CHP milletvekili Aykut Erdoğdu’nun barış akademisyenleri diye anılan bazı kimselere ekonomik yardım örgütlemeye çalıştığına ilişkin yazışmalar gündeme oturdu. Doğal olarak herkesin dikkati çeken ilk husus, CHP’nin barış akademisyenlerinin siyasal eylemini meşru gören tavrı oldu. Ben ise haberi okurken işin içindeki teknik beceriksizlik ve siyasal fikri takip zaafına da takıldım açıkçası.

CHP milletvekili Erdoğdu’nun sözlerine bakıldığında, bu akademisyenlerin siyasi tavrını paylaşan bir eğilim görülüyor. Erdoğdu, “tertemiz isimleri bu kirli siyasete karıştırılan Barış Akademisyenlerinden bütün kalbimle özür diliyorum… Sizler bu ülkenin en cesur en temiz en namuslu insanlarısınız” diye yazmış. Ne yapmıştı bu “tertemiz” insanlar? Anayasaya aykırı olarak özerklik ilan eden HDP’li belediyelere ve açılım sürecindeki çatışmasızlık ortamında hendekler, siperler kazıp iç savaş için yığınak yapmış olan PKK’ya karşı harekete geçen Türk Ordusunu sivilleri katletmekle suçlayan ve terör karşısında silah bırakmaya davet eden bir bildiri yayınlamışlardı. 

CHP, açıkça anayasanın çiğnenmesini destekleyen ve PKK’nın iç savaş yığınağı karşısında devletin egemenliğini sorunsallaştıran kimselere yardım etmek istiyorsa yine eder. İnsanların işlerinden olması sonucu onlara ekonomik yardım yapmak vicdani bir davranış. Eleştirilecek husus bu değil, bu insanların siyasal eylemi karşısında CHP’nin ezilen büzülen tavırdır. 

Ancak meselenin bir yüzü daha var ki, CHP’nin örgütsel dağınıklığı, irade zaafı ve genel başkanının sorun çözmeliderlik etme yeteneği konusunda mesajlar içeriyor. CHP bu akademisyenlere yardım edebilmiş mi? Pek sayılmaz. Bu kimselere partinin belediyelerinde maaşlı iş ayarlanması talimatı bizzat genel başkan Kılıçdaroğlu’ndan gelmiş. Bunun üzerine Erdoğdu üç belediye başkanı ile görüşmüş. Altışar akademisyenin istihdam edilmesi, kalanlarına parti bütçesinden yardım edilmesi kararlaştırılmış. Ancak birkaç ay sonra işleyiş iflas etmiş, maaşlar ödenmemiş. Belediyeler sözlerini tutmamışlar vs. Yani koskoca parti genel başkanın talimatının gereğini elindeki bütün imkânlara rağmen tam olarak yerine getirememiş. Sonuçta kabak Aykut Erdoğdu’nun başına patlamış. Tek tük kişisel destekler dışında üç yıl boyunca kendi cebinden ayda 100 bin lira yardım yapmaya başlamış.

Bu nedenle yazışmalar daha çok Erdoğdu’nun şikâyetlerini ve içine düştüğü durumdan kurtulma arayışlarını içeriyor. Olay bu yönüyle bizlere CHP’ye ilişkin bir örgütsel durum ve yapı verisi sağlıyor. Göründüğü kadarıyla genel başkan “ben talimatımı verdim gerisi beni ilgilendirmez” diyen bir tavır içinde. Sorun örgütün sorunu değil, sorumlunun sorunu olarak algılanıyor. Bu nedenle başarı gibi başarısızlık da kişiselleştiriliyor. Bir siyasal tavır, organlarda olgunlaştırılıp bütün partiye mal edilerek siyasete dönüştürülmüyor. Böylece tutarlı bir örgütsel tavır, üslup ve eylem birliği ortaya çıkmıyor. Sözgelimi belediyeler partinin ideolojik çizgisinin ve programının belediyeleri olmuyorlar. Yani diğer partilerin belediyelerinden farklı olarak, “sosyal demokrat belediyecilik” örnekleri yaratan modeller oluşturmuyorlar. Her şey kişisel “star sistemi” mantığı içinde algılanıyor. Hal böyle olunca belediyeler yarının genel başkan adaylarının follukları, genel başkan da kolektif siyasete önderlik eden kişi değil, örgütü sadece talimat verilecek ve gerektiğinde beceriksizlikle suçlanacak bir tebaa olarak görülüyor. 

CHP saflarında bu olay çoktan beridir Aykut Erdoğdu’nun beceriksizliği olarak algılandı hatta onun saflığı parti mahfillerinde çoktan fıkra konusu haline geldi bile. CHP’yi biraz olsun içeriden tanıyanlar ne demek istediğimi gayet iyi anlarlar sanırım. 

Bu sorunun CHP’nin değil, Türk siyasetinin sorunu olduğunu söyleyip geçebiliriz elbet. Ancak her hâlükârda CHP’nin şikâyet ettiği (bu yüzden de düzeltebileceği zannedilen) sorunlardan kendisini farklılaştıramadığı gerçeği değişmez. Malzeme aynı malzemedir de ondan. 


Aydınlık