Bir aydan bu yana, iktidar ve çevresindeki odaklardan Cumhuriyet Devrimleri ve Mustafa Kemal Atatürk’ü hedef alan açıklamalar geliyor.

AKP sözcüsü Ömer Çelik’in açıklamasında olduğu gibi bazı açıklamalarda tam tersi yönde ifadeler kullanılsa da artarak süren ivme, iktidarın Cumhuriyet’le barışık olduğu yönünde inancı zayıflatıyor.

Son olarak Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın sosyal medyadan paylaştığı, “Biz masalları olan bir coğrafyanın çocuklarıyız. Bize yüz elli yıldır modernleşme adı altında başkalarının hikayeleri anlatıldı. Artık kendi hikayemizi yazma zamanıdır” ifadeleriyle tartışma devam etti.

Kalın’ın kullandığı ifadelerle, Cumhuriyet Devrimi’nin köklerini oluşturan Jön Türkler ve İttihat Terraki geleneğini hedef aldığı açık.

Masallarla ne anlatmak istediği ise şüpheli…

HANGİ MASALLAR?

Kalın’ın eleştirdiği Türkiye’deki devrimci geleneğin 150 yılına bakmadan önce Kalın ve benzerlerinin dayandığı Siyasal İslamcı köklerin aynı süreç içerisindeki tavırlarını incelemekte yarar var.

Osmanlı’nın Çöküş Dönemi’nde ilk filizlerini veren ve İmparatorluğun kan kaybını dini değerlerden uzaklaşmaya bağlayan Siyasal İslamcı hareket, 1808’de tahta çıkan II.Mahmud’dan itibaren, 1789 Fransız Devrimi’nden esinlenerek bizzat Saray tarafından atılan “modernleşme” adımlarına karşı çıktı.

Temel argümanları tıpkı İbrahim Kalın gibi “modernleşme”yle beraber gelen ıslahatların Batı menşeli olması ve Osmanlı’nın toplumsal yapısına uygun olmayışıydı. Burada toplumsal yapıyla kastedilen ise dini inanışlardı.

Süreç içerisinde İngiliz emperyalizminin dümen suyuna giren bu çizgi, Milli Kurtuluş Savaşı esnasında ve sonrasında da “dış mihrakların” siyasetlerine uygun biçimde varlığını sürdürdü.

1923’den NATO’ya girilen 1952’ye kadar, o dönem kuvvetli olan Cumhuriyet kurumlarının varlığı nedeniyle fazla hamle şansı bulamayan Siyasal İslamcı hareketler, Türkiye’nin NATO’ya girişinden itibaren adeta yeniden diriliş fırsatı yakaladılar.

İbrahim Kalın’ın sırtını yasladığı gelenek, İstanbul’da boy gösteren Amerikan 6.Filo’sunu kıble kabul edip namaz kılarken diğer yandan da sol, sosyalist ve vatansever çevrelere karşı sistemli bir mücadeleye girişti.

İSLAM COĞRAFYASINI PARÇALAYANLAR

Uluslararası planda, Sovyetlere karşı Yeşil Kuşak projesinin merkezinde yer alan Siyasal İslamcılar, İslam coğrafyasının emperyalizme pazarlanmasında kritik görevler aldılar.

Siyasal İslamcı ideolojinin örgüt anlamında ilk nüvesi olarak kabul edilen Müslüman Kardeşler(İhvan), 20.yüzyılın başında Mısır’da kuruldu.

İngiliz emperyalizmine karşı kurulduğu iddia edilen örgüt, ilginç bir şekilde bütün tarihi boyunca İngiltere’yle yakın ilişkilere sahip oldu.

İngilizlerin Mısır’dan atılmasında önemli rol oynayan Saad Zaglul Paşa’yla “modernleşmeci” olduğu iddiasıyla kavgaya tutuşan örgüt, Süveyş Kanalı’nın millileştirilmesi, Bağlantısızlar Hareketi’nin liderliği gibi tarihi roller oynayan Cemal Abdül Nasır’a birkaç defa suikast girişiminde bulunmaktan da geri kalmadı.

İhvan’ın türevleri, sonrasında ise Amerika’nın Yeşil Kuşak Projesi çerçevesinde Cezayir’den Pakistan’a ve Orta Asya’ya değin milliyetçi güçlerle, emperyalizmin yönlendirmesi doğrultusunda kavgalara giriştiler.

Sonuç; Irak’ın parçalanması, Libya ve Suriye’de süren iç savaş ve İslam coğrafyasının geri kalanında halen süren çatışmalar, karışıklıklar ve yıkım oldu.

HANGİ BATI?

İbrahim Kalın’ın “150 yılı” hedef alan açıklamasıyla eşgüdümlü olarak Akit Gazetesi’nde Türk “modernleşmesi”nin öncü kurumlarından Galatasaray Lisesi’ni, Türk toplum yapısı ve geleneklerine uymadığı iddiasıyla hedefe koyan bir yazı yayınlandı.

Galatasaray Lisesi’nin temsil ettiği geleneği topyekûn Batıcı olarak tanımlayan bu yazının asıl hedefinin, Cumhuriyet birikimi olduğunu anlamak için müneccim olmaya gerek yok.

