Altıncı Bölüm (GülenEcevit Bağlantısı3)

Fethullah Gülen’in Onursal Başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı 24 Ocak 1994 tarihinde kuruldu. Vakıf bünyesindeki platformlar KADİP (Kültürler Arası Diyalog Platformu), Abant Platformu, Diyalog Avasya Platformu, Kültür&Sanat Platformu, Mediyalog Platform, GYV Kadın Platformu ve Araştırma Merkezi. Bu platformlar içinde özel bir önemi olan Abant Platformu’nun ilk toplantısı “İslam ve Laiklik”başlığıyla 23 Mart 1998′de Abant’ta gerçekleştirildi. Platformun yurtdışı toplantıları 2004 yılında Washgington ve Brüksel’de 2006′da Paris’te, 2007′de Kahire’de, 2009′da da Erbil’de organize edildi.

Vakfın etkinlikleri içinde ödüllerin özel bir önemi var. Vakıf ödülleri 19971999 arasında “Ulusal Uzlaşı Ödülü” olarak dağıtıldı. Vakıf 2009 yılına gelindiğinde ödülleri “Birlikte Yaşam Ödülü” başlığı altında dağıttı. Bu ödüller Elif Şafak, TESEV Başkanı Can Paker, Hasan Cemal, Açık RadyoÖmer Madra, Taraf gazetesi, Oral Çalışlar, Mahsun Kırmızıgül, Rakel Dink, Ertuğrul Sağlam, Hasan Doğan, Kalan Müzik, Güneşi Gördüm filmi ve Orhan Gencebay‘a verildi.

Batı Çalışma Grubu‘nun (BÇG) Haziran 1999′da Gülen Cemaati ile ilgili olarak hazırladığı raporda Vakfın ödülleri şöyle değerlendirilmişti:

Fethullah Gülen’in “manevi başkanı” olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı‘nın her yıl dağıttığı “uzlaşma ödülü”nün asıl hedefi devlet kurumlarını “zirveden fethetmeye yönelik” bir oyundur. Geçtiğimiz yıl (1997),dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı ödülü almayı reddetti, aralarında Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Başbakan Yardımcısı Bülent Ecevit gibi önde gelen isimlerse ödüllerini aldı.

“Fethullah Gülen’in, RP’nin kapatılmasının ardından, perde arkasındaki başkanı olduğu Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından toplumun her kesiminden lider düzeyindeki şahsiyetlere dağıttığı Uzlaşma Ödülü, kendisini ve cemaatini toplumun her kesimini kucaklayan bir nitelikte olduğunu göstermesi bakımından devletin üstünde bir statüde göstermeyi amaçlayan bir oyunun sahnelenmesi olarak değerlendirilmektedir. Bu çerçevede, Papa ile Fethullah Gülen görüşmesinin önem arzeden tarafı, içeriğinden ziyade öncelikle Papa, hristiyanların lideri, Gülen de müslümanların lideri olarak dünya basınına takdiminin yapılmak istenmesinden kaynaklanmaktadır. Gülen’in Roma’da Büyükelçilik mensupları tarafından karşılanması ve Cumhurbaşkanı’nın mesajını Papa’ya iletmesi de, devletin de bu şahsiyete destek olduğunu beyanla, bu oyuna alet olduğunu göstermektedir”

Fethullah Gülen – Bülent Ecevit ilişkisine ışık tutan bir yazı da sosyolog Nur Vergin‘in 26 Nisan 1998′de Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımlanan “Fethullah Gülen Okulları, Bülent Ecevit ve Politikanın Cilveleri” başlığıyla yayımlandı. Vergin, bu yazısında dönemin CHP Genel Sekreteri Adnan Keskin’i EcevitGülen ilişkisine eleştirel yaklaşımı nedeniyle sert biçimde eleştiriyordu:

“Dinin her türlü tezahürünü laikliğe aykırı bulan, halkın diniyle kavga etmeyi siyasi mücadelenin gereği sanan, devletin polisiyle dalaşan, kapıştığı polis memurunun copunu kapıp kaçan, bu fiili de müthiş bir tefekkürün ürünü sayan bir politikacımızdan söz etmek istiyorum. Resmi işi CHP’nin Genel Sekreteri olmak. Medya karşısındaki gösterilerine bakılacak olursa, esas işi partinin Türkiye’nin dindar insanlarıyla uğraşma masasının şefliği. Bu zat, simdi çıkmış Bülent Ecevit’e dil uzatıyor. Uzatıyor, çünkü o, “ben, bir Türk vatandaşıyım” diyen herkesi yumuşak karnından vuran ve heyecanlandıran Orta Asya’daki Türk okullarına sahip çıkılması gerektiğini söylemiş, bu okullara feyz veren Fethullah Gülen ve cemaatini irticai örgütler kapsamında değerlendirmenin yanlış olduğunu belirtmiş. Onun da irtica yanlısı, tarikatçı, şeriat yardakçısı, ümmetçi ve daha neler olması için bu kadarı kâfi. Sayın Keskin, rakip partinin liderini yıpratmak için mal bulmuş mağribi gibi bu konuya sarılıyor, laikliğe samimiyetle bağlı sosyaldemokrat seçmeni DSP’den soğutacağını tahmin ediyor. Tahmin ediyor ve yanılıyor…
A. Keskin gibi düşünenler için esas konu Sayın Ecevit’in savunduğu okulların gerçekten de laiklik karşıtı ideolojilere ya da irticaya zemin hazırlayıp hazırlamadığı. Ne var ki, bu konuda hüküm verecek olan da Türkiye değil, bizler değiliz, A. Keskin hiç değil. Türk vatandaşlarının bu uzak diyarlarda kurdukları kolejlerin düzey ve niteliğinden sorumlu olan, sorun varsa onları kapatacak olan Türkiye değil, bizatihi o ülkelerin makamları.”

Vergin’in “Gülen okullarıyla ilgili bir sorun varsa onları kapatacak olan o ülkenin makamlarıdır” sözüne tarih yanıtını veriyordu. Gülen Cemaati’nin Özbekistan’daki okulları, 1999 ve 2000 yıllarında kapatıldı.Okulların neden kapatıldığına dair bir açıklama yapan Özbekistan Devlet Başkanı İslam Kerimov, kendisine yönelik suikasta adı karışanlardan bazılarının Gülen Cemaati’ne mensup olduğunun anlaşılması üzerine, bu okulların kapatılması emrini verdiğini söyledi. Gülen Cemaati okulları Rusya’da da 2006 yılında kapatıldı. Moskova, ‘yeni güvenlik konsepti’ni uygulamaya koyduğu 2001 yılından bu yana, ABD lehine ajanlık, Pantürkizm ve radikal İslam’ın yayılması suçlamaları ile Fethullah Gülen’e ait 16 okulu kapattı ve bu okullarda çalışan toplam 50 öğretmeni sınır dışı etti.Kapatılan okulların 8′i Tataristan, 4′ü Başkurdistan’daydı. KaraçayÇerkes, YakutSaha, Astrahan ve Dağıstan’daki okullar da kapatıldı. Gülen’in Rusya’daki temsilcisi Tolerans Vakfı Başkanı Mustafa Kemal Şirin’in ülkeye girişi yasaklandı. Rusya’da aşırı radikal bir İslami grup olduğu gerekçesiyle Gülen cemaatinin tüm faaliyetleri yasaklandı.

Son olarak Türkmenistan, ülkede faaliyet gösteren Gülen Cemaati’ne bağlı okulları kapattı. Aşkabat yönetiminin, ülkenin idari ve kültürel yapısına sızmaya çalışıldığı ve okullardan seçilen başarılı gençlerin ABD için casusluk yapmak üzere devşirildiği gerekçesiyle “Türk Okulları” adıyla faaliyet gösteren Gülen Cemaati’nin okullarını kapattığı açıklandı.

Ali Rıza Üçer
İLK KURŞUN