikle komplo teorisi diye atıp tutan hekimlerimize inat.