15 Temmuz darbe davalarında artık sona geliniyor. Yerel mahkemeler kararlarını hemen hemen verdi. Çoğunda istinaf aşamaları da geçildi ve dava dosyaları son inceleme yeri olan Yargıtay’a kadar geldi.

Öncelikle adaletin yerine gelmesi için büyük emek veren, sabırla gayret gösteren tüm hâkim ve savcılarımızı canı gönülden kutluyorum. Müşteki/katılan olduğum davalar dışında, darbe davalarının büyük bir kısmını takip edemiyorum. Bu nedenle hepsi hakkında çok fazla bilgi sahibi değilim. Ama genel olarak edindiğim bazı izlenimleri paylaşmak isterim.

Darbe davalarında en önemli hususu, bilerek ve isteyerek darbeye katılım sağlanıp sağlanmadığının tespit edilmesi oluşturuyor. Bu konu niye önemli? TSK’ya sızan FETÖ örgüt üyelerinin organize ettiği darbe girişimine, örgüt mensupları bilerek ve isteyerek katılırken; bir darbe teşebbüsü olduğunu bilmeden, yasal emir olarak algılayan, yani hataya düşerek, Fetöcü komutanlarından ve amirlerinden aldıkları emirleri uygulayan çoğu küçük rütbeli personelden oluşan bir grup da bulunmakta.

FETÖ mensuplarınca yargılamalara ilişkin en fazla istismar edilen husus da bu konu. Her şey çok açık olmasına, 15 Temmuz’un planlanmış bir FETÖ darbesi olduğuna yönelik en küçük bir şüphe bulunmamasına rağmen, FETÖ bunu hep inkâr etti. İnkâr etmeye de her zaman devam edecek. Beyaza siyah demek ve bunu başta mağduriyet olmak üzere, her türlü algı operasyonu ile yönlendirmek, FETÖ’nün gelmiş geçmiş en büyük yeteneklerinden birisidir.

Darbe davalarında görev alan yargı mensuplarına, bu nedenle çok büyük bir görev düşüyor. Darbeci ile ilk anda emirleri uygulayanları çok iyi ayırmak lazım. Çünkü FETÖ haksızlığa uğranmış gibi görünen bir olayı, sanki tüm darbe davalarının genelinde haksızlıklar yapılıyor gibi kamuoyu ile paylaşıyor. Kendi örgüt elemanlarını bu şemsiyenin arkasına koyuyor ve hiçbir delil yokken, darbeciler haksız yere suçlanıyor algısını yaratıyor.

Bunun son örneğini, yurtdışına kaçan ve orada YouTube üzerinden algı operasyonlarına ve yalanlarına devam eden, firari Fetöcülerin yaptığı yayınlarda gördüm. Bu yayınların birinde, Sakarya’da görülen FETÖ darbe yargılaması konu olarak alınmıştı. Yayını yapan Fetöcü firari albay, bu davayı “Devlete ihanet planının çok net görüldüğü yer” olarak ifade ediyor. Küçük düşürücü ve hakaret içeren bir sürü laf arasında “Sakarya çömçökük bir dava” diye ifade de bulunuyordu. Hatta Sakarya’daki Fetöcülerin darbe girişimini “provakosyon” olarak niteliyor ve vatandaşların Valilik önündeki askerleri ikaz etmeleri ile askerlerin darbe konusunda uyanarak, 00:25’te orada bulunan karakola sığındıklarını ifade ediyordu.

Oysa işin aslı tabi ki böyle değil. FETÖ bağlantıları Bylock, ankesör ve etkin pişmanlık başta olmak üzere, pek çok delille ortaya konulan, TSK’ya sızmış Fetöcüler Sakarya’da da açıkça darbe girişiminde bulunmuşlardır. Sakarya’daki darbe girişimi de Fetöcü olmayan TSK personelinin dik duruşu yanı sıra, adliye, mülki amirler, emniyet mensupları ve halkın hep birlikte karşı koyması ile önlenebilmiştir.

Halkın darbeye top yekûn olarak karşı koyması 15 Temmuz’un kırılma noktasının ikinci ayağıdır. Kırılma noktasının birinci ayağı, TSK’nın tüm mensuplarının 15 Temmuz da darbeye katılmaması ve FETÖ darbesi olduğunu öğrenir öğrenmez karşı koymalarıdır. İstanbul’da tankları dışarıya çıkarmayan ve şehit olan devre arkadaşım Albay Sait ERTÜRK ile Ankara’da Astsubay Ömer Halis DEMİR buna en güzel örneklerdir.

Darbe girişimi farklı zamanlarda ve farklı şekillerde öğrenildiği için Fetöcü olmayan TSK mensuplarının reaksiyon zamanları ve şekilleri de farklılık göstermektedir. Türkiye genelinde darbeye karşı ilk reaksiyon, Ankara’da J.Gn.K.lığında içerisinde benim de bulunduğum grup tarafından, 15 Temmuz akşamı saat 22:30’da yapılmışken, 16 Temmuz sabahına kadar farklı zamanlarda reaksiyon gösteren TSK personeli de olmuştur. Fetöcü olmayan TSK personelinin darbeye karşı koyması ve direnmesi, tamamen içerisinde bulunulan durum, muhakeme gücü ve kişisel özelliklerle ilgilidir.

