Abdullah Gül’ün ‘Siyasal İslam çöküyor’ ve ‘Muhafazakarlar ulusalcılaşıyor’ sözlerini uzmanlara sorduk. Sosyologlar Türkiye’deki Atlantik etkisinin kalktığını söyleyor. Türk halkı, ulusal güvenlik kaygılarını neoliberal politikalardan koparak, Atatürk’te birleşerek aşıyor.

ERCAN KÜÇÜK

Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Karar gazetesine verdiği söyleşide Ak Parti seçmeninin dönüşümünden duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. Siyasal İslam’ın tüm dünyada çöktüğünü söyleyen Gül, “Muhafazakarlar ulusalcılaşıyor” dedi. Gül’ün açıklamalarını Aydınlık’a değerlendiren uzmanlar ulusçuluğun alternatifi olarak sunulan Siyasal İslamcılığın kaybettiğini belirterek, Cumhuriyetin fabrika ayarlarına döndüğünü belirttiler.

ORTAK DEĞER MİLLİ OLMAKTIR

Doç. Dr. Atakan Hatipoğlu, milliliğin Türk siyasetinin yapısal kodlarından olduğunu vurguladı. Muhafazakarların aslında ulusalcılaşmadığını, rüyadan uyandığını vurgulayan Hatipoğlu şunları belirtti:

“Türkiye’de muhafazakar partiler ve yurttaşlarımız her zaman ulusal duyarlılıkları yüksek bir kitle olmuşlardır. Esasen millilik, Türk siyasetinin yapısal kodlarından biridir. Türkiye gibi tarihinde hiçbir zaman sömürge olmamış, büyük imparatorluk geleneğinden gelen, modern ulus devletini emperyalizme karşı savaşarak kurmuş bir ülkede, bütün siyasal akımları birleştiren ortak değer milli olmaktır. Şüphesiz her siyasal akım milli olmanın gereklerini ve anlamını kendi ideolojik ve sınıfsal kökenleri ile ilişkisi içinde tanımlamıştır.

“İkinci Dünya Savaşı sonrasında Atlantik sistemine girdiğimiz halde, kamuda ve özel sektörde milli ekonomik temelin varlığı sürdü. Atatürk döneminin bağımsızlıkçı kültürel değerleri toplumu ve siyaseti etkilemeyi sürdürdü. Bu nedenle sosyalistinden sosyal demokratına, milliyetçisinden liberalmuhafazakarına bütün akımlar ekonomik kalkınma, milli toplum olarak yaşamak, dış politikada milli menfaatler gibi konularda ortak akıl ile hareket edebiliyorlardı. Oysa 1980 darbesi ile üstümüze boca edilen iklim, ekonomiden siyasete, toplumsal ilişkilerden kültüre, her alanda milli olandan kaçışı pompaladı. Bu dönemde solun bir kısmı siyaset sahnesinden çekilirken, sağ partilerde de yapısal bir dönüşüm yaşandı.

NEOLİBERALİZME ISINDIRILAN SAĞ

“Merkez sağın yanısıra, muhafazakarlar ve milliyetçilerin önemli bir kısmı, özellikle ANAP iktidarı döneminde ‘dört eğilim’ adı altında iktidara ortak edildi. Ama bu iktidar, neoliberal ekonomi üzerinden milli olan her şeyin tasfiyesini hedefleyen bir iktidardı. Atlantik sisteminin küreselleşme denilen mali piyasa entegrasyon ihtiyacı, sistemin içindeki milletlere devletsizleşmeyi dayatmaya başlamıştı. Bu süreçte Türkiye’de sağın farklı kanatları iktidar nimetleri gösterilerek, maalesef adım adım neoliberalizme ısındırıldı.

ATLANTİK SİYASETİ İÇİN ZEMİN YOK

“Bugün gelinen noktada, devletsizleşme dayatması kabul edilemez bir noktaya dayanmış durumda. Emperyalist sistemin dayattığı rolleri oynamaya devam eden bir Türkiye’nin milli birlik ve bütünlüğünü sağlayamayacağı bir sınır noktaya geldik. Köklerinde ihanet olmayan siyasal akımların, bu noktaya kadar batıdan estirilen ideolojik rüzgarlarla savrulmuş olsalar bile, bu noktadan sonra kuruluş ayarlarına dönmelerinden daha doğal bir şey beklenemez. Özetle muhafazakarlar ulusalcılaşmıyor, bir rüyadan uyanıyorlar diyebiliriz. Bu durum maddi koşulların dayatmasıdır ve bu saatten sonra muhafazakarları yeniden ulus devlet düşmanı Atlantikçi siyasetlere ikna edebilecek bir zemin bulunmuyor. Sayın Abdullah Gül’e geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum”

‘KÜRESELLEŞMECI ANLAYIŞ ÇÖKTÜ’

Sosyolog Prof. İbrahim Kaya, muhafazakar çevrelerin, FETÖ’nün darbe girişimi, Amerika destekli terör örgütlerinin Türkiye’yi tehdit etmesi gibi konularda Kemalist yorum dışında çözüm olmadığı anlayışına geldiğini vurguladı. Neoliberal ve küreselleşmeci anlayışın çöktüğü, ulus devletlerin yeniden yükseldiği döneme girdiğimizi belirten Kaya şunları söyledi:

