NADİR TEMELOĞLU

26 Eylül'de Dil Bayramımızın 89. yılını kutladık. Dil Devrimine ve Öz Türkçeye en çok emek verenlerden biri Emin Özdemir. Onun Türkçemize kazandırdığı sözcükleri günlük yaşantımızda sık sık kullanıyoruz. Arzu Atılgan'la Kök Yayıncılık'tan çıkan “Emin Özdemir'in Dil, Edebiyat ve Eğitim Anlayışı” kitabı ve Türkçenin durumu üzerine konuştuk.

Emin Özdemir Türkçemizin gizli kahramanlarından. “Yerel”, “alıntı”, “seçenek”, “sözel” gibi dilimize kazandırdığı birçok sözcüğü kullanıyoruz günlük hayatımızda. Özdemir üzerine çalışmaya nasıl karar verdiniz?

Yüksek lisans yaptığım dönemde hocam Prof. Dr. Sedat Sever dersimize Emin Özdemir’i davet etmişti. Emin hocamızın yapıtlarını daha önce okumuştum ve tez konumu belirleme aşamasında Sedat hocama Emin Özdemir üzerine çalışma isteğimi belirttim, hocam da beni bu konuda destekledi. “Emin Özdemir’in Dil, Edebiyat ve Eğitim Anlayışı” adlı tez çalışmam üç yıl sürdü. Türkçenin gelişmesi ve değerinin anlaşılabilmesi için büyük bir savaş vermiştir Emin Özdemir. Hocamızla ilgili böyle bir çalışma yapmış olmaktan dolayı onur duyuyorum.

Özdemir, Türk Dil Kurumu'nun Terim Kolu Başkanlığını yapıyor. Döneminde pek çok sözcük türetiliyor. Fakat bugün birçok kavramın Türkçe karşılığı yok. Terim karşılama yavaşladı mı, nedenleri neler?

Özdemir, dilimize birçok sözcük kazandırmıştır bu onun sahip olduğu dil duyarlığının bir sonucudur. Özdemir, yapıtlarında sözcüklerin dil dizgesi içinde yer alabilmesi bağlamında yazarlara büyük bir görev düştüğünü savunmaktadır çünkü yazarlar yapıtlarıyla geniş kitlelere seslenebilen etkili kişilerdir. Yazarların yaratılarında dilin anlatım olanaklarından yararlanmaları, yabancı sözcükler yerine Türkçe sözcük kullanmaları Türkçenin zenginleşmesinin de önünü açabilecektir. Özdemir’e göre, yeni sözcükler toplumun dil beğenisine uyuyorsa dil dizgesi içerisinde yer alıyor ancak bu tek başına temel bir belirleyici değil. Yeni sözcüklerin halkın diline girebilmesi günümüzde iletişim araçları yoluyla olabilmektedir. Ancak ne yazık ki televizyonlarda, radyolarda dilimize özen gösterilmemektedir. Böylece dilimiz yabancı sözcüklerin saldırısı altında kalmaya devam etmektedir.

Atatürk yazmış olduğu geometri kitabıyla sözcük türetebilme konusunda bizlere yol göstermiştir. Anlaşılması güç olan terimlere karşılık türetilen terimler Türkçenin aydınlık yüzünün bir kanıtıdır bir bakıma. Günümüzde Dil Derneği ve Türk Dil Kurumu da bu konuda nitelikli çalışmalar yapmaya devam etmektedir.

Dil devrimi genellikle teknik bir alfabe değişikliği olarak görülüyor. Fakat Özdemir bunu, kulluktan yurttaşlığa geçiş olarak görüyor. Dil devriminin halkçı bir öz getirdiğinin altını çiziyor ve Dil Devrimini Atatürk devrimlerinin tamamlayıcısı olarak tanımlıyor. Atatürk devrimlerinden geri dönüş oldukça dilde de yıpranmalar oldu. Bugün geldiğimiz noktayı siz nasıl görüyorsunuz? 

