Atatürk Devrimi, her büyük devrim gibi önüne çıkan sorunları birer birer çözerek ilerlemiştir. Arkasında kalana değil, önünde olana odaklanmıştır. Geçmişten geleceği kuracak gücü yaratmak için yararlanmıştır. Her aşamada, o aşamanın en acil sorununun çözümüne yönelik seferber edilebilecek hiçbir gücü ziyan etmemeye özen göstermiştir. Devrimin sahip olduğu bütüncül bakış açısı, farklı aşamaların kendi içlerinde hayatın nesnel akışıyla uyumlu olarak ilişkilendirilmesini güvence altına almıştır.

GEÇMİŞE KARŞI TUTUM GELECEĞİ BELİRLER

“Dünya görüşü”nün en belirgin biçimde kendini açığa vurduğu alanlardan biri, geçmiş ile gelecek arasında kurulan ilişkidir. Hem geçmişi olmayanın geleceği olmaz, hem de gelecek ancak geçmişi altederek kurulabilir. Geçmiş, geleceği kurmanın temel unsurlarını içinde barındırır. Geleceği kurmanın gerektirdiği bilginin de, toplumsal enerjinin de kaynağı geçmiştedir. Ama bu kaynak, ancak güçlü bir iradenin öncülüğünde dünyayı değiştiren bir güce dönüşür. Çünkü geçmiş aynı zamanda kabuklaşmış bir ataleti de içinde barındırır. Bu kabuğu kırma iradesi yoksa, geçmiş, geleceğe can veren bir kaynak olmaktan çıkıp, gelişmeyi engelleyen bir ayakbağına dönüşür. Değişime direnen bu atalet, “geçmişin ölü ağırlığı”dır. Devrim, bir yönüyle, geçmişin içinde barındırdığı cevheri açığa çıkarıp tarihi yapan toplumsal bir güce dönüştürerek, geçmişin ölü ağırlığının üstesinden gelmektir.

Atatürk’ün dogmalaştırmaya karşı uyarısı

Atatürk, Cumhuriyet’in 10. yılında “manevi mirasının bilim ve akıl” olduğunu söylüyor. Bu söylem, “dogmalaştırma”ya karşı yapılmış bir uyarıdır. Atatürk’ün dogmalaştırılmasından en özenli biçimde kaçınılmasını istediği şey de, devrimin kendisidir. Bilim, geleceği kurmak içindir. Atatürk’ün “bilim ve akıl” mirasına sahip çıkmanın en gerçek ölçütü, bugün geleceğimizi kurmada karşı karşıya bulunduğumuz en ivedi sorunların çözümünde bilimin yol göstericiliğine başvurulmasıdır.

Atatürk Devrimi’ni şablon haline getirip, bu şablonu bugünün siyasal saflaşmalarını değerlendirmede kullanmak, Atatürk’ün bıraktığı “bilim ve akıl mirası”nı reddetmekten başka bir anlam ifade etmez. Aslında bu şablonu bugünden geriye doğru Atatürk’ün sürecin değişik aşamalarında devrimin karşı karşıya kaldığı zorlukların üstesinden gelmek için birleştirdiği güçlere uygularsanız, devrim sürecinde yer almış “Atatürkçülerin” sayısı yok denecek kadar aza indirgenir. Hatta zaman zaman Atatürk’ün kendisinin Atatürkçülüğünden kuşkuya düşmeniz de kaçınılmaz hale gelir.

MİLLETTEKİ CEVHERİ KEŞFETMEKTEN VAZGEÇMENİN VARDIĞI SONUÇ

Ülkemiz bugün ancak milletin bütününün gücünün seferber edilmesiyle üstesinden gelebileceği sorunlarla karşı karşıyadır. Atatürk Devrimi’nin başarısı, millet içindeki cevheri keşfedip açığa çıkararak onu örgütlü bir güce dönüştürmesinde yatmaktadır. Bu keşfi ve dönüşümü olanaklı kılan da, bilimin ışığında tarihin keskin bir okunuşuna güçlü bir iradenin eşlik etmesi olmuştur. Ne kadar çetin olursa olsun zorlukları aşma iradesi, Atatürk’ün bize bıraktığı ve bugün şiddetle ihtiyaç duyduğumuz diğer bir mirastır.

Günümüzde Atatürk Devrimi’nin şablonlaştırılması ve bu şablonun millete uygulanması, milletteki cevherin açığa çıkarılıp bir güce dönüştürülmesi iradesini aşındırmaya hizmet etmektedir. Bu yaklaşım, Atatürk Devrimi’nin kendisini millet için bir güç kaynağı olmaktan çıkarıp, devrimi şablona indirgeyenlerin sırtlarında taşıdıkları “geçmişin ölü bir ağırlığı”na indirgemektedir. Aslında benzer bir “şablon”, kimileri tarafından 1. Dünya Savaşı sonunda da kullanılmıştır. Varılan sonuç, Sevr’in kabullenilmesi ve mandacılığın savunulması olmuştur. “Milletten vazgeçme”nin vardığı bu nokta, günümüz açısından da son derece uyarıcı bir nitelik taşımaktadır.

Aydınlık