Dr. Ahmet Koyuncu yazdı


Cumhuriyet gazetesi ile ilk tanışmam ilkokul yıllarında oldu. 12 Eylül darbesi öncesi, köyümüzde ‘Sol’ görüşlü bir dernek vardı. Oraya Cumhuriyet gazetesi gelirdi. Solcu Ağabeylerime özenip bakardım. Ama ne yazdığını anlayamazdım.

Yıl 1987… Mimar Sinan Öğretmen Lisesi… Arama sırasında dolabımda Cumhuriyet gazetesini yakalattığım için dayak yemiştim. Hem de Atatürk Cumhuriyeti’nin Pazarören Köy Enstitüsü’nün devamı olan bir okulda… Sonrasında bu ‘komünist’ gazeteyi gizleyerek okumaya devam etmiştim. Üniversitede ise, yurtta oda arkadaşım günlük Cumhuriyet alıyordu. Onunla günleri paylaşınca, daha ekonomik hale gelmişti.

Cumhuriyet gazetesi her döneminde çok değerli yazarları barındırmıştı. Hasan Ali Yücel, Bedri Rahmi, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan İlhan Selçuk, Oktay Akbal, Uğur Mumcu’ya kadar… Özellikle 1990’lara gelinirken biz bu yazarları ağabey olarak görüyorduk. Bir solcu olarak göğsümüzü gererek konuşabiliyorduk. Çünkü bize model olan Uğur Mumcu Ağabey’imiz vardı. İlhan Selçuk Ağabey’miz ve daha niceleri… Çünkü ‘Cumhuriyet’ gazetemiz vardı.

HASAN CEMAL’İN FIŞKISI…

Yıl 1991… Cumhuriyet gazetesinin çınarları birden ayrılıyor ve tanıyamadığımız yeni bir gazete ortaya çıkıyordu. O günlerde bırakın para verip almayı, masada bedava bulsak bile yüzüne bakmıyorduk. Sırf sevdiğimiz yazarları okuyabilmek için Milliyet almaya başlamıştık.  

Hatta o günlerde bir arkadaşım Cumhuriyet gazetesi için ‘Hasan Cemal’in fışkısı’ esprisini yapmıştı. Yani, Cumhuriyet’in hali haraptı. Ama fazla dayanamadı Hasan Cemal… Çekti gitti. Yeniden gazetemize kavuşmuştuk.

Yıl 1993… Sömestre tatili… O günlerde memlekete çok kar yağmıştı. Elektrikler gitmiş ve iki gün gelmemişti. Dünyadan bihaber tatilden dönerken, otobüste okumak için Cumhuriyet aldım. ŞOK!... Gazete kapkara idi. Uğur Mumcu Ağabeyimiz öldürülmüştü. Üzüntüden günlerce yemek yiyememiştim. Sanki ölen benim ailemden birisiydi. Işıklar içerisinde uyusun.     

POSTMODERN ÇAĞDA CUMHURİYET

Zaman öyle bir zamandı ki… 2000’ler başlarken, Cumhuriyet de kar gibi erimeye başlıyordu. Kalıcılığın yerini geçicilik almaya başlıyordu. Oysa Cumhuriyet’i Cumhuriyet yapan, yazarlarının modern çağa özgü orijinal ve kalıcı işler yapan kişiler olmalarıydı.

Diyorum ya, postmodern çağ başlamıştı. Adeta bir yaprak dökümüydü. Para karşısında her şey dökülüyordu. Her şey geçici olmaya mahkumdu. En kötüsü ise, entelektüel bildiğimiz insanlar birer medya artistine dönüşüyordu. Tarkan ekranlarda şıkıdım şıkıdım oynarken, bu kişiler de ekranlarda oynamaya başlıyordu.