İşte bunları düşünürken, Bolu T Tipi Kapalı Cezaevinden bir mektup aldım. Mektup, Sakarya’da Yarbay rütbesiyle, 1. Motorlu Piyade Tugay Komutanlığında Tabur Komutanı olarak görev yaparken, darbeye karıştığı gerekçesiyle tutuklanan ve halen de hüküm özlü olarak cezaevinde bulunan A.Ş’den geliyordu.

A.Ş., masum olduklarına dair seslerini bir türlü kamuoyuna duyuramadıklarını ve asker kökenli bir hukukçu olarak, onları daha iyi anlayabileceğimi düşünmeleri nedeniyle bana mektup yazdığını ifade ediyordu.

Yukarıda da izah ettiğim gibi, suçsuz olan birinin mağdur olmamasını, yanlışlık varsa bir şekilde düzeltilmesini ve hak edenin de hak ettiği cezayı mutlaka alması gerektiğini düşünüyorum. O nedenle, bu mektuptaki bazı bölümleri sizlerle paylaşacağım ve FETÖ’nün bazı konuları istismar etmesinin de önüne geçmeye çalışacağım.

A.Ş. mektubun da, Tugay Komutanının 13 Temmuz günü görevine başladığını ve 14 Temmuz günü birlikleri gezerek, özellikle mesai saatleri dışında IŞID ve PKK saldırısı gerçekleşirse, personelin süratle birliğine gelmesi konusunda emirler verdiğini ifade ediyor ve 14 Temmuz 2016 Perşembe günü, yani darbeden bir gün önce çıkarılan 6722 sayılı kanunun 12. maddesi ile 5442 sayılı “İl İdaresi Kanunun” 11 inci maddesini değiştiren ve mülki amirin izni olmadan, TSK birliklerinin terör gerekçesiyle kışla dışarısına çıkmasına izin veren yasaya dikkat çekiyor.

Bu konu, kamuoyunda hiç irdelenmedi. Çok acele bir şekilde, 6722 sayılı yasa meclisten nasıl geçti? Darbeye adeta alt yapı oluşturan bu yasa 15 Temmuz’a nasıl yetiştirildi, kimler teklif etti ve mecliste bu yasayı bizzat kim takip etti? Bu konular, FETÖ ile ilgili tüm gerçeklere ulaşmak için, mutlaka araştırılmalı diye düşünüyorum.

Tekrar A.Ş.’nin mektubuna dönelim. “…Amirlerimizin gerçekleştirmeye çalıştıkları darbe girişimini bizlerden gizledikleri, uymakla yükümlü olduğumuz askeri kanunlara uygun emirler vererek bizi kışlalara topladıkları ve bizi bir terör saldırısını önlemek amacıyla kışladan çıktığımıza inandırarak Valilik bölgesine götürdükleridir. Valilik bölgesine gitmek için Kışladan ayrıldığımızda saat 23:00 sıralarıydı. Bu saatte ne Cumhurbaşkanı ne de Başbakan açıklama yapmamıştı. İnternette haber sitelerine girdiğimizde gördüğümüz tek haber ‘TSK terör tehdidine karşı Boğaz Köprüsünü kapattı’ başlıklı haberdi” demek suretiyle, hukuk diliyle hataya düştüğünü, yani darbeye katılma ve suç işleme kastının olmadığını ifade ediyor.

Valilik bölgesindeki olayları ise “Bir terör saldırısına engel olup Valilik Bölgesinin emniyetinin alacağımız düşüncesi ile Valilik yerleşkesine geldik. Bu durum saat 23:45 sularında Merkez Komutanı A.Ü. albayın megafonla TSK’nın yönetime el koyduğunu, sıkıyönetim mahkemelerinin kurulduğunu, kendisine karşı gelen sivil vatandaş, polis ve asker personelin tutuklanarak sıkıyönetim mahkemelerinde yargılanacağını belirten anonsu ile son buldu” diye anlatıyor.

Merkez Komutanının bu anonsundan sonra, Valilik Bölgesinde bulunan askeri personelin eylemlerine tek tek bakmak lazım. Eğer bu anonsa rağmen, darbeci albayın emir ve talimatlara uymaya devam ediyorlar ve darbeyi gerçekleştirmeye çalışıyorlarsa, artık o personel için darbeye teşebbüs iradesi ve eylemi gerçekleşmiştir. Çünkü bu anonsla artık darbe ortaya çıkmıştır. O andan sonra hiç kimse, “Ben bir darbe olduğunu bilmiyordum” diyemez.

Peki A.Ş. ve yanındakiler bu anons üzerine ne yapmışlar? Mektupta “… Bu andan itibaren A.Ü.nün darbeyi gerçekleştirmeye yönelik verdiği hiçbir emri yerine getirmedik” diyor. Hatta orada bulunan polislerin silah, telsiz ve cep telefonuna el koymaları ve hepsini tutuklamaları yönünde Albay A.Ü’nün cep telefonu ile verdiği emirleri de yerine getirmediğini, bu emirleri personeli ile paylaştığını ve bunları yerine getirmeyeceğini ifade ettiğini söylüyor.

