Dicle Eroğul yazdı...

İçişleri Bakanlığı'nın, koronavirüs ile mücadele kapsamında 30 Büyükşehir ve Zonguldak'ta hafta sonu boyunca sokağa çıkma yasağını duyurduğu 10 Nisan Cuma günü saat 22.00’den sonra yaşananlar, tüm toplum kesimlerinde infial uyandırdı. Virüsle mücadeleyi olumsuz etkilemesi ve siyasi sonuçlarının dışında yaşadıklarımız bize devlet, millet ve vatandaş kavramları üzerinde durup düşünmemiz gerektiğini gösterdi. Cumhuriyetimizin kuruluşundan bu yana hangi değerlerimizi yitirdiğimizi; devlet gücünü elinde tutan siyasal iktidarların, en hafif tabiriyle gaflet içinde bulunmaları nedeniyle, Cumhuriyet ilkelerinden nasıl uzaklaştığımızı saptayarak düşünmeye başlayabiliriz. “Millet işlerinde her ferdin zihni başlı başına faaliyette bulunmak lazımdır.” der Ulu Önderimiz.
Reisicümhur Gazi Mustafa Kemal, Başvekil İsmet Paşa'ya göndermiş olduğu, “Vatan çocuklarını eyi vatandaş olarak yetiştirmek için klasik tahsil programları arasında yer alan yurt bilgisinin ehemmiyeti malumdur.” diye başladığı 18.09.1931 tarihli yazısında, kendisinin bizzat kaleme alarak veya dikte ederek Afet İnan'a hazırlattığı “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabının, Milli Eğitim müfredatına alınmasının çok faydalı olacağını belirtir. Ayrıca bu kitapların, memlekette yurttaşlara okutulması için her tedbirin alınmasının yararlı olacağını da vurgular. Kanal B'de Levent Yıldız'ın sunduğu 29.09.2018 tarihli “Tarihin Bilinmeyen Yüzü” programında, Araştırmacı Yazar Cengiz Özakıncı, “Atatürk'ün ölümünün ardından, 1939 TürkiyeİngiltereFransa İttifak Antlaşması sonrası, Türk Tarih Tezi'nin, Tarih I,II,III,IV ve Medeni Bilgiler ders kitaplarının müfredattan kaldırılmasına ilişkin belge, bilgi ve bulguları” sunmuştu. 
“Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” neden bahseder? Atatürk'ün ifadeleriyle, “Vatandaşlara, gerek Devlet ve Hükümetle ve gerek aralarındaki münasebete nazaran mevcut görevleri ve hakları genellikle Devlet teşkilatını öğreten bilgiler, Medeni Bilgiler namı altında toplanmıştır.” Bu kitap, Atatürkçü düşüncenin ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurum, kuruluş ve bazı uygulamalarının tanıtılması bakımından önem taşımaktaydı. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu ve dayandığı esasların ve işleyişinin anlatılmasının yanısıra; Millet, Devlet, Cumhuriyet, Demokrasi, Hürriyet, Bağlılık, Çalışmak gibi kavramların irdelendiği kitapta, Hak ve Vazife üzerine olan yazılar ayrı bir başlık altında yazılmıştır. Atatürk diyor ki; “Hakların en birincisi yaşamak hakkıdır, diğer bütün haklar ve bu haklara mukabil vazifeler hep yaşamak hakkına dayanır. Şüphe yok ki insanın yaşamak hakkı, onu diğerlerinin yaşamak hakkına riayet etmek vazifesiyle bağlar. Bir insanın hakkı, diğer bir insan için vazife olur. Hakkın bulunduğu yerde vazife ve vazifenin bulunduğu yerde hak vardır. İnsanlar, içtimai hayatta haklardan ve vazifelerden örülmüş bir şebeke içinde tasavvur olunabilir.” Bu ifadelerden sonra diğer önemli bir açıklama da, hak ve vazifeyi hukuk kurallarının tayin ettiği ve bunun Devlet tarafından tatbik edildiğidir. Milletin kurduğu devletin millete, vatandaşlara karşı görevleri vardır; fakat devletin varlığı, vatandaşlardan birtakım yükümlülükler, görevler ister. O halde, devletin millete ve vatandaşların da devlete karşı karşılıklı görevleri, hakları vardır. Vatandaşların teşebbüs ve sorumluluk hisleri ne kadar gelişirse, devlet için o kadar iyidir. İşte, vatandaşlara gerek devlet ve hükümetle ve gerek aralarındaki ilişkilere göre mevcut görevleri, hakları ve genellikle devlet teşkilatını öğreten bilgiler, Medeni Bilgiler adı altında toplanmıştı. 
