Son yazımızda entelektüel emperyalizm kavramını sunmuş ve “entelektüel emperyalizm, ekonomik ve siyasi olanla benzer nitelikler arz eder” demiştik.

SÖMÜRÜ

Bu benzer niteliklerin başında “sömürü” gelir. Emperyalizmde, sömürge durumundaki ülke ucuz hammadde kaynağı ve pazar olarak işlev görür. Zayıf olanın hammadde kaynaklarına el koyan emperyalist güç, onu kendi ülkesine götürüp yüksek katma değerli ürün haline getirir ve yeni hali ile tekrar sömürdüğü ülkeye satar. Örneğin Türkiye’den bor madenini tonu 200 dolardan satın alan İngilizler, bunu işlenmiş ürüne dönüştürerek tekrar Türkiye’ye 400 bin dolara satar. Ekonomik imtiyaz, teknolojik avantaj, parasal güç ve son olarak Batı güdümlü “uluslararası düzen” bu haksız değer zincirinin halkalarını oluşturur.

Entelektüel emperyalizmde de buna benzer bir süreç işler. Emperyalist güç, sömürdüğü ülkenin bilgisini ve verilerini derleyerek kendi ülkesine, kendi kurumlarına götürür. Orada bu veriyi işleyerek bilimsel değeri olan yayınlara dönüştürür ve tekrar sömürdüğü ülkenin okullarına/kurumlarına satar. Örneğin, Batılı araştırmacı (bazen Türkiye’deki partneri ile beraber) Çukurova bölgesindeki evlenme adetleri üzerine bir araştırma yapmak için bölge halkına dair tüm veriyi toplar, sonra bu veriyi kendi kurumları altında ürüne dönüştürür. Sonra da bizim akademisyenlerimiz kendi burunlarının dibindeki bir olguya dair bilgileri New York’ta yazılmış bir makaleden öğrenmek durumunda kalırlar. Ham verinin derlenip Batılıların kullanımına sunulduğu bir yer olan Doğu, aynı zamanda o veri üzerine inşa edilen tezlerin de alıcısıdır. Pek çok Doğulu millet, kendi tarihini, kültürünü, sosyolojisini Batılıların yazdığı kaynaklardan öğrenmektedir. Burada bir parantez açıp, Batılı araştırmacı derken, Batılı olsun ya da olmasın “Batılı kurumların hizmetinde olan” araştırmacıyı kast ettiğimizi belirtmeliyiz.

VESAYET

Entelektüel emperyalizmin bir diğer niteliği de entelektüel vesayettir. Az gelişmiş ülkelerin, bilginin her düzeyinde Batıya bağımlı olduğu varsayılır. Doğru bilgi elde etmek istiyorsanız Batılının yazdığı yayınları okumalı, onların gözlem ve yorumlarına güvenmeniz gerekir. Aynı şekilde, akademide saygın bir yere gelmek için de yine Batılıların bilgisini temel almalı, mümkünse onların okullarında okumalı, onların kurumlarına dahil olmalısınızdır. Tüm Doğuda, “bilginin Batılı efendilerine” yönelik genel bir saygı havası hakimdir. Batılılarla yakın işler yapmayan, onlarla aynı dili konuşup aynı perspektifi paylaşmayan bilim insanları “taşra akademisyeni” diye aşağılanır.

Doğu nasıl ki kendi kendini yönetmeyi, demokrasiyi, ekonomiyi, ticareti, tarımı Batıdan öğrenmiştir, aynı şekilde metodolojiyi, epistemolojiyi ve bilgiyi de Batıdan öğrenmeli, şayet varsa kendisindeki bilgiyi de mutlaka onun onayından geçirmelidir.

İTAAT

Emperyalist güç, sömürgesinden kendine uyum sağlamasını ister. Hayatın her alanındaki örneklerle kendini gösteren bu uyum aslında itaatin estetik bir kılıfından başka bir şey değildir. Batılılar gibi giyinen, onlar gibi yiyip içen, onlar gibi eğlenen, onlar gibi üzülüp onlar gibi sevinen bir halk, ekonomide ve siyasette de “onların istediği gibi” davranacaktır ya da tersi. Ancak her halükarda bu, ilişki içinde iki taraf arasındaki uyum eğiliminin, güçlü olan tarafından istismar edilerek itaate dönüştürülmesidir.

Aynısını entelektüel emperyalizmde de görürüz. Batılılar, akademik dünyada da Doğuluları itaate zorlarlar. Doğulu akademisyenlerden, Batının teorileri içinde ve Batının metodolojisi ile çalışması beklenir. Hatta, araştırması yapılan konular bile Batının gündemine göre seçilmelidir. İzmir’de bir Türk akademisyenin “kadın sünneti” üzerine çalışmalar yaptığını övünerek anlattığını anımsıyorum. Batının araştırma alanlarındaki tahakkümüne dair trajik bir örnektir.

İKİNCİL ROLLER

Entelektüel emperyalizme dair tespit etmemiz gereken bir olgu da sömürülen tarafın hep ikincil rollere mahkum olmasıdır. Akademik ve bilimsel rollerde Doğululara veri toplayıcılığı, asistanlık ya da en iyi ihtimalle Batının tezleri ile yazılmış çalışmalarda “papağanlık” rolü uygun görülür. Bu tutum, genellikle maliyet veya kaynak gibi son derece “objektif” bir gerekçeye sahiptir. Doğulular, sadece uygulamalı bilimlerle uğraşmalıdır, çünkü yaratıcı alanlar pahalıdır. Öylesi alanlara girdiklerinde ise bu, ancak Batının sağladığı fonlarla mümkün olduğu için Batının önerdiği rol dağılımını kabul etmek zorundadırlar.

Konumuza haftaya devam edeceğiz. Bu arada, Nükhet Sirman’ın Cumhuriyete dair sözlerini yukarıdaki tespitler ışığında bir kez daha değerlendirebilirsiniz.


Aydınlık