Yazı Devrimi ve Dil Devrimi Türk aydınlanmasının en önemli basamaklarıdır. Devrimleri yalnızca alfabe değişikliği olarak göremeyiz. Devrimler dil ikiliğini ortadan kaldırmış, toplumun her kesiminin ekinsel hayata katılabilmesinin önünü açmıştır. Ulus olabilmenin ilk amaçları arasında ortak dil kullanımı vardır. Dil Devrimi ile yıllarca öz benliğini yitiren Türkçe yabancı dillerin etkisinden kurtarılıp, zenginleşmeye başlamıştır. Arap ve Osmanlıca yerine Türkçenin kullanılması özgür düşünebilen bireylerin yetişebilmesine ortam sağlamıştır. Biliyorsunuz ki Osmanlı İmparatorluğu döneminde eğitim ve öğretim toplumun her bireyine ulaşamamış, eğitim de belirli bir sınıfın tekelinde kalmıştı. Ortak bir ulus dilinin olmaması, konuşma ve yazma dilinin ayrı olması birliği sağlayamamıştı. Arap alfabesinin anlaşılması güçtü. Atatürk’e göre Arap alfabesi Türkçenin zenginliğini karşılayamıyordu ve bunun sonucu olarak dilde birlik sağlanamıyordu. Türkçenin ses düzenine uygun Latin alfabesinin kabul edilmesi tepkilere neden olduysa da halk yeni alfabeyi hızla benimsemeye başladı. Türkçe, ülkenin bütün yurttaşlarının ortak dili konumuna gelebildi ve ulusal birliğin temel koşulu böylece gerçekleştirildi. Yöneten ve yönetilen arasındaki dil uçurumu giderildi, konuşma ve yazı dili arasındaki ayrım kaldırıldı. Eğitim ve öğretim yaygınlaştırılıp eğitim tüm halka ulaşılabildi. Özleşmeyle birlikte düşüncede açıklık, bilgiye ulaşmada kolaylık sağlandı; devrimlerin en önemli sonuçlardan birisi olan bireylerin özgür düşünebilmesinin temelleri atıldı. Çağdaş bir eğitim sisteminin temelleri de yeni ulusal dille atılmıştır. Yapılan devrimlerin sosyal, toplumsal sonuçları olmuştur. Devrimler halka dönüktür, halkın uygar bir biçimde yaşayabilmesinin temelini oluşturmuştur. Toplumları ayakta tutan ve birliği sağlayan en büyük olgu dildir. Dil bir ulusun sahip olduğu en büyük ortak noktadır. Devrimler daha aydınlık, çağdaş bir toplum düzeni oluşturmayı hedeflemiştir. Bir toplum sahip olduğu dil ile devamlılığını sağlayabilir.

Özellikle medyada dilin özensiz kullanıldığını görüyoruz. Sokaklar yabancı tabelalarla dolu. Ara ara gündeme de geliyor. Türkçe tabelalara dönüş tartışılıyor. Özdemir'e göre dil toplumsal yaşama yön veren araç. Ama bugün önce belki toplumsal yaşama yön vermek için dile bir yol vermek, yatağına yeniden oturtmak gerekmiyor mu?

Ne yazık ki yabancı sözcüklerin dilimizi ele geçirdiği bir dönem yaşıyoruz. Haber bültenlerine, tartışma programlarına, gazetelere, televizyon reklamlarına baktığımızda Türkçenin örselendiğini, yabancı sözcüklerin yavaş yavaş dilimize sızdırılmaya çalışıldığını fark ediyoruz. Özdemir’in görüşleri açısından bu durumu incelersek, dilimizin öz benliğine kavuşabilmesinin anadili bilinciyle aşılabileceği gerçeğiyle karşılaşırız. Her toplum sahip olduğu dili koruyabilecek güce sahiptir ve bu doğrultuda toplumda farkındalık yaratılabilmelidir. Bu bilinç okulöncesi dönemden başlayarak önce aileler tarafından ardından eğitimciler tarafından çocuğa duyumsatılmalıdır. Çocukların okulöncesi dönemden başlayarak nitelikli çocuk edebiyatı yapıtları ile tanışabilmeleri dilimizin anlatım olanaklarını görebilmeleri bağlamında önemlidir. Dil devingendir ve toplumsal yaşamla doğru orantılı bir biçimde gelişir, zenginleşir. Dilsel yapılanma Türkçenin tarihi kaynaklarına yönelmekle başlamalıdır. Atatürk dilimizin eskiliğini, zenginliğini ortaya çıkarmak için araştırmalar yapılması gerektiğini, dilimizi ulusal bilinçle geliştirmemiz gerektiğini belirtmektedir. Dil alanında çalışan bilim insanları, araştırmacılar, dilbilimciler dilin gelişebilmesi için çalışmalar yapmaktadır. Bilinçli bellekler tarafından yapılacak bu çalışmaların sayısının artması dilimizin zenginliğinin ortaya çıkabilmesine yardımcı olacaktır. Bunun sonucu olarak dilimiz değerine yaraşır bir noktaya gelebilecektir.

