Afganistan’ın bağımsızlık mücadelesine ‘Batı’dan bakanlar ‘ABD gitti, zulüm geldi’ propagandası yapıyor. Halbuki Afganistan’a gericilik de yoksulluk da zulüm de ABD’yle birlikte geldi!

ERCAN DOLAPÇI

Afganistan 100 yıldır emperyalizmle uğraşıyor. Onun işgal ve entrikalarına karşı koyuyor. 19 Ağustos 1919 günü İngilizlerden bağımsızlığını elde etti. 15 Şubat 1989 günü Sovyetler Birliği 10 yıllık işgale son verdi. Ardından da çöktü… 15 Ağustos 2021 günü de 20 yıllık ABD işgalinden kurtuldu. Çile dolu uzun yıllar… Bir Afgan liderin deyimiyle, “Bizi, bize bırakmadılar!” İşte asıl mesele bu. Bağımsızlık! Yoksa birilerinin sürekli öne sürdüğü gibi sadece “laiklik” değil. Biz de öyle yapmadık mı? Atatürk için “karakter meselesi” bağımsızlıktı. Biz de son 10 yıl bunun için savaştık. Başardık ve Türk devrimiyle Türkiye Cumhuriyeti olduk.

Ne acıdır, sabah akşam “laiklik” diyenler, daha ABD güçleri Kabil’i terk etmeden Afgan halkının zaferini değil; Taliban’ın “ne fena bir örgüt” olduğunu öne çıkararak adeta işgali olumlu göstermeye çalıştılar! Afgan halkının “karanlığa” gömüleceğini propaganda ettiler. ABD’nin yaptıkları ise unutuldu. Ekranlarda ve gazete sayfalarında ise Batıcı ve işbirlikçilerin gözyaşlarını “Afganistan’ın gözyaşı” gibi veriyorlar…

1919'DA ÖNCELİĞİMİZ BAĞIMSIZLIĞIMIZDI

Türkiye de işgal yaşamıştı. Türk milleti de bu acıları hissetmişti. 1919 sonrası Türkiye’nin en önemli sorunu işgalden kurtulmak ve bağımsız vatanı inşa etmekti. O günlerde ne cumhuriyet ne de laiklik konuşuluyordu. Çünkü asıl mesele o değildi. Önce vatandı! Mustafa Kemal Paşa, Erzurum’da Mazhar Müfit Kansu’ya “vakti zamanı gelince Cumhuriyet ilan edilecek” diye not ettirmişti. Afganistan bağımsızlığını ilan ettiği günlerde Mustafa Kemal, Erzurum’da bağımsızlık için denklemler kuruyordu. En önemlisi de Kürt halkının desteğini almaya çalışıyordu. Emperyalist işgale karşı ittifaklar peşindeydi. Sovyetler Birliği’ni dost olarak gördü ve onunla ilişki kurdu. Lenin’e 26 Nisan 1920 günü gönderdiği mesajda “Emperyalist hükümetler aleyhine harekâtı ve bunların tahakküm ve esareti altında bulunan mazlum insanların kurtuluşu gayesini hedefleyen Bolşevik Ruslarla mesai ve harekât birliğini kabul ediyoruz” dedi. (Atatürk’ün Bütün Eserleri (ATABE), c.8, 3. Basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2012, s.114.) Rusya desteği çok önemliydi. Arkasından da Afganistan ve İran geldi. Ankara’ya ilk Afganistan elçiliği açıldı. 2 Mart 1922 günü Afgan Sefiri Ahmet Han’a hitaben yaptığı konuşmada şu vurgular anlamlıydı: “Biz Türkiyalılar Asyai bir milletiz, Asyai bir devletiz. (...) Afganistan Asya’nın nasıl bir kapısı ise Türkiya da Asya için metin ve sağlam bir kale halindedir. Kuvvetli teminat ile bugün dostlara arz ederim ki, Türkiya halkının son ferdi kanını akıtıncaya kadar bu kalenin muvaffakiyetle ve muzafferiyetle muhafaza olunacağına emin olsunlar.” (ATABE, C.12, s.297.)

Atatürk, ölümüne kadar emperyalizme karşı Türkiye’nin bağımsızlığını öne çıkardı ve onu güçlendirmeye çalıştı. Onun antiemperyalist duruşu Afrika’dan Asya’nın derinliklerine kadar bütün mazlum milletlere ve liderlere örnek oldu. Atatürk vasiyet olarak Türkiye’nin hiçbir emperyalist blokta yer almamasını istedi. İşte onun bağımsızlıkçı antiemperyalist duruşu:

‘KAPİTALİZM İNSANLIK DÜŞMANIDIR’

