Sonra mı? Sonra Şırnak’a hiç gitmedim. Bitlis’i bir sabah gördüm, askerdim, kasabalar uykudaydı. Van’ı biraz bilirim; Gevaş’a gezmeye gidilecekti, askerdim, bölük komutanı bırakmadı, çarşı iznim falan dedim, otur yahu biraz konuşuruz diye yakınıp iki saat Sezen Aksu anlattı. İhtimal, yalnızdı. Ortalık sakinleyince sanki kendi isteğimle kalmışım gibi gitmediğin iyi oldu Caymaz, deyivermişti. Bizimkiler o sıra bir lokantada, kebapların başındaydı.

Sonra Dağlarca’nın şiiridir: “Şehit olmuştur / Yok yüzü // Benzer ovaların dağ olduğuna / Yalnızlıkla soluk yüzü // Güneş doğar doğmaz parladı / Geleceğe dönük yüzü // Şehit olmuştur daha / Daha çok yüzü...” Böyle. Bizim çocuklar sadece izne değil, dağa da gitti: Somkaya’ya... Beni yine göndermediler. Kısa dönemler gitmiyordu, üniversiteliler... Alt ranzada bir çocuk vardı. OHAL bitmektedir, yıl iki bin, yaz. Sabahları dağlardan soğuk bir rüzgâr... Yaz, dağların karını taşıyor onuncu piyade tugayına. Alt ranzadaki çocuk dağdan geri dönmedi. O yüzbaşı da dönmedi bir daha. Saçları kısa, yeşil gözlüydü. İzmirli miydi ne? Bir daha görüşemedik, Sezen Aksu’dan konuşamadık bir daha.

Sonra Esma Astsubay Şırnak’ta öldürüldü. Otuz yaşındaydı. Lise yıllarında, yazın, oturduğu semtte güzellik malzemeleri üreten bir atölyede çalışıp harçlığını çıkardı. Şehir dışında hukuk fakültesini kazandı sonra. Bitiremedi; annesi babasından ayrılınca geri döndü. Sonra askeri okul. Derken Ankara. Ankara’yı bilirim de hiç gitmedim Şırnak’a: Cudi ile Namaz Dağı arasına, başı sıkışmış, çaresiz bakan bir düzlükmüş Şırnak. Dağlarında taşla yapılmış bayrağımız vardır. Tugayda, “bu bayrağın en büyüğünü yapanlara teskere veriyorlar” diye söylenti çıktıydı. İlgisi yok, vermiyorlardı. Sonra batıda Gabar Dağı var. Civarı kömür yatakları. Oralarda öldürüldü Esma. Onat Kutlar da Taksim’de öldürülmüştü, aynı terör örgütü tarafından. (Yok öyle değil, onu IBDAC yaptı diyen de var. Gel gör ki rahmetli Cüneyt Cebenoyan, PKK’yı katil diye gösteriyordu. Zira, ablası Yasemin de aynı yerde öldürülmüştü. Aybüke Öğretmen de katledilmişti mesela (ismi çok Türk gibi duruyor diye entelektüel eleştiri getirilmişti). Bu olaylarda katilin kimliği önemli mi? Aybüke, Yasemin, Esma. Kadın hep giden. Ceren ya da Şule, ismi hangi dilde olduğu, mesleği önemli mi? Bugün yaşamıyor bu kadınlar.

Taksim’i bilirim fakat Şırnak’a gitmedim. Esma Astsubay Şırnak’ta öldürüldü. Barut kokusuydu parfüm yerine... Az sayıda kadın bomba imha uzmanlarımızdan biri, jandarma. Ülkesini sevdiğinden oradaydı. Geçinmek için. İşi bu olduğundan, işini yaparken mızmızlanmadığından, şikâyet etmek yerine değiştirmeye çalıştığından. Ne kolay söylemesi: Oradaydı, bugün yok artık. Bir ayet var Kuran’da, Bakara suresi olacak; “ölüdür demeyin, diridirler, fakat siz bilmezsiniz” der. Edip Cansever’in de bir şiiri: “Ölü mü denir şimdi onlara” diye başlayan. Şırnak, İdil Midyat arası, Sarıköy kırsalı, Pisikayası Tepesi bölgesinde öldürüldü. Hepsinin adı var ne güzel. Ölümün yok yalnızca.

Bunları yazarken ekranın köşesine fotoğrafını açtım Astsubay Esma’nın. Gözlerine baktım hep. Yüzünden hikâyesini çıkarmaya çalıştım. Onca erkek arasında direnip kadın olarak var olmak. Mutlu olunacaksa ne iyi, “bayan” değil bak, kadın dedim, sorunlar çözüldü. Sorunlar ne küçük değil mi! Bir zamanlar varmış diyeceğiz onun için. “Siz bilmezsiniz.” Varmış. Bir varmış bir yokmuş. Kim bilir ne zordur erkek meslekleri kadın olarak sürdürmek. Nasıl direnç gerektirir. Masal olmuş Esma Astsubay. Dağlarca’nın şiirindeki gibi, yüzü yok olup gitmiş aramızdan. Gözleri neler gördü acaba? Neler yaşadı? Die Welt, özgürlük savaşçısı diye hiç anmayacak onu. Can Dündar, hakkında bir Tweet bile atmadı, ne gerek! Hak hukuku dilinden düşürmeyen Hayko Bağdat, güçlü kalemini konuşturmadı bile onun için (öyle diyorlar, güçlüymüş kalemi, ben anlamıyorum, o kadar yazarlığım yok demek ki). Esma’nın ölümünü protesto etmek için sokaklara çıkıp dans bile etmedi “kadınlar”.

PKK’nın katlettiği “kadınlar” için kimi kadınların yahut okumuş çevrelerin sessizliği, ölenleri ataerkil düzenin kölesi gördükleri için mi acaba? Ölen, YPJ’li kadın teröristse feminist kahraman (öyle ya, oradaki J, kadından, jineolojiye kadın bilime dek gider); ülkesinin güvenliği için uğraşan kadın askerse erke tabi antifeminist, militarist herhalde. Zira memleketin etnik siyaset odaklı kimi kadın hareketleri, kendilerini “ayrımcılık karşıtı, eşitlikçi; heteronormatif, homofobik ve transfobik olmayan ve antimilitarist diye tanımlıyor. Doğal olarak ölen astsubay, bu durumda kadın da olsa bu pek sayın kişilerin ilgi alanına girmiyor. Bu kadınlar var, bir de o kadınlar! Efendilerimiz seçiyor.

Ekşi Sözlük’te anmışlar. Ankara’da duruşma salonu. Tarifsiz. Tamamı kadın tutuklulardan oluşan bir terör dosyası var. Cezaevi jandarma komutanı da Esma. Terörün yetim bıraktığı çocukları, mahkemeyi izleyenlerin arasından alıp ifade sırası bekleyen annelerine taşıyor kucaklayıp. Kadın, hep sıcacık el işte. Kadın şefkat. Kadın, askerken de kadın. Gül diyor Stein, adı ne olursa olsun sürdürür gül olmayı. Fakat ekmek ve gül diye yola çıkanlar es geçer Esma’yı. Kadın cinayetleri politik değil mi? Demek Esma, uymuyor o politikaya. O da en az Gezi’deki fularlı kadın kadar “kadın savaşçı” ama dur orada! Demek savaştaki taraflar önemseniyor, kadınlar değil! İki taraftan da olmayanlarsa kaynıyor arada. Bir kez daha anlaşılıyor ki kadının adı yok değil, tabii var. Ama sadece seçilen kadınlar. Öyle galiba.


Onur Caymaz

Aydınlık