Dikkatimi çekti. Özdemir, dil kullanımıyla ikna ediyor insanları. Kitabınızda Adnan Binyazar söyleşinizde güzel bir anı var. Osmanlıca yanlısı Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Özdemir'in Öz Türkçe kullanımı karşısında, “Öz Türkçe bu ise, ben de ondan yanayım” diyor. Özdemir, uzun yıllar Türk Dil Kurumu üyeliği yaptı. Bu yıl Yunus Emre yılı da ilan edildi. İlgili kurumlarımız dil konusunda üstüne düşeni yeterince yapıyor mu? Ne gibi adımlar atılması gerekiyor sizce?

Emin Özdemir, yapıtlarında savunduğu görüşleri bilimsel bir düzlemde okura aktarma yoluna gidiyor. Ortaya koymuş olduğu düşünceler temelsiz savlar değil. Her görüşünü incelediği kaynaklarla destekliyor ve Türkçenin tarihi kaynaklarına başvuruyor. Hatta toplumda yeni olarak kabul edilen sözcüklerin bile aslında yüzyıllar öncesinde kullanılan sözcükler olduğunu insanlara yalın bir biçemle aktarıyor. Yapıtlarında Türkçenin durumunu; toplumsal düzleme ve tarihsel süreçlere odaklanarak betimliyor. Bir öğretmen ve dilbilimci tavrıyla okura görüşlerini büyük bir başarıyla yansıtabiliyor. Bu bağlamda Özdemir’in görüşlerinin ışığında dil konusuna daha aydınlık, çağdaş ve akılcı bir düzlemde bakılması gerektiğini düşünüyorum. Tek taraflı ve belirli noktalara saplanarak sürdürülen bir düşünce sistemi ne yazık ki geniş kitlelere ulaşamaz. Çünkü bilimsellik olaylara çok boyutlu bakmayı gerektirmektedir. Özdemir yıllar boyunca eleştirilmiş ancak görüşlerini de büyük bir kararlılıkla insanlara aktarmıştır. Yapıtlarını okuyup eleştirel bir süzgeçten geçirdiğinizde savunduğu görüşlerin nesnel bir gözle betimlendiğini görebilirsiniz. İnsanları ikna edebilme başarısı da buradan gelmektedir.

Özdemir'in eğitim anlayışı da hep aydınlanma, çağdaşlaşma temelinde. “İlkokuldan üniversiteye değin sürüp giden dil ve yazın eğitimimiz, sözcüğün gerçek anlamıyla çağdışıdır.” diyor Özdemir 2000'lerin başında. Bugün hâlâ bu anlayış sürüyor mu?

Çağdaş, aydın, duyarlı bireyler olabilmek ancak çağdaş bir eğitim ile gerçekleşebilmektedir. Eğitim sistemimize baktığımızda öncelikle dört temel beceriye gerektiği gibi önem verilmediğini görmekteyiz. 2018 yılında yapılan PISA testinde Türkiye “okuma, fen bilimleri ve matematik” alanlarında OECD ortalamasının altında kalmıştır. Bu testlerde verilen metindeki bilgileri eleştirel biçimde değerlendirebilmek, ana fikri anlayabilme gibi becerilere önem verilmekte. Ancak çocuklarımız bu becerilere henüz ulaşabilmiş değiller. Bunun sebepleri arasında okuma kültürü kazanamamak, dört temel dil becerisinin geliştirilememesi gibi etkenler yer alıyor.

