Adil Hacıömeroğlu yazdı...


Çocuklarda çok fazla görülen bir davranış biçimidir. Sanmayın ki dünyanın en günahsız varlıklarının bu davranışı, doğuştan gelir. Tabi ki hayır! Bu davranışı, büyüklerden öğrenirler. Çünkü çocuklar, davranışları ve edindikleri huyları büyüklerinden kopyalarlar. Çocuk, büyüklerinden göre göre öğrenir. O, gördüğü davranışları yansıtan bir aynadır aslında.

Bir çocuğa, yaşamın herhangi bir alanında yanlış yaptığı bir şeyle ilgili uyarıda bulunduğunuzda “Ama arkadaşım da yanlış yaptı.” diyerek yanlışının olağanlaştırıp savunmaya geçer. Oysa benzer bir yanlışı yapan arkadaşlarına da daha önce yanlışları söylenmiştir. Belki de onlara bu yanlışlar, daha sert tonla anlatılmıştır. Bunun hiçbir önemi yoktur o çocuk için. Çünkü onun anlayışına göre başkası yanlış yapınca kendisinin de yapması olağandır. Hatta bu anlayış, giderek “Başkasının yanlışı, senin yanlışını doğru yapar.” gibi saçma sapan bir noktaya getirir insanı.

Öğrenci ders dinlemez, sıkılır. Bu, olağandır. Çünkü bir kişinin bir derse ilgisini kırk dakika boyunca aynı düzeyde tutması beklenemez. Ancak bazı öğrencilerde bu ilgisizlik, süreklidir. “Dersle ilgilen çocuğum.” deyip uyardığınızda parmağıyla başka bir arkadaşını göstererek “Bak o da dinlemiyor.” diyerek kendini savunur. Başkasının dersi dinlememesi ona göre yanlışını doğru yapmıştır. Bu uyarı da yine ona göre haksızdır.

Birinin yaptığı yanlış iş, başkasının aynı yanlışı yapmasını gerektirmez. Birinin yaptığı yanlış, diğerine yanlış yapma hakkı tanımaz. Bunu kendinde hak görmek, doğrudan kaçmaktır.

Bir hırsız, yaptığı işi savunurken “Başkaları da hırsızlık yaptığı için ben de çaldım. Bunun neresi yanlış? Bak herkes çalıyor.” diyemez. Bu ve benzeri söylemler, hırsızlık özelinde yapılan kötü işleri olağanlaştırıp meşrulaştırır.

Çocuklarda böyle de büyüklerde farklı mı yanlışlar karşısındaki tutum? Tabi ki değil. Yazımın başında çocukların birçok davranışı, büyüklerinden öğrendiklerini söylemiştim. Siyaset dünyası; liberal esintiler esmeye başladığından beri bir çürüme, kokuşma yaşamakta. Siyasetin asıl amacı olan halka hizmetten, kendine çıkar sağlamaya doğru bir evrilme var. Bu da siyasetçiye güveni azaltmakta.

Ülkemizde partileri destekleme, son yıllarda futbol takımı taraftarlığına dönüştüğü için düşünceyi, savunulan siyaseti, partilerin görüşlerini, programlarını, seçim bildirgelerini sorgulama, öğrenme ortadan kalktı. Benin tuttuğum takım, pardon parti söylemişse gerçeği söylemiştir; yapmışsa doğru yapmıştır; anlayışı egemen destekçilerin büyük çoğunluğunda. Böyle olunca da partilerin yanlışları giderek çoğalmakta. Nasıl olsa kemikleşmiş bir taraftar kümesi var. Yanlışı da doğruyu da savunsa iyi de kötü de yapsa taraftarlar kaya gibi arkasında durmakta. Bu durum, ülkemiz düşünsel yaşamına da büyük zarar vermekte. Tartışıma, araştırma, inceleme, sorgulama, öğrenme gibi insanın düşüncesini geliştirecek eylemlerden uzaklaşmakta yurttaşlarımız. Bu tutum kadar Türk düşünce yaşamına darbe vuran, ihanet eden başka bir şey olmasa gerek. Bu durum ülkemiz yurttaşlarını bilgisizleştirmekte.

Parti taraftarları, taraftarı oldukları partinin bir yanlışını söylediğinizde “Bizi eleştirme, karşıtımızı eleştir.” diye feryat etmekteler. “Kol kırılır, yen içinde kalır.” mantığıyla davranmaktalar. Hemen ardından eklemekteler: “Karşıtımız olan parti de aynı yanlışı yaptı, neden onu eleştirmiyorsunuz?” Oysa o karşıt parti daha çok eleştirilmiştir. Ancak taraftar tutuculuğu, öylesine gözleri görmez yapmıştır ki o eleştirileri görmesi olanaksızdır. Aslında görmeyen, göz değil; ustur. Bir tarikat ayinindeki müritler gibi sabahtan akşama dek hiç susmadan karşıtına aynı şeyleri yineleyerek ve küfrederek kendilerini tatmin etmekteler.

Hırsız, hırsızdır; kim çalarsa çalsın. Düşüncesi ne olursa olsun...

Yanlış, yanlıştır; kim yaparsa yapsın; ne adına yapılırsa yapılsın…

Bilgisizlik, bilgisizliktir; giderilmesi gereken toplumsal bir virüstür, kimde ve nerede bulunursa bulunsun…

Düşüncesizlik, toplumu kemiren bir faredir; kimde bulunursa bulunsun…

Bir partinin soygunculuğu, ona muhalefet eden partiye de aynı hakkı tanımaz. Tanırsa bu, soygunculuğu meşrulaştırır.

Bir partinin belediye başkanının yanlış uygulamaları, onun yerine gelen başka bir partinin belediye başkanına aynı yanlışları yapmayı hak kılmaz. Çünkü sen, onun yanlışlarını eleştirerek geldin, doğruları yapmak zorundasın.

Eğer bugün istemediğimiz kişilerce yönetilmekteysek; bilelim ki o kişilerin yönetime gelmesine, daha öncekilerin yaptıkları yanlışlar yol açtı. Yeni yollar açmamak, yeni nedenler üretmemek için doğruyu yapmak zorundayız. Halkın sorumluluk verdiği kişiler, halktan uzaklaştığında yanlışa düşerler. Bunun için sürekli yineliyoruz: Atatürk’ün halkçılık ilkesini yaşama uygulayalım, sözde kalmasın bu.

Eskilerin “Yanlışı babam yapsa söylerim, karşı çıkarım.” sözünü ne tez unuttuk? Özgür, sorgulayıcı yurttaşlıktan, tutucu taraftarlığı neden geçtik? Bu geçişimizi kimler istedi? Bizi; taraftar tutuculuğunun kör kuyusuna atanlar, hangi gerçekleri görmemiz istememekteler acaba?

Dün yanlışa karşı çıktım, bugün de karşı çıkıyorum, yarın da karşı çıkacağım. Ömrüm yettiğince doğruyu egemen kılmak için savaşacağım. Fikret’in dediği gibi, hak bellediğim yolda yalnız da kalsam yürüyeceğim.

İLK KURŞUN