Burada ilginç bir noktaya değinmekte yarar var;

Türk aydınlanmacı geleneğinin önde gelen aydınlarından Atilla İlhan da “Hangi Batı?” adlı eserinde Galatasaray Lisesi ve benzerlerini “Tanzimat kafası”nın ürünü ve “kültür emperyalizmi”nin ülkeye girişini kolaylaştıran kurumlar olarak değerlendirmektedir.

Fakat burada Türk aydınlanmacılığının öncülerinden, Galatasaray Lisesi’nin ilk müdürü Tevfik Fikret ve ardıllarını ayırmak ve bu kurumlarda Batıcılık etkisinin özellikle Demokrat Parti döneminden sonra etkili olduğunu belirtmekte yarar var.

Parantezi kapatıp Atilla İlhan’ın Hangi Batı adlı eserinden devam edelim. Büyük düşünür, Tanzimat’ı “çökertme hareketi”, Tanzimat’ın temel dinamiği olan “Batılılaşma” safsatasını ise “emperyalizmin Türkiye’deki elemanları olan Levanten ve kompradorların, enayi aydınlar aracılığıyla geliştirdiği yaman bir sınıfsal araç” olarak değerlendirmektedir.

SİYASAL İSLAMCILARIN VE BATICILARIN İTTİFAKI

Atilla İlhan, İbrahim Kalın ve Akit’in tutumunu eksik bir tarih bilinciyle değerlendirenler, hepsinin aynı noktada buluştuğu izlenimine kapılabilir. Hatta işi daha da ileriye götürüp, vahim siyasi çıkarımlarla, Akit Gazetesi ve Kalın’ın açıklamalarını antiemperyalist olarak nitelendirenler dahi çıkabilir.

Oysa Atilla İlhan, KalınAkit hattından çok “kalın” bir çizgiyle, Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet Devrimleri konusunda ayrılmaktadır.

Atilla İlhan, Atatürk’ü Batılılaşma taraftarı değil “ulusal demokratik devrim” çizgisi izleyen bir lider olarak değerlendirir ve Cumhuriyet birikimine bu yönden sahip çıkar.

KalınAkit hattı ise “150 yıllık” birikimden bahsederken sadece Batılılaşmayı değil Cumhuriyet Devrimlerini de hedef almaktadır.

Öte yandan, tarihsel planda baktığımızda Kalın’ın dayandığı ideolojinin, bugüne değin Batıcılarla geniş çerçeveli bir ittifak içinde yer aldığını saptıyoruz.

İki tarafta sistematik bir biçimde, kökleri Anadolu’ya dayanan Cumhuriyet Devrimlerini hedef almıştır.

Bu ittifakı uzun uzadıya inceleyecek yerimiz kalmadığı için özet mahiyetinde “Yetmez ama evet” ittifakını hatırlatmayı yeterli buluyorum.

150 YILLIK MİRASIMIZ

Kalın’ın hedef aldığı 150 yıllık mirasa gelirsek,

Vatan Şairi, Türk “modernleşmesi”nin öncülerinden kabul edilen Namık Kemal’in “Âmâlimiz efkârımız ikbâli vatandır” dizesi tartışma konusu geleneğin gayesini, duru bir biçimde açıklamaktadır.

Vatan bütünlüğü ve bağımsızlık amacıyla yola çıkan, Batılılaşmayı bir hedef değil araç olarak kabul eden bir gelenekten gelen Türk aydınlanmacılığı, Cumhuriyet’le beraber tam anlamıyla cisimleşmiştir.

Tam bağımsızlık, adalet, sosyal devlet, laiklik ve vatanseverlik 150 yıllık gelenekten bugüne kalan mirastır.

19201938 arası siyasetleri incelediğimizde, Kalın’ın iddialarının aksine Cumhuriyet’in başkalarının hikayelerini değil bir dönem içerisine FETÖ’cüler doldurulan Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu benzeri organlarla Türk hikayelerini, dilini, geleneklerini ve tarihini yücelttiğini görüyoruz.

Diğer yandan Anadolu kızlarına eğitim olanağı sağlayarak, binlerce yıllık hikâyelerimizi toprağın altından çıkartan Muazzez İlmiye Çığ’ları yetiştirdiğine tanığız.

Bu dönem dış politikasına ise Batı kuyrukçuluğu veya terazisi şaşmış bir denge siyaseti değil mazlum milletler ve komşularla iş birliğine önem veren, antiemperyalist ve tam bağımsızlıkçı bir çizgi damgasını vurmuştur.

Atilla İlhan, Mustafa Kemal’in fikirlerini şu ifadelerle tanımlar; “İslamcı dogmatik eğilimlere olduğu kadar, Tanzimatçı alafranga eğilimlere de kesin bir karşı çıkış içerir.”

Evet, 150 yıllık miras tam olarak budur…

150 yıllık miras, halkın masumane dini duygularını sömüren din bezirganları ve Batıcılık adı altında ülkeyi emperyalizme pazarlayan işbirlikçilere karşı ayakları Anadolu’ya basan bir devrimler dizisidir…

Onur Sinan Güzaltan

Aydınlık