Daha ilginç bir olayı da aktarıyor mektupta, “…Bir polis memuru yanımıza gelerek Cumhurbaşkanının açıklama yaptığını, ordu içerisindeki bir grup fetöcü askerin darbe yapmaya kalkıştığını ve aldığımız emirlerin kanunsuz olduğunu söyledi. Ona içinde bulunduğumuz durumu anlattım. Darbe girişimi içinde yer almak istemediğimi söyledim. Polis memuru benimle gelebilirsiniz. Şu an yapacağınız en doğru şey bu olur dedi. A.Ü de o bölgedeydi. Beni tehdit etti ve kolumdan tutarak polisle gitmeme engel olmaya çalıştı. Kolumu A.Ü.’den kurtararak polis memurunun yanına gittim” diyor. Ayrıca bağırarak Cumhurbaşkanının açıklama yaptığını ve polis memurları ile birlikte hareket etmeleri gerektiğini söylediğini de ifade ediyor. Bu konuda mahkemede polis memurunun tanıklık yaptığını da sözlerine ekliyor.

A.Ş.’nin mektubu biraz uzun, bu nedenle önemli gördüğüm küçük bir kısmını sizlerle paylaştım. FETÖ yargılamalarında terazimiz hassas olmazsa, bundan en karlı çıkacak olan kesinlikle FETÖ olacaktır. FETÖ’nün amacı bir şekilde mağdur kitlesini artırmak, suçlu suçsuz herkesi kanlı çuvala sokmak ve yargılamaların inandırıcılığı hakkında kamuoyunda soru işaretleri uyandırmaktır. Bu amaca bir şekilde hizmet etmemek gerekiyor. Biz de bu konudaki uyarı görevimizi bu şekilde yerine getirmeyi amaçlıyoruz.

Mahkemelerde darbeye teşebbüs eylemine katılım konusunda karar verilirken, kamuoyu vicdanının rahat olması için, darbeye teşebbüs ile suçlanan personelin, örgüt üyeliğini açıklığa kavuşturan Bylock, ankesör vb. tespitlerin mevcudiyetinin özellikle ortaya konulması gerektiğini düşünüyorum. FETÖ üyesi olmayan bir TSK mensubunun bilerek darbeye katılması veya yardım etmesini çok da mümkün görmüyorum. Yani 15 Temmuz için “Fetöcü olmayandan, darbeci de olmaz!” diyorum.

Bana göre dikkat edilmesi gereken bir diğer konu da TSK’da darbe sonrası her askeri birlikte süratle yapılan idari tahkikatlardır. Söz konusu idari tahkikatları, mahkemelerdeki bilirkişi raporları gibi düşünmek gerekir. Yargılamaları yapan mahkeme heyetinin, askeri usullere tamamen hâkim olması beklenemez. Asker kişilerden oluşan bir heyetin hazırladığı ve askeri usullere göre meydana gelen olayları değerlendiren bu idari tahkikat raporlarında, ilgili personelin darbeye katılma veya yardım iradelerinin olduğu konusu yer alıyorsa, yani askeri bilirkişi heyeti “Bu yapılan eylemler, askeri emirleri uygulama değil, darbeye teşebbüstür” diyorsa, artık bu kişilerin suçsuz olduklarından ve darbeye teşebbüs etmediklerinden bence bahsedilemez.

Öğrendiğim kadarıyla A.Ş. hakkında, örgüt üyeliğini ortaya koyan Bylock veya ankesör gibi bir delil ve rapor da bulunmuyor.

Sonuç olarak; tabi ki A.Ş.’nin ve diğerlerinin suçlu olup olmadığına bağımsız yargımız karar verecek, ama yargılamalar konusunda hepimizin bir sorumluluğu var. Benzer feryatları İslâhiye ve Kars gibi başka illerde de duyuyoruz. FETÖ çok acımasız bir istihbarat ve terör örgütü. FETÖ’nün tüm örgüt yapılanması ortaya çıkarılmalı ve darbeye teşebbüs eden örgüt elemanları da hak ettikleri cezaları mutlaka almalı. Ama bu yargılamalar esnasında hassas davranmak ve FETÖ’ye kamuoyunda istismar edebileceği, algı operasyonlarında kullanabileceği bir koz vermemek de çok önemli.

A.Ş.’nin mektubu da şöyle bitiyor. “Güven Bey, şu an hapiste olmama rağmen emin olun ki en az sizin kadar devletimi seviyorum. Bir asker olarak geçmişte ülkem için canımı nasıl ortaya koymuşsam, gelecekte de aynı şeyi hiç düşünmeden yaparım. Bu yüzden beni en çok üzen husus, darbe girişiminden dolayı bir terörist olarak anılmaktır. Ben terörist değilim, hiçbir zamanda olmayacağım.”

Okurlarımızın ve tüm milletimizin yeni yılını kutluyor; sağlıklı, adaletli ve huzurlu bir yıl diliyorum.