Atlantik ötesi aklın Türkiye’deki İslâmcılık, muhafazakârlık ve Atatürkçülük düşüncesi içindeki tüm uzantıları da tespit edilerek temizlenmelidir. Bu gerçekleştiğinde, Türkiye’de yepyeni bir siyaset sosyolojisi hazırlanacak ve sosyoloji, ülkemizin yükselişine zemin hazırlayacak en güçlü plâtform görevini üstlenecektir.

SON derece tarihî bir dönemden geçiyoruz…

Bir anlamda, Türkiye bağırsaklarını temizliyor.

15 Temmuz bu noktada bir milât!

İslâm’ı tasfiye etmek isteyen EvanjelistSiyonist akıl, kendisine göre belirlediği bu tasfiye plânını işletme sürecinde birçok enstrümanını meydana sürdü.

Bir yanda DAEŞ’i pazarlayan bu akıl, diğer yanda İslâm’ı Protestanlaştırmak maksadındaki FETÖ ve Türkiye’nin üniter yapısını çökertmek üzere hareket verdiği PKK, bu enstrümanlar arasında…

Bunların her birinin tek bir amacı, tek bir hedefi var: İfade ettiğimiz gibi, Türkiye’yi teslim alarak İslâm’ı tasfiye etmek…

Bu yolun Devletimizi çökertmekten geçtiğine inanan karanlık üst akıl, Türkiye’den hiç beklemediği cevaplar aldı.

***

15 Temmuz’da sokaklara çıkarak bu hamlelere bizzat karşılık veren milletimizin dışında, dışarıdan bakıldığında hareket edemeyeceği sanılan Türk Silahlı Kuvvetleri de gerçekleştirdiği kritik ve kimsenin cesaret edemeyeceği operasyonları başarıyla tamamlayarak bu beklenmeyen cevapları daha da büyük bir hacme ulaştırdı.

Türk Ordusu, dünya sisteminin tam da yeniden formatlandığı bir eşikte öyle şiddetli üç hamle yaptı ki, “Burada bizsiz hiçbir oyun kuramazsınız!” mesajıyla üst aklın boğazına üç büyük düğüm attı.

Bu üç büyük düğüm yetmedi, Akdeniz’i de “Benden izin almadan burada kuş uçamayacak” restiyle karşı tarafı perişan etti.

Bütün bunları gerçekleştirirken millî devlet aklımız ABD’ye, “Sen burada tüm uzantılarınla artık deşifre oldun” demeyi de ihmâl etmediğini gösteren işaretler veriyor.

***

İsmet Paşa’nın Türkiye’yi ABD’ye teslim ettiği günden bu yana, meğer Türkiye’de paralel bir devlet, paralel bir ordu, paralel bir iktisâdî yapı, paralel bir akademi, paralel bir medya, paralel bir kamu yönetimi varmış!

Meğer askerî bürokrasinin içerisine sızdırılmış farklı renklerdeki paralel yapı ve devşirilmiş kesimlerle aynı akla hizmet ettirilen Türkiye, 1945 yılından bu yana kontrol altında tutuluyormuş.

Bu yapının adı, “Gladyo”!

***

Çok gerilere giderek tarihi bir kez daha düşünmek mecburiyetindeyiz.

ABD’ye “Go home Yankee!” derken sırf komünist olduğu için Harun Karadeniz’e hakaret edenler ve beri tarafta Komünizmle Mücadele Dernekleri adı altında kendilerini ifade edenler arasında İslâm’ı renksizleştirmek ve Anadolu topraklarının irfan geleneğinden kopartarak Batı’nın istediği Haniflik karşıtı bir dille kurulan oyunlar, 70’li yıllarda ülkemize kaybettirmiştir.

80’li yıllarda ihtilâl, devalüasyonlar, faizdövizborsa üçgeninde teslim alınmış iktisâdî yapı ve yine 90’lı yıllarda faili meçhul cinayetler, lâikantilâik, TürkKürt ve AlevîSünnî çatışmalarına tutsak edilmiş bir Türkiye zemini kurmuşlardır.

Bu ülkeyi kontrol etmek için öyle çok devşirilmiş akıl bulmuşlar ki, bunlar üzerinden Atlantik ötesi NATO ittifakı Türkiye’yi kontrol ederken bizim evlâtlarımız ölüyor, bizim paramız pul oluyor, bizim refahımız çürüyor, bizim yükselişimiz durduruluyor ve ABD ise ülkemizde cirit atmaya devam ediyordu.

Gladyo üzerinden dizginlenen ülkemizin kalkınması ve büyümesi böylece kontrol edildi yıllarca.

Bu devran sürdükçe, millî devletin uyuduğunu sanmaya devam ettiler.

Doğrusu hiçbir şey millî devlet aklının gözünden kaçmıyordu.

15 Temmuz akşamı milletiyle beraber öyle bir ayaklandı ki, bugün durdurulamıyor.

15 Temmuz’da ABD, Türkiye’de sobelenmiştir!

Gladyo’nun soldaki karşılığı Kavala’nın Gezi eylemleriyle kendisini deşifre edişinin yanında 68 Ekim Kobani eylemlerine önayak olarak masum canlarımızın katledilişine zemin hazırlayanların bugüne kadarki rolleri de tamamen ortaya dökülmüştür.

Ve muhafazakâr sahada yer alıp da Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’sız bir Türkiye arzusuyla bahsettiğimiz karanlık üst aklın değirmenine su taşıyanlar da mevcût…

***

Tüm bu eylem ve kesimleri bir araya toplayarak Enver Altaylı bahsine bakıp da Kavala için düzenlenen iddianameyi çarprazlama değerlendirince görünen o ki, son elli yıllık tarihimizi tekrar gözden geçirmek ve kendimizi bulmak zorundayız!

Bu çerçevede, Sayın Devlet Bahçeli’nin özellikle 15 Temmuz gecesinden bu yana Ülkücü Hareket ekseninde gösterdiği tavır çok ama çok mühimdir.

2011 yılında teslim alınmak istenen MHP için Sayın Bahçeli’nin verdiği mücadeleyi de Altaylı’nın ifadelerinden hareketle yeniden gözden geçirmeliyiz.

Zira bu, millî duruş ve millî tahkimat açısından son derece önemlidir.

Burada durmamalı ve Atlantik ötesi aklın Türkiye’deki İslâmcılık, muhafazakârlık ve Atatürkçülük düşüncesi içindeki tüm uzantıları da tespit edilerek temizlenmelidir.

Bu gerçekleştiğinde, Türkiye’de yepyeni bir siyaset sosyolojisi hazırlanacak ve bu sosyoloji, ülkemizin yükselişine zemin hazırlayacak en güçlü plâtform görevini üstlenecektir.