Eğitim sistemimizin bilimsel bir düzleme oturtulması gerektiğini düşünmekteyim. Eğitimin görevi, kuru kitap bilgilerini çocuğa vermek değil çocuğu düşünen, sorgulayan, yaşadığı toplumun etkin bir üyesi yapabilecek insanlar olarak yetiştirmektir. Eğitim sistemi sanatın, edebiyatın, bilimin aydınlık yüzünü çocuğa duyumsatabilmelidir. Eğitim halkı daha çağdaş ve insanca yaşayabilmeye ulaştıran büyük bir güçtür ve bu gücün yanlış yönlendirilmesi toplumun değer yargılarına, duyarlığına büyük zararlar verebilmektedir. Öğretmenlerin en büyük görevi öğrenmeye istek duyurabilmek, öğrenme sürecini verimli bir biçimde devam ettirebilmeleridir. Çocuğun düşünme, duyumsama, yorum yapabilme ve sorgulama gücünün geliştirilebilmesi eğitimin temel görevleri arasında sayılabilir. Günümüz eğitim sisteminin çok yönlü olamamasını, çocukların tek yönlü bir bakış ile eğitilmeye çalışılmasını en büyük eksikliklerimiz arasında sayabiliriz. Özdemir de eğitim sisteminin öğreticiliği ön planda tutmasını eleştirmektedir. Eğitimi tek taraflı ve sınırlı olarak nitelendirmekte, çocuğun olaylar ve olgularla ilgili bağlantı kuramadığını savunmaktadır. Kitaplardaki sığ metinlerin çocuğu okuma eyleminden soğuttuğunu da belirten Özdemir, seçilecek metinlerin çocuğun anlam evrenine uygun olabilmesine de vurgu yapar. Gerçekten de kitaplarda dilimizin zenginliğini yansıtan, nitelikli metinlerin bulunabilmesi çocuğun kitapla etkileşiminde önemli bir özellik olarak kabul edebiliriz. Özdemir’in üzerinde durduğu bir diğer önemli konu da anadili bilinci. Bireyin yaratıcılık, eleştirel düşünebilme becerisi, iletişim becerisi kazanabilmesi anadili bilinci ile gerçekleşebilecektir. Anadilimiz yoluyla içinde yaşadığımız toplumla bağ kurabilmekte, kendimizi ifade edebilmekte, kültürümüze yine anadilimiz ile ulaşabilmekteyiz. 

Ayrıca yabancı dil eğitimi ve yabancı dille eğitim olgularının da üzerinde durmamız gerekmektedir. Çocuk 06 yaş döneminde anadilinin özelliklerini öğrenebilmektedir. Özdemir de yabancı dille eğitimin çocuğun kendi diline yabancılaşmasına neden olduğunu belirtir. Bu saptamalar bilimsel bir düzlemde incelenmesi gereken önemli saptamalardır. Ona göre yabancı dille eğitim olgusu, ulusal yapıya ters bir uygulamadır. Birey ancak anadiliyle düşünebilir, anadiliyle kavramları algılayabilir. Fakat yanlış bir eğitim anlayışı ve yabancı dilin etkisiyle bu kazanımlar büyük bir darbe almaktadır. Yabancı dil eğitimi bir gerekliliktir ancak yabancı dille eğitim olgusunu üzerinde incelemeler yapılması gereken bir konu olarak kabul edebiliriz. 

Emin Özdemir, “Kendini okumaya ve okutmaya adamış” bir insan. Kitabınızda eşiyle de bir söyleşiniz var. Eşi sürekli çalıştığını, sosyal yaşantısının az olduğunu belirtiyor. Türkçeye adanmış bir ömür ama Özdemir gibi aydınlarımızı yeterince tanımıyor gibiyiz. Bunun nedenleri ne sizce? 