Gergen ‘PASTİŞ KİŞİLİK’ten (1) bahseder ya… Birey, giderek artan davranışsal taleplerin meydan okuması ile karşı karşıya kalıyordu. Kişinin hangi çekirdek öze sadık kalması gerektiğini hatırlaması daha güç hale geliyordu. Pastiş kişilik, elinin altında hangi kaynak varsa ondan devamlı olarak kimlik parçaları ödünç alan ve bu parçaları belli durumlarda faydalı ve istenir hale getiren bir toplumsal bukalemundu (1). İşte o dönemden sonra tüm medya, Cumhuriyet gazetesi bile bu pastiş yazarlarla doluyordu.

Daha önemlisi ise 2000’li yıllara doğru Cumhuriyet Gazetesi Vakfı kuruluyordu. Öncesinde vakıf adına İlhan Selçuk imtiyaz sahibi olsa da, mali sorunların önüne geçilemiyordu. Bir ortaktan, bir ortağa… Bir kucaktan diğer kucağa… Çapan’lardan, Dinç Bilgin’e, Mehmet Emin Karamehmet’e… Hatta Aydın Doğan dedikodusu bile çıkıyordu.

Yıl 2015… Yayın yönetmeni Can Dündar… Cumhuriyet gazetesi bir süre sonra adeta ÇAKMA BİRGÜN gazetesine dönüşüyordu. Kürtçü yazarlardan, FETÖ kankalarına, hatta Doğan Medya eskilerine… MİT tırları haberi ile Erdoğan’a operasyon bile çekiliyordu. İşte o dönemin gazetesine baktığımda, yine arkadaşımın esprisi aklıma geliyordu. Bu da ‘Can Dündar’ın fışkısı?’ olmalıydı.

ENTELEKTÜELİN SAF TUTMA SORUNU

Artık Uğur Mumcu gibi özüsözü bir, düz solcular yoktuPost modern çağa özgü heterojen, hatta Boudrillard’ın ifadesi ile travestik idiler. Yeni Cumhuriyet’in yazarları hem solcu, hem de emperyalizmin Kürtçüsü olabiliyordu. Suriye’de Amerika ile el ele vermiş olan YPG’yi bile normal görebiliyordu. Artık solcu olmak için Amerika karşıtı ya da antiemperyalist olmaya da gerek yoktu. Tayyip Erdoğan ile mücadele yetiyordu.

İşte bu nokta Edward Said’in ‘Entelektüel’ kitabında tartıştığı saf tutma sorunu gündeme geliyordu. Siz de bilirsiniz. Çünkü entelektüel kapasite taşıyanlar sistem için bir tehditti. Ama Neoliberal sistemin ödülleri sıraya diziliyordu. Çünkü ödüllendirmek ise, bir bakıma bir pasifize etme ya da ayartma biçimiydi. Ne yazık ki, Edward Said’in bahsettiği gibi birçok entelektüel bu ayartmalara teslim oluyordu (2). Lütfen araştırın. Son 20 yılda Cumhuriyet’in ve Sözcü’nün muhabirlerine ve yazarlarına ne kadar ödül verilmiş?

Ayrıca Edward Said; 1991 Körfez Savaşı’nda Avrupa’da bazı solcu entelektüellerin faşizm ve emperyalizm arasında kaldıklarında, emperyalizmin yanında saf tutmalarından bahsediyordu (2). 2010’lara gelindiğinde ise Cumhuriyet yazarları da ülkemizin Tayyip Erdoğan’ı ile emperyalizmin HDP’si ve FETÖ’sü arasında kalıyorlardı. Tıpkı Avrupalı solcu entelektüeller gibi faşizmin karşısında, ama emperyalizmin yanında saf tutuyorlardı.

