Ergenekon davasına bakan İst. 4. ACM’nin gerekçeli kararı açıklandı, ama kararda gerekçe yok. Toplam 739 sayfalık kararın sadece 5 sayfası mahkemenin ürünü. Geri kalanı şu anda FETÖ üyeliği ile yargılanan ya da firarda olan savcı ve hakimlerin yazdıkları iddianamelerden kopyalanıp yapıştırılmış. Her gün toplamda 600’den fazla duruşma yapılarak tam yedi yıl süren ve birleştirilen 22 davadan oluşan, toplam 60 milyon sayfadan fazla hacmi olan dava; başka davalara da bakmaya devam eden bir mahkeme tarafından, üç dört ayda bir duruşma günü verilen ve her biri sadece bir iki saat süren duruşmalarla sonuçlandırılmaya çalışılırsa başka ne olabilirdi ki…

Mahkeme, Yargıtay’ın tarihi bozma kararına katılmış, ama… O kararı bile sulandıracak ifadeler kullanmış.

Yargıtay, ‘’arama kararlarını, imha kararını, bilirkişi raporlarını, ortaya çıkan kanıtları ve videoları incele’’ demiş, mahkeme hiçbirini incelememiş. Bu konularda olumlu ya da olumsuz tek satır yazmamış. Arkadaş video var video. Polis kamerasıyla çekilmiş ve yıllar sonra tesadüfen ortaya çıkmış, polisler karakolda bombaların başında ve daha o bombaların gecekonduda bulunmasına 40 dakika var. Tutanakları nasıl tutarlarsa hakimleri ikna edeceklerini konuşuyorlar, ama kameranın ses kaydı yaptığından haberleri yok, çünkü olay yerine gelip parmak izi incelemesi yapmak isteyen ve izin verilmeyen bir ekip çekiyor. Tartışma sürerken bir polis şöyle diyor: ‘’Soruşturma Ergenekon olduğu zaman s…rim hakimini de savcısını da…’’ Bu laf edildiğinde, soruşturmanın Ergenekon olmasına bile 8 ay var, gidecekler bir evde bazı sözüm ona evrakları bulup, ‘’aaaa bakın burada Ergenekon yazıyor, meğer bu Ergenekon davasıymış’’ diyecekler daha… Bunları sokaktaki vatandaş bile biliyor, ama mahkeme bu konuda bile ne o polisleri araştırmış ne de tek kelime etmiş. Hukuk mu, adalet mi, reva mı?

Yargıtay ‘’kumpas var’’ demiş, mahkeme ‘’kanıtlanamadığını’’ söylemiş. Öyle ki, şimdi Yargıtay 8. Ceza Dairesinde bu yargılamayı zamanında yapan ve görevi kötüye kullanmaktan yargılanan eski hâkim ve savcıların kanıt olarak rahatlıkla kullanacağı bir metin çıkmış ortaya. Bu kararı alıp, ‘’bakın gördünüz mü, biz sadece takdir hakkımızı kullandık’’ diyecekler yakında.

O kadar şirazesinden çıkmış ki iş, mahkeme, Türkiye’de üretilip, Türk Kara Kuvvetleri tarafından şahsıma verilen, dava ile alakası olmayan, hiçbir suça karışmayan ve evimde bulunan ruhsatlı beylik tabancalarımın bazılarına, ‘’üretilmesi, satılması ve bulundurulması yasak olan malzemedir’’ diye el koymuş. Geri kalanı da evimde duruyor.

Ve…

Ezasıyla cefasıyla on iki yıllık bir ucube davanın sonunda, eski FETÖ’cülerin kendini aklamak için ortaya attıkları ‘’aslında her şey kumpas değildi, Ergenekon vardı, ama FETÖ sulandırdı’’ şeklindeki saçma sapan teze destek veren bir karar çıkmış. Aslında çıkamamış, kararsız karar olmuş.

Burada biter mi?

Bitmez, bitmeyecek… Kumpasa başından veya ortasından katılan, destek veren herkes payına düşeni alıncaya kadar bu mücadele devam edecek. Bu da bizim sözümüz olsun.