Atatürk'ün isteğiyle Milli Eğitim'de okutulmaya başlanan “Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” ders kitaplarının, emperyalizmin baskısıyla müfredattan kaldırılmış olması tabii ki tesadüf değildi. Atatürk'ün, sonsuzluğa göçüşünün hemen ertesi yılında kaldırılmış olan Medeni Bilgiler dersleri devam etseydi, bu eğitimden geçmiş bireylerden oluşacak bir toplum ve bu toplumdan çıkacak siyasetçiler, Türkiye Cumhuriyeti'ni bugün olduğundan çok daha farklı bir seviyeye getirmiş olurlardı şüphesiz. Batı Emperyalizminin, Cumhuriyetimize Atatük'ün yaşamı boyunca vurmaya cüret edemediği ilk darbesi, böylece eğitim üzerinden olmuştur.  
* * *
“Vatandaş İçin Medeni Bilgiler” kitabında Atatürk, Türk Milletinin tarihine de yer vermişti çünkü Cumhuriyetin kökeni, bu tarihe dayanıyordu. Türkiye Cumhuriyeti, kökleri derinde olan bir ağaç gibi sağlam ve dik duracak ve bunun bilincinde olan vatandaşları sayesinde köklerinden beslenerek geleceğe uzanacaktı. Aynı zamanda vatandaşa, Atalarına ve tarihine güven aşılanıyordu çünkü bireyler gibi toplumların da başarı kazanmaları kendilerine güven duymaları ile mümkün olabilirdi. Cengiz Özakıncı, bir mesajında şöyle diyor; “1930'larda Medeni Bilgiler dersinde Atatürk; 7000 yıl önce Türklerin Sümer, Elam, Akat Medeniyetlerini kurduğunu, Demokrasi ve Cumhuriyetin tarihte ilk bu Türklerce uygulanıp daha sonra Yunan'a, Roma'ya geçtiğini öğretiyordu. 1940'larda İngilizABD ve işbirlikçileri bu dersi kaldırdı.”
Fikirleriyle Cumhuriyetimizin kurucu kadroları üzerinde etkili olmuş Türk düşünürü Ziya Gökalp, 1922 yılında Küçük Mecmua'da yayımladığı “Türk Devletinin Tekamülü” başlıklı makalesinde Türklerin, çok eski tarihlere uzanan devlet kurma deneyimini anlatır. Türk devletlerinin yazılı olmayan yani teamülî nitelikte, bağlayıcı, uyulması zorunlu hukuk kurallarına dayanan yapısından bahseder. “Türklerde il şeklindeki devletin teamüli bir hukuku vardır ki buna “töre” adı verilirdi. Zaten Türk kelimesi “töreli” manasınadır.” 
Gökalp, yine Küçük Mecmua'da “İlme Doğru” başlıklı yazısını; “Çağdaş devlet bir halk hükümeti olduğu kadar, bir ilim hükümetidir de! Çağdaş millet büyük sanayisiz, umumi hıfzıssıhhasız, şimendifersiz, elektriksiz, refahsız kalamaz. Çağdaş bir devlette çağdaş hukuka dayalı teşkilat yapmaksızın, milli iktisadiyatı yükseltmeksizin, halkçılıktan doğan hakiki hürriyetle hakiki eşitliği temin etmeksizin yaşayamaz. Bütün bu maddi ve manevi ihtiyaçları vücuda getirecek ancak müspet ilimlerdir. O halde milletin de, fertlerin de ilk vazifesi “ilme doğru” gitmek olmalıdır.” cümleleriyle sonlandırır.
***
Cumhuriyetimize emperyalizmin eğitim alanından başlayarak vurduğu darbelere, Atatürk'ten sonra göreve gelen tüm siyasi iktidarlar tarafından izin verildi. Giderek artan bir ivme ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurumsal yapısı çökertilmeye çalışıldı. Bugünlerde yaşanan salgın nedeniyle önemi tekrar hatırlanan Hıfzıssıhha Kurumu dahil birçok yaşamsal Kurumumuzun kapısına kilit vuruldu. Milli ekonomi hepten terk edilerek, ülke ekonomisi neoliberal politikalara terk edildi. Şu anda çökmekte olan Avrupa Birliği'nin uyum yasaları ile devlet töremiz bozuldu, milli değerlerimiz yok edildi. Devlet idaresi, müspet ilimlerin, bilimin yerine çıkara dayandırılmaya başlandı. “Demokrasi” yalanı ile Cumhuriyet'in ideolojisi olan Kemalizm ve Altı Ok unutturulmaya, unutturulamadığı yerde dönüştürülmeye çalışıldı. Anayasada en son yapılan değişiklik sonucu milli egemenliğe vurulan darbeyle de Devlet iyice zayıfladı. 