ATATÜRK BİR TOTEM VE TABU HALİNE DÖNÜŞÜYORDU

En kötüsü ise Atatürk’ün hali… Tıpkı Freud’un tanımladığı gibi, bir totem ve tabuya dönüşüyordu. Freud’a göre, ilk ata olan baba çocukları tarafından öldürülür. Sonrasında bu çocuklar, kendi çocuklarının da kendilerini öldürmelerinden korkarlar. Öldürmemeleri için, öldürülmüş baba bir totem ve tabu olarak tepeye dikilir (3)…

Lütfen Atatürk’e dikkat edin. O da Cumhuriyet’i teslim ettiği çocukları tarafından öldürülmedi mi? NATO’ya girerken köy enstitüleri kapatılıyor ve toprak reformu da yaptırılmıyordu. Bu sayede Atatürk’ün Cumhuriyeti ve devrimleri öldürülüyordu. NATO’cu faşizm; kendilerine dokunulmaması için de (tıpkı 12 Eylül darbecileri gibi) Atatürk’ü tepeye dikip, Atatürkçülük maskesini takmaya başlıyordu.

Lütfen bu gün Neoliberalizmin yarattığı yeni orta sınıfa (4) ve bu sınıfın oy verdiği Yeni CHP’nin yaşattığı Atatürk’e bir bakın.  Tipik olarak bir totem ve tabu idi. Bauman’a göre; bu sol, ‘öznesi olan işçi sınıfını ve en alttakileri kaybetmiş olan ve kapitalizme yenik düşmüş olan bir soldu.’ (5)

Atatürk’e sarılarak, Tayyip Erdoğan’ı günah keçisi yaparak, kendi yenilgilerini ve günahlarını aklıyorlardı. Zaten Tayyip Erdoğan karşıtı olmak ve Atatürk sömürüsü yapmak ise, Yeni CHP’nin oy almasına, Cumhuriyet’in ve Sözcü’nün solcu kalmasına yetiyordu.

CUMHURİYET’İN BAŞINA ACUN KADAR TAŞ DÜŞÜYORDU

Yıl 2020… Sıkı durun… Cumhuriyet Gazetesi’nin manşetleri aynen yazıyorum:

‘Survivor Elif yarışmaya devam edecek mi? Acun Ilıcalı açıklama yapacak...’

‘Survivor'da elenen isim belli oldu! İddialı yarışmacı veda etti’

‘Acun Ilıcalı, Survivor 2020'nin final tarihi ve yerini paylaştı’

‘Survivor'da finalistler kimler oldu? Acun açıkladı’

Yani, Cumhuriyet gazetesi Acun Medya’dan reklam haber almaya başlıyordu. Gazetenin başına Acun kadar taş düşüyordu. Daha devamı var. Masterchef reklam haberleri… 2019’da ‘Masterchef’de aldatan aldatana’ gibi haberler yapan Cumhuriyet 2020’lerde:

‘MasterChef Türkiye yarışmacılarından Dilara Türüt yarışmadan çekildi’

‘MasteChef’te şefin fırçası yarışmacıyı ağlattı’

‘MasterChef Türkiye karıştı. Ebru beni dövmeye kalktı’

Gelinen bu noktada 100 yıllık Cumhuriyet gazetesi ‘Acun Ilıcalı’nın reklam haberlerine teslim oluyordu. Bu haberleri tıkladım ve okudum. Üzerlerinde sponsorlu olduğu da yazmıyordu. Yani koskocaman Cumhuriyet; hem paralı bir haber yapıyor, hem de okurlarına gerçek haber gibi yutturuyordu. Tıpkı SÖZCÜ gazetesi gibi… Zaten Cumhuriyet Acun Ilıcalı’ya yeni teslim oldu. Sözcü’nün 5 yıl önce ruhuna elfatiha…

Aslında Acun Medya herkese neredeyse tüm medyaya reklam haberler veriyordu. Hem programları ile ilgili algıyı yaratıyor ve yönetiyordu, hem de reklam pastası ile rakiplerini pasifize ediyordu. Peki kimler Acun Medya’dan reklam haber alıyordu?