Karikatürler: Tuncay Batıbeki

FERYAT

Sanırım anne feryadının en sert duyulduğu iki andan biri doğum anı, diğeri de yavrusunu kaybettiği an olmalı. İlki, yaşamı sürdürmek için katlanılan bütün zorlukların son anıdır. Sabır, dayanıklılık, umut ve aşkla doludur. Duyan bütün yüreklerde umut açtırır.

İkincisi bir annenin doğurduğu canı yaşatmak için yıllar boyunca ve seve seve gösterdiği bütün fedakarlıkların, çabaların, yaşattığı umutların zamansız son bulduğu ya da son bulma tehdidi ile karşılaştığı andır. Duyan bütün yürekleri dağlar, perişan eder. Yavrusunu tehlike altında hissederse ve eğer kandırılmamış ya da bilincini kaybetmemişse öfkesi yıkıcıdır.

Diyarbakır HDP İl Başkanlığı’nın önünde PKK tarafından zorla kaçırılan çocuklarını geri isteyen annelerin bilinci açık, yavrularının Amerika’ya uşak edilmek için dağa çıkarıldığını biliyorlar, orada bir kukla İsrail devleti kurulmaya çalışıldığını, ama en önemlisi yavrularını nerede bulacaklarını da biliyorlar.

Diyarbakır’daki annelerin feryadını duyunca bilinçaltımdaki çekmecelerden biri açıldı ve içinden bir ağıt çıktı. Çocuktum, ne zaman çalsa annemi ağlatan bir türkü hatırlarım. Yüksel Özkasap söylerdi, çocuğunu sele kaptıran bir annenin ağıtıydı, belki çoğunuz da bilirsiniz:

"Bir kuzu da taş dibinde meliyor

Reklamdan sonra devam ediyor 

Figanı da dağı taşı deliyor

Komşular da bulamamış geliyor

Yitirdim yavrumu sel kenarında

Dağlara saldıram da seyipler gibi

Melerim yavruma da geyikler gibi

Ne dereler koydum ne de taş dibi

Yitirdim yavrumu yol kenarında"

Vicdanı olan hiçbir anne git demez yavrusuna, korkutulmamışsa ya da kandırılmamışsa kötülüğe teslim etmez eliyle. HDP binasında kaybettikleri yavrularını, aynı yerde arayan annelerin feryadını duymayanın vicdanı yoktur.

HDP’nin PKK için bir eleman alma dairesi gibi çalıştığını görmeyenin ise hem aklı hem vicdanı yoktur. Kimse Selahattin Demirtaş’ın eşine destek ziyaretine gidip, oradaki annelerin çığlığını duymayanları savunmasın, yarın tarih önünde mesul olacaklar.

Har fırsatta anneliğini hatırlatan Meral Akşener neden gitmez o annelerle kucaklaşmaya? ÇYDD üyesi anneler, terör örgütünü çağdaş yaşamın bir parçası gibi mi görüyor ki, gidip o annelere sarılmıyor? Mor Çatı derneği, bir annenin çocuğunun zorla elinden alınmasını kadına şiddet saymıyor mu? Sanatçılar, ressamlar, yazarlar, duyarlılarduyarsızlar, AllahlılarAllahsızlar neredesiniz, ses verin saklanmayın…

ADI VAR

Cumhurbaşkanı ‘’Güvenli bölgenin sadece adı var, kendisi yok’’ diyor, ama…

Amerika Suriye’nin kuzeyindeki PKK’lı teröristler her birkaç bin TIR silah gönderdiğinde bizim güvenlik bürokrasisinden bir açıklama geliyor: ‘’Amerikalıların sözlerini tutup tutmadığını kontrol edeceğiz…’’

Amerikalılar sözlerini tutuyor, ama bize verdiklerini değil, PKK’ya verdiklerini. Hala daha televizyonlarda ‘’güvenli bölge’’ tuzağını çeşitli gerekçeler uydurarak savunanlar var, hala daha içinde Suriye ve Esad’dan tek kelime söz etmeyen sözüm ona stratejik analizler yapılıyor. En çok da SETA yapıyor.

ABDİsrail ikilisi ne yaptığının farkında, ama güvenli bölge diye bir şeyin var olabileceğine inananlar, PKK’ya verilen binlerce TIR silahın ne amaçla verildiğinin farkında değil. Sanırım, bir güvenli bölge hayaline inanmanın başka bir açıklaması yok.


Aydınlık