Küçük yaşlarda mahallelerimizde geçirdiğimiz zamanları hatırlayalım. Mahalle takımının kaptanı olmak için verilen kıyasıya mücadeleler olur, bir kaptan bulana kadar devam ederdi. Çetin ve tartışmalarla dolu süreçlerin sonu kimin evine yakınsak oraya gidip yediğimiz salçalı ekmek ve içtiğimiz suyun ağırlığı ile biterdi. Mahalle arkadaşlarımızla rekabet etsek de, tartışsak da, darılsak da aşağı mahallenin tehditleri bizi bir araya getirirdi.

Bu yaşadıklarımız ekmeğini bölüşüp suyunu paylaştığın yere olan sadakatin belki de atılan ilk temelleri idi. Daha sonra aynı şükran duygusu yıllar geçtikçe toprağımızı ve suyumuzu paylaştığımız vatanımıza ve milletimize karşı da gelişti. Bu kültür ile büyüyen nesillerin “aşağı mahallenin” kabadayılarına bırakacak ne suyu vardı ne de toprağı.

Fakat ne yazık ki son dönemlerde kabadayılar ile iş birliği içinde bozgunculuk, kışkırtıcılık yaparak kendi mahallesine karşı suç işleyenler türedi. İşledikleri suç bu toplumun içinde bulunduğu savaş koşullarında daha da büyümekte ve en çok bu suçu işleme yolundakilere zarar vermektedir.

Bu yüzden sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim. Uyarıyoruz! Aşağı mahallenin kabadayıları ile kendi mahallesine karşı konumlananları ne bu millet unutur ne de tarih.

Aşağı Mahallenin Kabadayıları

Aşağı mahalle diye metaforlaştırdığımız aslında emperyalizmin, Atlantik bloğunun ta kendisi. Kabadayılıkları Silivri duvarlarının yıkıldığı günden bugüne iskele babalığına dönse de ülkemiz için zaferle sonuçlandırılması gereken savaşta karşımızdaki kuvvetler.

Bu kuvvetleri hepimiz çok iyi tanıyoruz. Sur’da, Nusaybin’de, 15 Temmuz darbe girişiminde, Suriye’nin kuzeyinde, Irak’ın kuzeyinde, Doğu Akdeniz’de, Ege Denizi’nde karşımıza çıkanlar: ABD, İsrail, Yunanistan, Fransa, GKRY. Ülkemizin topraklarını ve sularını zapt etmek isteyen bu blok Silivri’den başlamak üzere Türkiye’ye karşı mağlubiyetler almakta ve gittikçe yere doğru saplanmaktadır.

Saplandıkları yerden çıkmaları için tek çareleri ellerine sarılıp onları yukarı çekecek işbirlikçiler. İşte o işbirlikçiler; Rand Corporation’da tarif edilenler, Joe Biden’ın hükümetimizi devirme planlarının yürütücüleri, Macron’un “sizinle sorunumuz yok” dediği iç cephedeki bozguncular. Yani CHP, HDP, İYİP, SAADET, Davutoğlu ve Babacan.

Her Şart Altında Bozgunculuğun Şeceresi 

Türkiye’nin yakın geleceğine baktığımız zaman Atlantik bloğundan kopan ülkemize karşı yukarıda saydığımız cephelerde saldırılar yoğunlaştı. Yeni kuvvetlerle yeni ortaklıkların kurulduğu bu dönemin sancılı geçeceğinden hiçbir şüphemiz yoktu. Fakat ülkemiz içindeki bozguncu ve kışkırtıcı faaliyet yürüten sözüm ona muhalefet, arkasına aldığı Atlantik güçleri ile iç cephede yeni mevziler açmaya ve milli kuvvetlerin gücünü zayıflatmaya çalışıyor. Bu uğurda Mehmetçiğe kurşun sıkanlara madalyalar takılıyor, elleri sıkılıyor, sırtları okşanıyor. Ve ellerine geçen tüm fırsatlarda milli güçleri zayıflatmak için yalana başvurmaktan da geri kalmıyorlar. Bazı örnekler:

  • 15 Temmuz’da ABD’nin Türkiye’deki adamlarını kaybetmesi üzerine muhalefet partileri ağız birliği yapıp “Bu bir kontrollü darbedir” diyerek ABD’nin yenilgisine ortak oldular.
  • Sözüm ona sivil idare kurarak özerklik naraları atanların üzerine Türk ordusu yürüdü ve hendekleri kapattı. Aynı ekip bu sefer de “Siviller katlediliyor” yalanlarına sarıldı.
  • Güneydoğumuzda kurulmak istenen ABDİsrail koridoruna karşı Türk ordusu büyük bir kararlılık ile yürüyüp ABD’nin Ortadoğu hayallerini yerle bir etti. Aynı ekip bu defa da “Ne işimiz var Suriye’nin topraklarında? Mehmetçik saray için savaşıyor” dedi.
  • Bunlar da yetmeyince bu sefer PKK ve FETÖ’yü kurtarmak için adalet yollarını arşınladılar. Fakat adaletin yolları diyerek FETÖ ve PKK ile ittifak yollarını döşediler. Daha sonrasında Türk yargısı ve Türk ordusu ne zaman FETÖ ve PKK üzerine yürüse sözde özgürlük, insan hakları, eşitlik, barış nidalarıyla yardıma koştular.

Peki, yalanla ve bozgunculukla iktidar olunur mu? Bu yalanları Türk milleti görmez mi?

Savaşların içindeki hengamede kimi zaman kurşunun geldiği yeri tespit etmek zordur. Yalan ve fitne de böyledir. Ortaya atılır ve kulaktan kulağa yayılır, bazen yalanı ilk ortaya atanı dahi bulamazsınız. Fakat İstiklal Savaşı vermiş ve o savaşı kazanmış bir millet kurşunun nereden geldiğini, yalanı ve gerçeği kimin söylediğini en iyi bilen, hesap eden bir millettir. Türk milletini yalanlarla uyutmaya çalışma dönemi geride kalmıştır. Her şey berraklaşmış, suyun dibi görülmüştür.

Doğu Akdeniz ile Berraklaşan Saflaşma

Doğu Akdeniz’de verdiğimiz mücadelede bugün farklı bir aşamaya geldik. Milli çıkarlarımız doğrultusunda son dönemde kararlı adımlar atıldı. Mücadele çetinleşti. Zafer yakınlaştı.

Yunanistan arkasına aldığı emperyalist devletlerin kışkırtmasıyla Türkiye’yi kendi limanlarına hapseden haritalar çizdi, MEB anlaşmaları imzaladı. Bu anlaşmalar ve MEB ilanına karşı harekete geçen Türkiye, bu sınırları tanımadığını ilan etti. Libya ile yapılan antlaşma, KKTC ile ilişkilerin kader birliğine dönüşü, gemilerimizin petrol arayışları için NAVTEX ilan etmesi, devlet yöneticilerinin ve ordumuzun kararlı açıklamaları bütün dengeleri bozmuştur. Buradaki saflaşmalar hem dünya çapında hem de iç cephede belirginleşmiştir.

Dış cephede yaşanan saflaşma belli. Peki iç cephede neler oluyor?

Doğu Akdeniz'de deniz yetki sınırlarımıza yönelik işgal girişiminde bulunan Yunanistan’a karşı bu süreçte atılan en önemli adımlardan biri Libya ile imzalanan MEB anlaşmasıydı. Bu çerçevede Türk ordusu Libya’ya gitti. Bunun dışında doğalgaz ve petrol aramaları çerçevesinde Yunanistan’ın çizmiş olduğu sözde sınırlar darmadağın edilerek meşru hakkımız olan kara sularımızda arama faaliyetleri başladı. Bahsettiğimiz adımların ve açıklamaların ardından iç cephede karışıklık çıkarma ve Türkiye’nin gücünü zayıflatma görevi Rand Corporation’da belirtildiği gibi muhalefete verildi. Neler oldu?