En başta Hürriyet, Habertürk, Sabah gibi ana akım medya gazeteleri ve pek çok internet gazetesi… Sözcü her hafta ortalama 5 reklam haber yayınlayarak, okurlarını kandırıyordu. Bu furyaya Uğur Mumcuların, İlhan Selçukların Cumhuriyet’i de ekleniyordu.

Aslında Hürriyet, Habertürk, Sabah gibi gazeteler bu kandırmayı yapabilirler. Onlar patron gazetesidir. İlkeli duruş bekleyemezsiniz. Çünkü patronun çıkarları ilkedir. Hatta bu gazeteler için ‘PRETTY WOMAN’ tipi gazeteler tanımlaması yanlış olmaz. Her şeyi yaparlar, kendilerini iktidarlara satarlar, ama asla dudaktan öpüşmezler. Ama Sözcü ve Cumhuriyet gibi gazetelerin de ‘Acun Medya ile dudaktan öpüşmemesi’

Diyecek söz bulamıyorum.

YILMAZ ÖZDİL DE ACUN ILICALI KARŞISINDA KEDİ?  

Lütfen Sözcü gazetesine bir bakın. Survivor, O Ses Türkiye ya da MasterChef reklam haberlerine…  Zaten 2015’ten sonra Sözcü gazetesinde Acun Ilıcalı’yı eleştirebilen bir gazeteci yok. Yılmaz Özdil 2015’e kadar Acun’a kaplan gibi kükremiş, her ne olduysa birden süt dökmüş kediye dönüşmüş. 2017’de Acun’u teğet geçen bir yazı yazmış. Sonrasında çıt yok. Diğer yazarlardan da…

Ama Yılmaz Özdil, bir yazısında ‘Jet Fadıl’ı eleştirdiği için, gazetenin reklam müdürünün onu patrona şikayet ettiği’ anılarını anlatıyordu. Sanırım Sözcü’den ayrıldığında da Acun Ilıcalı’yı nasıl eleştiremediği anılarını da anlatacaktır, diye düşünüyorum.

Bir düşünün. Bir Acun Ilıcalı ortaya çıkıyor ve Sözcü’nün kaplanı Yılmaz Özdil’i bile kediye çeviriyorsa… Reklam pastası ile tüm medyayı kendisine bağlıyor ve eleştirilmez oluyorsa…

Cumhuriyet gazetesi bile dudaktan öpüşmemek ilkesiyle ona teslim oluyorsa

İşte bu noktada Cumhuriyet Gazetesi Vakfı Başkanı Alev Coşkun’a ve Yayın yönetmeni Aykut Küçükkaya’ya sesleniyorum:

Lütfen, Acun Ilıcalı’yı reklam haber köşelerinde Küçük Emrah gibi boynu bükük bırakmayın. Köşe verin. Köşe yazarlığı yapsın, diyorum.

Uğur Mumcu’nun köşesinde yazabilir, diyorum.

İlhan Selçuk’un, Oktay Akbal’ın, Bahriye Üçok’un ya da Ahmet Taner Kışlalı’nın köşesinde de olabilir.

Deyim yerinde ise, Cumhuriyet gazetesi, benim ilk aşkımdı. Kendimi, ilk aşkı kötü yola düşürülmüş olan delikanlı gibi hissediyorum.

Yazıklar olsun, diyorum. Başka bir şey demiyorum.

KAYNAKÇA:

  1. Said, Edward. "Entelektüel." İstanbul: Ayrıntı Yayınları (1995).
  2. Bauman, Z., & Birkan, T. (2000). Siyaset arayışı. Metis Yayınları.
  3. Freud, S. (2014). Totem ve tabu (trans: Kamuran Şipal). Ankara: Say yay.
  4. Mills, C. W. (1956). İktidar seçkinleri (Çev. Ü. Oskay). İnkılap Yayınları (2017).
  5. Tüzen, H. (2008). Postmodernizm Mitosu. Süleyman Demirel Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2008(17), 145158.