ABD’nin 1953 yılında, petrol gelirlerini millileştirmeye çalışan Musaddık’ı devirip İran’ın başına Şah’ı getirdiğini bilmeyenler, Maduro hakkında ‘’demokrasi’’ yazıları yazıyor ve “diktatör” diyorlar.

John Perkins, “Bir Ekonomik Tetikçi’nin İtirafları” isimli kitabında 2003 yılında Venezuela’da Hugo Chavez’i devirmek için ABD tarafından başlatılan ve ezilen darbe girişimi hakkında şöyle diyor: “Sadece ekonomik tetikçilerin değil, çakalların (CIA ajanları) da başarısız oldukları apaçıktı. Venezuella 1953 yılındaki İran’dan çok farklı çıkmıştı. Bunun bir haberci mi basit bir düzensizlik mi olduğunu merak ediyordum, bir de Washington’un bundan sonra ne yapacağını.” Geçen zaman Perkins’in merakını giderecek girişimlerle doldu, ne de olsa ABD’nin alışkanlıkları vardı. Washington, Chavez’i devirmek için tam dört girişimde bulundu, Maduro için ise üç. 2002’de kendini Başkan ilan eden Pedro Carmona’nın yerini şimdi Guaido aldı.

“Bunlar devrimci adamlar olabilir, ama demokrat değiller, ekonomiden anlamıyorlar” diyen dostlarımıza nasıl anlatsak? Venezuela demokrasisi ABD’nin umurunda değil ve olanların onunla bir ilgisi yok. Öyle olsa Suudi Arabistan ya da BAE’ye de dışarıdan krallar tayin ederdi ABD Başkanları.

Konu Chavez’in izlediği Bolivarcı politikaların, ABD’nin temsil ettiği ekonomik sisteme en yakından ve en uzun vadeli tehdit olmasıdır. Chavez, ABD güdümündeki serbest ticaret anlaşması ALCA’ya karşı ALBA’ya öncülük etti. Ortak para birimi Sucre’nin dolar karşısındaki değerini bile belirlediler: 1.25... Ortak askeri okullar açtılar, Birleşik Latin Amerika’nın Atlantik sisteminin seçeneği olmasını istiyordu Chavez. Ve ikinci seçimi de yüzde 72 ile kazanınca ABD harekete geçti. CIA ajanları halka ateş ederken CNN ve BBC de canlı yayın yapıyordu. Maduro, Chavez’in adayı olduğu halde ilk seçimlerde kıl payı kazandı, ama petrol fiyatlarının düşürülmesine, ekonomik maniplasyonlara veya Kolombiya merkezli kışkırtmalara rağmen devrime sadık kaldı. Bu yüzden son seçimde yüzde 68 oy aldı ve... ABD yine harekete geçti.

Laf sokma gazeteciliğini bırakıp, kendilerini aşacak konulara kalem daldıran bazı köşe yazarları: Chavez’in toprak reformu yaptığını, petrolleri millileştirdiğini, Balıkçılık yasaları, çıkardığını, yabancı bankalardaki altınlarını yurda çektiğini, OPEC’i harekete geçirip petrol fiyatlarını arttırarak küresel bir aktör olmaya çalıştığını, dış politikada İran, Irak, Rusya ve Çin ile ekonomik ilişkilerini güçlendirerek bağımsız ittifaklar kurduğunu anlatmazlar. Bunun yerine “ticaret hacminde en büyük payın ABD olduğunu” söyler, ama Chavez’in daha 1998’de iktidara geldiğini, yaptığı devrimlerin henüz emekleme aşamasında olmasına rağmen yedi kez ABD saldırısına uğradığı için yavaş ilerlediğini söylemezler.

Demokrasi derler, ama seçime katılma oranının Chavez öncesi ve sonrasında iki katına çıktığını, internet erişiminin on katına, üniversite kapasitesinin üç katına çıktığını, UNESCO yüksek öğrenime kayıt oranı bakımından daha 2005’te beşinci sırada olduğunu, penguenci medya karteline karşı sırf yoksul halkın sesini duyurmak için Tv kanalları kurulduğunu göz ardı ederler. Devrimden sonra tüm haberleşme hizmetlerinin devlete ait olduğu ülkede cep telefonu aboneliğinin, nüfustan fazla olduğunu yazmazlar.

Rusya’dan S300 füzeleri, denizaltılar, çok sayıda tank, uçak ve helikopter almak için anlaşmalar yaptığını, 20122015 döneminde Rusya’nın silah ihracatında Hindistan’dan sonra en büyük ikinci müşterisi olduğunu bilmezler.

Ve şu soruyu soramazlar: “Ortadoğu’da yenilen ABD, Florida Tampa’daki askeri üssüne sadece üç saatlik mesafede bulunan ve dünyanın en büyük petrol rezervlerinden birine sahip olup, Rusya’dan silah alan Venezuela’yı görmezden mi gelecekti?