Hayatını bilime, sanata adamış nice aydınlarımız ne yazık ki ülkemizde hak ettikleri değeri görememektedir. Günümüzde bilgisizlik bir meziyet olarak görülüyor ve düşünen, sorgulayan bellekler göz ardı edilmeye devam ediliyor. Emin Özdemir, bütün yaşamını Türkçeye adamış bir dil işçisi. Ailesiyle geçireceği vakitlerde çalışmaya devam etmiş, yapıtlarını büyük bir titizlikle yazmış bir yazar. Yazdığı yapıtların her biri çok değerli, denemelerinde birçok yazardan alıntılar yapıyor ve okuru düşünmeye yönlendiriyor. Popüler kültür ne yazık ki kitleleri kendi isteği biçimde yönlendirme yoluna gidiyor. Bir kitap çıkmadan önce reklam, vb. desteklerle kitlelerin beğenilerine yön veriliyor, bu şekilde de kitleler o yapıtlara yöneliyor. Türk edebiyatının usta kalemlerinin kaleme aldığı yapıtlar, günümüz yazarlarının nitelikli yazınsal yapıtları çoğu zaman popüler kültür etkisiyle gölgede kalabiliyor. Bir okur ancak seçici davranarak nitelikli yapıtlara ulaşabilir. Göz ardı edilen aydınlarımızı da ancak böyle tanıyıp, onlara gereken değeri verebiliriz. Bugün bilim dünyasında kendine yer edinmiş büyük bilim insanlarımızı, araştırmacılarımızı yeterince tanımıyoruz. Bunun nedeni toplumun değer yargılarının değişmesidir.

Teknolojinin gelişmesiyle birlikte “dilsiz dünya” tartışılmaya başlandı. Elon Musk gibi teknoloji şirketlerinin bu yönde çalışmaları var. Bir yanda da dildeki yozlaşma var. Dilsiz bir dünya mümkün mü sizce? Dildeki yozlaşma bizi buraya götürebilir mi?

Dilimizdeki yozlaşmanın nedenleri; sözcüklerin yanlış kullanımları, yabancı sözcük kullanımı, anadili bilincinden yoksun olmaktır. Türkçenin bilim dili olamayacağı konusunda yıllardır süregelen eleştiriler bulunmakta oysa Türkçe bilimsel alanlardaki kavramları açıklayabilecek zengin bir dil sistemine sahiptir. Bu gibi sığ düşünceler nedeniyle dilimiz yıpratılmakta ve dilimizin sahip olduğu anlatım olanakları yok sayılmaya çalışılmaktadır. Tarihsel sürece baktığımızda dilini kaybeden ulusların zamanla kendi benliklerini de kaybettikleri gerçeğini açık bir biçimde görebiliriz. Bugün yaşamımızın her alanında yabancı sözcükler dilimizi kuşatmaktadır. Türkçenin yapısına tamamen ters olan bu kullanımlar ne yazık ki dilimize girmiştir ve toplum tarafından kullanılmaya devam etmektedir. Bu dilsel yozlaşmadır. Reklamlarda, haber bültenlerinde, televizyon dizilerinde, filmlerde kısaca halka doğrudan seslenebilen oluşumlarda dil kullanımlarına dikkat edilmesi gerekmektedir. Bu konuda bilim insanlarımıza, edebiyatçılarımıza, alanda etkin biçimde yer alan araştırmacılarımıza büyük görev düşmektedir. Dilimizdeki yanlış kullanımları belirleyerek bu kullanımların doğru biçimlerini belirleyip bunu halkımıza anlatabilmek bir öneri olarak kabul edilebilir. Dilsiz dünya konusundaki sorunuza gelince, bu olguların küreselleşmeyle bağlantılı olgular olduğunu düşünüyorum. Bu olgunun mantıklı ve bilimsel bir çerçevede sorgulanması gerekmektedir. Ayrıca sosyal medyada sözcüklerin kısaltılarak kullanıldığını görüyorum. Günlük konuşma dilimizde sözcük kullanım sayımız oldukça azaldı. Bireyler birbiriyle iletişim kurarken sınırlı sayıda sözcük kullanmayı tercih ediyor. Bu kullanımlar zamanla dillerdeki sözcüklerin unutulmaya başlamasına ve toplumların dillerinin çoraklaşmasına neden olabilir.

Bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederim. Son olarak eklemek istediğiniz, okurumuza vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

Bir insan dil yoluyla düşüncelerini, duygularını aktarabilmekte; dil sayesinde toplumda kendini var edebilmektedir. Türkçenin yıllardır soluğunu tıkayan ve dilimizi örseleyen etkenlerin çok boyutlu bir bakış açısıyla ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Bir birey olarak üzerimize düşeni yapabilmemiz, dilimizin doğru kullanılmasına özen gösterebilmemiz büyük bir gerekliliktir. Türkçemiz ve Emin Özdemir ile ilgili duyarlığınız için size çok teşekkür ederim.

Aydınlık