Çanakkale savaşında şehit olan sayısız vatan evladından biri de Vefa Lisesi öğretmenlerinden Ahmet Rıfkı’dır. Mayıs 1915’te gönüllü yazılmış, kısa bir eğitimden sonra cepheye sevk edilmiştir.
Anasından başkası kimsesi olmayan bu genç adam, savaşa giderken mahalle bakkalı Selahattin Adil Efendi’ye evin ihtiyaçları ile ilgili bir ricada bulunur, “Anama cepheden düzenli para gönderemeyebilirim, ben gelene kadar onu iaşesiz bırakma, her ne gerekirse veresiye defterine yaz, döndüğümde öderim” der.
Mayıs 1915’te cepheye sevk edilen Ahmet Rıfkı, 19 Aralık sabahı Sarı Bayırlar’da şehit düşer. Şehitlik haberi ile beraber bir kese içinde özel eşyası ve maaşı anasına ulaşır. Tek oğlunu vatana şehit veren kadıncağız bakkala gider, “Oğlum şehit düştü, künyesi, maaşı geldi, borcumuz ne ise buradan al” der. Bakkal Selahattin Adil, yaşlı kadını “Bana bir borcunuz yok hanım” diye cevaplar; veresiye defterindeki hesabın üstünü çizmiş ve kırmızı kalemle “bedeli kanla ödenmiştir” diye not düşmüştür.
Memleketimizde buna benzer çok hikaye bulursunuz. Tarihi kanla yazılmış olan bir millet, o kanı akıtanların emanetine nasıl davranacağını bilir. Şehidin anası, bacısı, ailesi onun hatırası gibi mübarek sayılır. İP’in şımarık ve ahlaksız zengini Lütfü’nün yediği herzenin vicdanımızı bu kadar yaralamasının sebebi de budur. Milletimiz üç kuruş sermayesi ile yiğitlik yapan bakkal Selahattin’in milletidir, gırtlağına kadar şaibeli paraya batmış soytarıların değil.
Malumunuz, Lütfü’nün marifeti orada kalmadı, İP’in ileri kadroları ve Akşener, vakit kaybetmeden sıvama işine giriştiler. Şehitlere galiz küfürler eden bir genel başkan yardımcısı, “ne olmuş yani” diye gevrek gevrek izahat yapan vekiller ve şehit yakınlarına “provokatör” diye, “yavşak” diye hakarete devam eden bir genel başkan! Bir siyasi partiden değil de adeta bir cerahat ve irin yuvasından söz ediyoruz.
Şimdi önümüzdeki soru şudur: Türk demokrasisi bu irini taşıyabilir mi?
Bu sorunun yanıtı problemin niteliğinde saklı. İP’te tezahür eden çirkinlik, siyasetin harareti ile meydana gelen bir kaza veya arızi bir durum değil. Uzun süreli belirtiler ve o belirtileri var eden iklim, yapısal bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Dikkat edin: Çirkin bir dilin siyaseti esir almasından veya İP’te kurumsallaşmasından değil, bundan daha vahim bir şeyden, İP’in bir kurum olarak salt bu dilden ibaret olmasından söz ediyoruz.
Açalım: Bundan tam iki yıl önce İP’in kadro politikası üzerine yazmıştım. Genç bir Sorosçunun İP’te nasıl merkezi yönetim kadrosuna seçildiğine dair anlattıkları ilgimi çekmişti. İnternetteki bir yazısını gören Akşener, bu yeni yetme oğlanı arayıp iltifat etmek maksadı ile “ulan sen ne gıcık adamsın” demiş, sonra paylaştığı şarkıları, laf geçirmeli Tivitleri falan beğenip benzer şekilde “iltifatlarda” bulunmuş, en sonunda da onu alıp kendisine danışman ve metin yazarı yapmıştı. Bu genç Sorosçu, daha sonra İP’in ideolojisini kurma görevini de üstlenerek “Seküler milliyetçilik” diye bir kitap yazmıştı. Bu öykü, İP siyasetinin büyük orada laf çakmalı, atarlı giderli bir söyleme dayanması ile uyumlu idi. Özellikle partinin merkezi yapıları, bir troller ordusundan müteşekkilmiş izlenimi uyandırıyordu. Genel başkanın konuşmaları, polemikleri ve kadro tercih modeli, bize İP’in kendini nasıl tanımladığına, siyaseti nasıl algıladığına dair ciddi bir ipucu veriyordu.
Lütfü Türkkan skandalından sonra yaşananlar o zaman tespit ettiğimiz basit gerçeği bir kez daha gösteriyor: İP’in pratiğinin siyasi veya ideolojik bir zemini yok. Sadece söylemden ibaret bir siyasi gövde ile karşı karşıyayız ve bu gövde manevi hiçbir değer tanımadan küfür ediyor, hakaret ediyor, saldırıyor. Nasıl ki HDP bir siyasi parti değil bir terör enstrümanı ise İP de bir siyasi parti değil bir küfür ve fesat mekanizmasıdır. Kendisini şehirli lümpenlerin seveceği türden bir frekansa ayarlamıştır. Toplumun en cahil kesimlerindeki Erdoğan düşmanlığını, İslam alerjisini ve ırkçılığı kullanmakta, dilini de onları memnun edecek şekilde kurmaktadır. Ve söylediğim gibi, aslında siyasi varlığının tamamı da bu dilden ibarettir.
Dolayısı ile bozuk olan şey, İP’in söylemi veya dili değil, bizatihi kendisidir. Türk demokrasisine getirdiği negatif yük açısından HDP’den bir farkı yoktur. En gelişkin, en derinlikli demokrasilerden bile böylesi bir yükü taşıması beklenemez, demokratik sistemden tasfiye edilmezse daha kalıcı ve ciddi zararlar vermesi muhtemeldir.
Gaffar Yakınca
Aydınlık Gazetesi