  • Başta CHP olmak üzere İYİP, HDP mecliste oylamada ret oyu sunarak Suriye’den sonra ikinci bir bataklığa düşeceğimiz fikrini yaymaya çalıştılar. Ülkemizin kendi sınırlarını korumak için meşru haklarına dayanarak verdiği mücadeleyi BM ile ortak hareket ederek gerçekleştirmemizi istediler aksi takdirde meşruluğumuzu yitireceğimizi ilan ettiler. (1)
  • “Sahada olmak masada olmaktır” tezlerine karşı çıkan CHP, HDP ile söz birliği yaparak sahada atılan adımların “tehlikeli” olduğunu belirtmiştir. Aynı CHP AB ile karşı karşıya gelinmemesini, Doğu Akdeniz’de bize karşı silahlar çevrilmişken Türkiye’nin silahsız şekilde diplomasi mücadelesi vermesi gerektiğini savunmuştur. (2)
  • Yapılan petrol ve doğalgaz arama çalışmalarını küçümsemiş, oradan bir başarı çıkmayacağını savunmuş ve umutsuzluk yaymaya devam etmişlerdir. Pek çok muhalif yazar, aydın, milletvekili Doğu Akdeniz’in “balıklarını” dahi koruyamadığımızı, binlerce TL’yi boş yere harcayıp sonuç alamayacağımızı iddia etmişlerdir. Kimi zaman bu ifrata vardırdıkları söylemler “aşağı mahallenin kabadayılarına” malzeme oluyor. (3)
  • Doğu Akdeniz’de yapılan faaliyetlerden rahatsız olanlar  her fırsatı değerlendirmeye çalışıyor. En son örneği ise Oruç Reis gemimizin bakım ve onarım için limana geri dönmesini “geri adım atıldı, taviz verildi” diyerek yalanlar ve çarpıtmalara güvensizlik yaratmaları oldu. (4)

Türkiye’nin bugün en belirleyici cephesi olan Doğu Akdeniz’de çalışmalar hızlandıkça Türkiye’ye karşı iç cephede kışkırtmalar da bir o kadar artıyor. CHP Genel Başkanı Sn. Kemal Kılıçdaroğlu’nun yapmış olduğu son grup toplantısı konuşması, Rand raporunda belirtilen “iktidarı devirme” adımları için harekete geçildiğinin de en büyük göstergesi oldu. Ve süreç başladı.

Hemen bu konuşmanın ardından da Birgün gazetesinden Sn. Merdan Yanardağ’ın dile getirdiği “yaratıcı yıkıcılık” tartışmaları başladı. (5) Ardından terör örgütü PKK da harekete geçerek 12 Eylül’den itibaren hükümeti devirmek için Türkiye, Suriye, Irak, İran ve Avrupa’da eylemlere başlayacağını ilan etti. (6) TTB “Yönetemiyorsunuz, tükeniyoruz” açıklaması da bu yıkıcılık planının bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. (7)

Bütün bu atılan adımların tek bir sonucu olabilir: Türkiye’nin haklı mücadelesinde gedik açmak ve Atlantik bloğuna tekrar teslim olmak.

Nihai Zafere Ulaşmak için Önümüzdeki Görevler

Doğu Akdeniz’deki mücadele yarının belirleyicisi olan, karada ve sularımızda bütünlüğümüzü sağlamak için en önemli cephedir. “Mahallemizi” korumak için birliğimizi sağlamlaştırmak, bozgunculuk ve kışkırtıcılığa geçit vermemek en kritik görevlerimizden biridir.

Doğu Akdeniz’de karşımıza çıkan güçlerle mücadele etmenin ikinci en önemli noktası da gerçek dostlarımız, çıkarlarımızın ortaklaştığı başta Rusya olmak üzere Çin, Mısır, Suriye gibi devletlerle en kısa sürede bir araya gelmektir. Bu noktada sözde milliyetçilik naraları ile dostlarımıza karşı düşmanlığı körüklemek de sorumsuzluğun ve akılsızlığın bir diğer örneğidir.

Sonuç olarak bizlere düşen en büyük görev içte ve dışta bütünlüğümüzü, birliğimizi bozacak her türlü faaliyetin karşısında olmaktır. Devletimizle, Ordumuzla, Polisimizle, Sağlık Çalışanlarımızla bu mahalle bizimdir. Yarınlarımız için biz Türk gençliğine düşen en önemli mesele birliğin harcı olmaktır.

 

Doğa Dursun

TGB Genel Sekreter Yardımcısı

 

Dip Not:

1) https://www.bbc.com/turkce/haberlerturkiye50978212

2) https://chp.org.tr/haberler/chpgenelbaskanyardimcisiunalcevikozundisisleribakanligi2020maliyilibutcegorusmelerineiliskinplanbutcekomisyonukonusmasi

3) https://twitter.com/yavuzagiraliog/status/1306163259976933376?s=20

4) https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/chpdenorucreistepkisigeminindonmesitaviz1765782

5) https://www.birgun.net/haber/kalabaliklarinkotulugu315391

6) https://aydinlik.com.tr/haber/yaraticiyikicilikdeligindencikti218310

7) https://www.aydinlik.com.tr/haber/cumhuriyetcihekimlerdenttbyonetimineyanithersartaltindamucadeleyedevam2183822

tgb.gen.tr