“Muhafazakarlar uzun bir süre liberallerle önemli ölçüde örtüşmüşlerdi. O zamanlar cemaat denilen FETÖ’yle önemli ölçüde işbirliği yaptılar. Devletin belirli gruplar tarafından yönlendirilmesine müsaade ettiler. Çokkültürcü kimlik politikalarını sanki Türkiye’nin sorunlarını çözmede bir anahtar gibi gördüler. Emperyalizmle çokkültürlü kimlik politikalarının işbirliği içinde olduğunu sanırım farketmeye başladılar. Son 30 yıldır küreselleşmeci, neoliberal anlayış, kimlik siyaseti anlayışı bütün tartışmalarda neredeyse domine etmişti. Sanki ulus devletler zayıflıyordu. Hatta ‘ulusal sınırlar önemini kaybetmeye başladı, dünya vatandaşlığı gelmeye başladı’ dediler. Biz de buna uyum sağlayalım diyorlardı. Ama o politik anlayışların çöktüğü bir sürece tanıklık ediyor tüm dünya.

‘GÜL, ANTİEMPERYALİST BULUŞMAYA KARŞI’

“Ulus devlet anlayışı yeniden öne çıktı. Ulusal güvenlik ve toplum halinde birlikte yaşayabilmek hedefleri çerçevesinde önemli ölçüde Atatürkçülerle ulusalcılarla hemfikir olmaya, bazı konularda örtüşmeye başladılar. Bu da kutuplaşmadan ziyade teröre karşı mücadelede antiemperyalist çizgide bir buluşma oldu. Umut ederiz ki bu buluşma daha güçlü olsun. Abdullah Gül de buna karşı bir muhalefet geliştiriyor.”

‘SIYASAL İSLAM MACERACILIKTI’

Sosyolog Doç. Dr. Cevdet Yılmaz, Siyasal İslamın Cumhuriyetin ve ulusçuluğun alternatifi olarak sunulduğunu ancak bütünleştirme aracı olmadığının ortaya çıktığını vurguladı. Yılmaz şunları söyledi:

‘TÜRKİYE FABRİKA AYARLARINA DÖNÜYOR’

“Özellikle 80 sonrasında. Siyasal İslamcılık politik düzlemde muhafazakarlık olarak sunuluyor. Bence kendi ontolojik şeylerini öldürdüler. Bu ilginç bir şey. Çünkü Siyasal İslamcılık özünde ümmetçilik, son dönemde de Yeni Osmanlıcılık vurgusu taşıyor. Ulusçuluğun, Cumhuriyet kimliğinin alternatifi olarak sunuluyordu. Aslında bence Türkiye Cumhuriyeti fabrika ayarlarına geri dönüyor. Bu tür siyasi söylemlerin ulus kimliğinin aşma olasılığı olmadığını da görüyoruz. 15 Temmuz sonrasında İslami referensların bir bütünleştirme aracı olmadığı ortaya çıktı. Uluslararası bağlamda da Müslüman dünyasında İslamcılığın karşılığı olmadığı da görülüyor bence. Çünkü İslamcılık düzlemi en radikal rakiplerin karşılaştığı bir alana dönüşmüş durumda. İran, Vahhabilik, Mısır, Türkiye gibi. 15 Temmuz sonrasında bu gelişmeler bence normal. Bu maceranın sonuna geliyoruz. Siyasal İslamcılık hayaldi, maceraydı hatta fanteziydi, hüsranla sonuçlandı. Bu gelişmeler muhafazakar kesinlerde ciddi toplumsal hareketliliklere yol açar. Çünkü bu grupların talepleri daha çok seküler temelli. İş, kentleşme, daha iyi yaşam koşulları gibi.

‘MÜTEDEYYİN KİTLE KAYIYOR’

SONAR Araştırma Şirketi sahibi Hakan Bayrakçı: “En önemlisi ilk defa Abdullah Gül siyasi iktidarı açık ve net bir dilde eleştiriyor. Vatan Partisi Genel Başkanı Sayın Doğu Perinçek’in yaklaşımı olan bir net ulusalcı tavır var. Keşke CHP de biraz ulusalcı olsun derim. Gül’ün söylemlerinin buna paralel olması bana çok enterasan geldi. Bütün muhafazakarlar kaymıyor. Siyasi İslam dediğimiz kitleden olmayan, mütedeyyin diyebileceğimiz, inançları olup daha milliyetçi daha cumhuriyet değerlerine yakın olan bir kitle vardı. Bu kitlede kayma oluyor.”

Konsensüs Araştırma Şirketi Sahibi Murat Sarı: “Bahsettiği ulusalcı kitlenin içinde zaten muhafazakar bir kesim vardı. Ne demek istediğini ben çok fazla anlamadım. Muhafazakar zaten ulusalcıların içerisinde vardı geçmişte. İkisi aynı anda da olabiliyor. Karşıtlık getirmek çok doğru değil bence. Eskiden de vardı şimdi de var. Muhafazakar kitlede ulusalcılar, ulusalcı kitlede muhafazakarlar mevcuttu zaten.”


Aydınlık