Devlet ile birlikte Millet de özelliklerini kaybetmeye başladı. Atatürk, Millet tanımında “Ülkü birliği”nden bahseder; Ülkü birliği bir yana, toplum kamplara bölündü. Emperyalizmin hizmetindeki odakların propagandaları sayesinde, Millet kendi kendini aşağılamaya başladı, “bizden birşey olmaz” anlayışı yerleştirildi. Vatandaşın, Milletine ve Devletine olan güveni yok edildi. Hak ve vazifenin birlikteliği kavramı unutturularak bireyler, sonsuz haklara sahiplermiş propagandasına tabi tutuldular. Ziya Gökalp'in “Hak yok vazife vardır” özdeyişi bugün şiar edinilmesi gereken bir kavramdır. İlk bakışta ters gibi gelse de, düşününce ortaya çıkıyor ki; herkes tüm bireylere, topluma, diğer canlılara ve tabii ki doğaya karşı görevini yerine getirirse, zaten tüm bireylerin, canlıların ve doğanın hakları da yerine gelmiş oluyor. 10 Nisan Cuma akşamı, geçerli bir nedeni olmadan panik halinde dışarı çıkan insanlar, bu ilkeyle hareket ediyor olsalar, eminim durup bir düşünürlerdi. Atatürk'ün yine Medeni Bilgiler kitabındaki şu cümlesi onları durdururdu: “Bağlılık, “herkes, kendi için” yerine “herkes, herkes için” düşüncesini koyar. Bu düşünce toplumsaldır, millidir, geniş ve yüksek anlamıyla insancadır.” 

Sonuç olarak o gece Devlet, durumu yönetmekte aciz kaldı. Vatandaş devletine güvenmediğinden bütün görevlerini bir tarafa bıraktı. Oysa, “Bir ölüm acıdır, bin ölüm istatistiktir.” özdeyişinde olduğu gibi insan ölümlerinin istatistik haline geldiği günümüzde, Atatürk'ün Cumhuriyet felsefesini özümsemiş bir vatandaş, diğer insanların yaşam hakkına karşı görevlerini hatırlar ve o gece çok daha sorumlu davranırdı. 

“En iyi bireyler, kendinden çok bağlı olduğu toplumu düşünen, onun varlığının ve mutluluğunun korunmasına yaşamını veren insanlardır.”  Gazi Mustafa Kemal Atatürk

İLK KURŞUN