Ama... Sonuç, suratını büzüştürerek korkutucu ciddi adam pozları veren John Bolton gibilerin öngördüğünden çok farklı olacak. Bu da John Perkins’in diğer merakının cevabı, kehanet değil aritmetik. Yeni bir dünyanın kurulmasına karşı bu son ve çaresiz saldırıların bir etkisi yok, mazlum milletler uyanıyor. Her ne kadar Penguenci medya göstermese de, 2002 darbe girişimini, Venezuela halkı boğmuştu. Başkanlık sarayındaki darbeciler, milyonlarca kişi tarafından kuşatılmıştı, üstelik Chavez hapiste iken. Karşı devrimin yıkılmasından sonra, İrlandalı bir gazeteci ekibi yaptığı belgesele “Devrim televizyondan yayınlanmayacak” adını vermişti bu yüzden. Şimdi, ABD eskisinden daha büyük bir tokat yedikten sonra, Venezuela halkının devrime nasıl sahip çıktığını belgeleriyle ve görüntüleriyle göreceğiz. Penguenler ve sahipleri de biraz üzülecek, elbette...

TUNÇ SOYER'İN ŞAKÜLÜ

DiyarbakırSur’da kazılan hendeklerde Mehmetçik, PKK ile mücadele ederken, onlara her türlü lojistik desteği veren Sur Belediyesi’ni kardeş belediye ilan eden... Daha sonra bu PKK destekçisi HDP’li belediyelere kayyum atanmasına karşı çıkan... HDP’nin mitinglerinde konuşma yapan, eylemlerine pankart arkasından destek veren... Dahası FETÖ’nün gazete kılıklı psikolojik harekat merkezleri kapatılırken onlara gövdesiyle destek olan... İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Tunç Soyer’di. Bu nedenle, CHP’den çok HDP’nin adayıdır. HDP Eş Başkanı Sezai Temelli’nin, “aman da en ekolojik” adam diye parlatmasının nedeni budur. Parti amblemleri yeşil ağaç olunca... Ne desin daha? O halde neden aklımızla alay edercesine, tartışmayı babasının üzerine çekerek işin aslını saklamaya çalışıyorlar? Ne yani şimdi kimileri babasının Fetullah Gülen’in ceza almasını sağlayan savcı olduğunu yazıp olumlayınca; kimileri de 12 Eylül dönemi ile olumsuzlayınca Tunç Soyer’in HDP’ye kaymış şakülü mü gizleniyor? Ya da CHP ve İyi Parti çıkıp, “Babadan oğula suç geçmez” deyince, HDP/PKK ile ittifak kurulmasına haklılık/doğruluk karinesi mi oluyor? Sahi siz milleti ne sanıyorsunuz? Laf cambazlığını bırakın, babadan oğula suç geçmiyor, oğul babasının arkasına saklanıyor, olan budur. Umarım sayın Yaşar Okuyan da bunun farkındadır. Umarım, milliyetçiliğini Erdoğan düşmanlığı uğruna Tunç Soyorlere ve HDP’ye kurban etmiyordur.

RUZİ MAHŞER

İskender Evrenosoğlu, “Allah ile irtibatta olduğunu” söyleyip cennet vaad ediyordu internet sitelerinden. Yayın yaptığı, kitap sattığı internet siteleri kapatıldı. Sahte peygamberdi. İsmet Yılmaz ise “Bizim partiye oy verirseniz, Ruzi Mahşer’de beraat edeceksiniz” dedi, ama sesi bile kısılmadı. Eski Milli Eğitim Bakanıydı.

Ne fark var aralarında?

İşte vicdanın Ruzi Mahşeri burada başlıyor... Bakar kamil insan birini kapatan hükümet, öbürü hakkında “Bunu nasıl bakan yaptık biz” diye kendini sorguluyor mu? Ya da sırtı müşfikçe sıvazlanıp, “Yahu muhterem, her doğru her yerde söylenmez biraz dikkat” mi deniliyor?

SOĞUK SAVAŞ

Henüz 2009 yılıydı.

Bizler hapiste yazıyorduk yazı ve kitaplarımızı. “Savaşmadan Kaybetmek” isimli kitabımda, tek kutuplu dünya düzeninin bittiğini gerekçeleriyle yazdığım uzun yazının sonunu şöyle bağlamıştım:

“Yeniden ama en az eskisi kadar soğuk bir savaş! Tarih yine bir yol kavşağındadır ve tarihini unutan milletler için eski hataları tekrar zamanıdır. Türk ulusu gözlerini açmalıdır.”

Yazdıklarım metafizik kehanetler değil, aritmetikti. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’un, Venezuela’daki darbeye destek bulmak için arkasında kırmızı ve maviye boyanmış dünya haritası ve çatık kaşlarıyla medya önüne çıkması o yazıyı hatırlattı. Türkiye ABD’nin düşman olarak kodladığı kırmızı bölgede kalıyor...

Hem renkler, hem de cephe çok doğru...

Çünkü...

Biz NATO’ya üye olmadan önce askeri haritalarda kırmızı dost kuvvetleri, mavi düşman kuvvetleri gösterirdi. Kılıçaslan’dan Kurtuluş Savaşı’na kadar böyle idi...

Ama NATO’ya üye olunca ilk bu renkler değişmiş, binlerce yıllık tarihimiz, komşularımız unutturulmuştu.

Şimdi...

Kendi kendine düzeliyor cephenin renkleri.

Yeni bir dünya kuruluyor, soğuk maviye karşı sıcak kırmızı.

Kehanet değil aritmetik. Yani Bay Bolton’un asık suratının engelleyemeyeceği bir şey.

Oktay Yıldırım

Aydınlık