Bazı gerçeklerle yüzleşmek, hele bir de bunları yazıya dökmek çok zor.

Düşünüyorum, birazdan anlatacağım olaylar “Harbiye, FETÖ ve PKK” isimlerini aynı metin içerisinde kullanmadan nasıl ifade edilebilir? Olanaksız. Bu durum mide bulandırıyor.

Daha fenası bugün bu ihanet sürdürülmeye, hem FETÖ’ye hem de PKK’ya kucak açılmaya devam ediliyor. Açılım süreçlerinin sinyalleri veriliyor. Milletçe bu duruma erken ayıkmaz da gereken tepkiyi göstermezsek korkarım ki “siyaseten” birileri, “şahsi çıkarları” uğruna bu ihanet açılımlarını göstere göstere “piyasaya” sürmekten hiç çekinmeyecek.

Acaba görünmediklerini mi sanıyorlar?

Hiç beklenmedik isimler, hiç beklenmedik “garip” çıkışlarda bulunuyor.

Birileri Mavi Vatan’a saldırırken birileri de FETÖ’nün ağzına birbiri ardına laf veriyor.

Daha fazla vakit kaybetmeden PKK’nın ve FETÖ’nün arkasındaki “emperyal güçlerle” anlaşmak isteyenlere karşı güçlü bir hat çizmemiz gerekiyor.

Yorulduk, biliyorum fakat esas gücümüzü kullanmanın vaktidir diye düşünüyorum.

Gücümüz bittiğinde ve nefesimiz tükendiğinde ortaya çıkan o inanılması güç kuvvete “irade” diyoruz.

Türk’ün iradesi, “siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın.”

***

Harbiye’den 20122013 yıllarında “FETÖ işkenceleri” nedeniyle ayrılmak zorunda kalan iki üç arkadaşımla KızılayOlgunlar’da bir kahvehaneye oturmuştuk. Kara Harp Okulu’nda yaşadıkları işkence anılarını sıcağı sıcağına anlatıyorlar, ben de bu ihanetlerin hesabını bir gün sormak üzere kaydediyordum.

Çoğu anlattıklarını biliyordum, zaten bunları bizler de yaşamıştık. Askeri okulları ele geçiren FETÖ özellikle 2008 yılı itibariyle benzer “işkence” yöntemleriyle binlerce öğrenciyi acımasızca tasfiye ediyordu. Fakat bu arkadaşlarımın anlattığı bir konu çok daha kayda değerdi. Kara Harp Okulu’nda kendi dilimizi düzgün konuşamayan Harbiyelilerin bulunduğundan ve bunların el üstünde tutulduklarından bahsediyorlardı. Yanlış anlaşılmasın, bunlar yabancı ülkelerden gelen “misafir askeri personeller” değildi, bildiğiniz bizim vatandaşlarımızdı ve ne acıdır ki kendi dilimizi düzgün konuşamıyorlardı.

Askeri liselere kılı kırk yararaktan alınan öğrenciler işkencelerle tasfiye edilirken henüz Türkçe konuşamayan, ne dediği anlaşılmayan öğrencilerin bu şanlı yuvaya alınması ve bir de bunların el üstünde tutulması o an için çözümlenmesi zor bir bilgiydi.

Aynı yıllar FETÖ işkencelerine uğradığı için ayrılmak zorunda kalan eski bir Harbiyeli de bana bir mektup ulaştırdı. Bu mektupta “Atatürkçü Harbiyeliler FETÖ’ye isyan ediyor” ve “okuldaki FETÖ yapılanmasının araştırılmasını” talep ediyorlardı.

Bu mektup sayıları onu bulan Harbiyelilerin yaklaşık iki yıllık araştırmaları sonucunda yazılmıştı. Ne yazık ki bu mektup, Atatürk’ün kurmuş olduğu rejimin bekçisi olmaya  namusu ve şerefi üzerine ant içmiş, devrimlere ve inkılaplara bağlı olan ve etkili adımları atabilecek yetkili bir komutana iletilememişti. Gerçi iletilse ne olacaktı?

Bu mektupta emeği geçen şerefli Harbiyeliler tek tek tespit edilerek kimi harp okullarından ayrılmak zorunda bırakıldı kimi de atıldı.

Mektup çok çarpıcı bilgiler içeriyor fakat burada konumuzla alakalı küçük bir kısmı paylaşacağım.

Mektupta “BDP” (Barış ve Demokrasi Partisi) sempatizanı ve sivil lisedeyken “BDP gençlik kollarına” üye olan İ.A. isimli bir Harbiyeli’den bahsediliyor. Bu Harbiyeli’nin durumundan U.T. isimli diğer bir Harbiyeli’nin haberdar olduğu ve U.T.’nin gerekli bilgileri o zaman bölük komutanı olan Topçu yüzbaşı Bülent A.’ya anlattığı fakat İ.A.’ya bir şey olmadığı, U.T.’nin ise okulla ilişiğinin kesildiği belirtiliyor.

Yani o vakit FETÖ mensuplarıyla dolup taşan Kara Harp Okulu’nda BDP sempatizanı korunurken, onu deşifre eden Harbiyeli ise okuldan atılıyor.

Yine aynı vakitler Kuleli Askeri Lisesi’nde okuyan bir öğrenci Facebook isimli sosyal medya hesabında paylaştıkları nedeniyle okuldan ayrılmak zorunda bırakılıyor. Kanıt olarak özellikle açılım sürecini ve PKK’yı eleştiren paylaşımının fotoğrafı alınıyor. Disiplin kuruluna çıkıyor ve burada “ya kendin ayrıl ya bi atarız” deniyor. Sonuçta bu öğrenci okuldan ayrılıyor.

“Bir sene boyunca emek harcayıp girdiğim askeri liseden bir günde ayrılmıştım. İçimdeki o burukluğu başka hiçbir zaman hissetmedim. Dört buçuk senemi geçirdiğim Şanlı Yuva’nın kapısından çıktım, arkamı döndüm ve son bir kez baktım yuvama. Gözlerim doldu. Sonra arkamı döndüm, yürüdüm arkama bakmadan.” diye yazıyor…

***

“Temiz siyaset” yapmak imkansız mı?

Yaşayabilmek için bu kadar çok reklama, propagandaya, algı yönetimine ihtiyacı olan bir sistem temiz kalabilir mi?

Emperyal güçlerle anlaşmadan olmaz mı?

Ya kefenin cebi var mı?