  • 20 Temmuz 1920: “Kapitalizm sadace falan ve filan devletlerin düşmanı değildir. Bilakis bütün dünyanın, bütün milletlerin müşterek düşmanıdır... Bu zalim de başarılı olmak için arada sırada müracaat ettiği muharabeler yegâne kuvvetleri, yegâne silahları değildir. Bankalar, sendikalar onun en kuvvetli silahlarıdır. Ve bütün milletleri bu silahla mağlup eder. Memleketimize bakınız: rejiler, Duyunu Umumiye'ler, kapitülasyanyonlar, şimendiferler, limanlar, gemiler, bankalar, ticaret evleri, bütün bu kurumlar, Avrupa kapitalizminin bizi mahvetmek için senelerden beri kullandığı iblisane bir makinenin parçalarıdır. Bize bugün hudut itibariyle dünyanın en güzel, en hayale sığmaz sulh şartlarını verseler, kapitalizm dolabı memleketten bugünkü şeklinde kaldığı takdirde mahvımız muhakkaktır. Hatta değil böyle, bu şeytan makasının dörtte biri bile mevcut olsa, bizim için hayat imkânı yine tassavur edilemez. Zenginlerimizi dolandıran o, fakirlerimizi soyan o. Kapitalizm sadace bizim gibi zayıf milletler arasında değil, bilakis bizzat kapitalist memleketlerde de aynı derecede tahripkâr ve insanlık düşmanıdır.''
  • 13 Eylül 1920: “TBMM Hükümeti, ulusun yaşam ve bağımsızlığına suikast eden emperyalist ve kapitalist düşmanların saldırılarına karşı savunma ve dış düşmanlarla iş birliği yapıp ulusu aldatmaya ve bozmaya çalışan iç hainlerin cezalandırılması için orduyu güçlendirmeyi ve onu ulusal bağımsızlığın dayanağı bilmeyi görev sayar.”
  • 1920, TBMM Bildirgesi: “TBMM Hükümeti hayat ve bağımsızlığını kurtarmaya çalışan biricik amaç ve erek bildiği halkı emperyalizm ve kapitalizm tahakküm ve zulümden kurtaracak yönetim ve hâkimiyetin gerçek sahibi kılmakla amacına erişeceği kanısındadır.”
  • 29 Ocak 1921, Eşbe Yoldaş ile görüşmeden: “Türk halkı olarak, aynı anda, Batı emperyalizmine ve müstebit sultan rejimine karşı isyan ettik.” (ATABE, C.10, s.358.)
  • 1 Aralık 1921, Meclis konuşması: “Bizi milletçe yok etmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı milletçe mücadeleyi uygun gören bir doktirini takip eden insanlarız.”

“Biz hayatını, bağımsızlığını kurtarmak için çalışan emek erbabıyız, zavallı halkız. Mahiyetimizi bilelim. Kurtulmak, yaşamak için çalışan ve çalışmaya mecbur olan bir halkız. Dolayısıyla, her birimizin hakkı vardır. Salahiyeti vardır. Fakat çalışmak sayesinde biz hakkı kazanırız. Yoksa arka üstü yatmak ve hayatını emek harcamadan geçirmek isteyen insanların bizim toplumumuz içinde yeri yoktur, hakkı yoktur. (...) O halde ifade ediniz efendiler; halkçılık, toplumsal nizamını emeğine, hukukuna dayandırmak isteyen toplumsal bir doktrindir.

“Efendiler, biz bu hakkımızı saklı bulundurmak, bağımsızlığımızı emin bulundurabilmek için heyeti umumiyemizce, heyeti milliyemizce bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı Heyeti Milliyece Mücahedeyi uygun gören bir mesleği takip eden insanlarız. (...) Ne yapalım ki, demokrasiye benzemiyormuş, sosyalizme benzemiyormuş, hiçbir şeye benzemiyormuş. Efendiler, biz benzememekle ve benzetmemekle iftihar etmeliyiz. Çünkü, biz bize benziyoruz, efendiler." (ATABE, C.12, 2003, s.121.)

  • 19 Nisan 1926, Rus Sefareti’nde verilen ziyafette Rus Sefiri Surits ile görüşme: “Türkiye ancak SSCB ve Doğu’yla daha sıkı birleşmesi halinde ayakta kalabilir.” (ATABE, c.18,2006, s.176.)
  • 27 Mart 1933: “Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız. Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün Doğu milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. (…) Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetilmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı geçecektir.” (ATABE, c.26, 2009, s.143.)
  • 7 Temmuz 1922, Sovyet Elçisi Aralof’a cevaben: “Türkiya'nın bugünkü mücadelesinin yalnız Türkiya'ya ait olmadığını, bütün arkadaşlarımız ifade etmiş iseler de, bunu bir defa daha teyit etmek lüzumunu hissediyorum. Türkiya'nın bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı, belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiya azim ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği dava, bütün mazlum milletlerin, bütün Doğu'nun davasıdır ve bunu nihayete getirinceye kadar Türkiya, kendisiyle beraber olan Doğu milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir. Türkiya şimdiye kadar mevcut tarih kitaplarının icaplarını değil, tarihin hakiki icaplarını takip edecektir. (Atatürk Emperyalizm ve Tam Bağımsızlık, s.194196.)

'AFGANİSTAN'LA MÜŞTEREK VAZİFE VE GAYELERİMİZ VAR'

  • 2 Mart 1922, Afgan Sefiri Ahmet Han’a cevap: “Afganistan tabii ve coğrafi vaziyeti itibariyle pek büyük bir ehemmiyete sahiptir. İlk bakımdan Afganistan Asya'daki kuvvet ve kudret topluluğu içinde başlı başına kıymete ve ağırlığa sahip bir mevcudiyettir. Biz Türkiyalılar Asyai bir milletiz, Asyai bir devletiz. Dolayısıyla, bizim samimi kütlemizde yüksek mevkii muhakkak olan Afganistan'la münasebetlerimizdeki ehemmiyet derecesini idrak etmiş bulunuyoruz. (…) 

Bu itibarla da Türkiya ile Afganistan arasında müşterek bir temas noktası ve dolayısıyla müşterek vazife ve gayeleri vardır. Afganistan'ın sahip olduğu kıymet ve kudret her gün bir kat daha tecelli edecektir. Buna şüphe yoktur. Çünkü bu kavim, her türlü meziyetlere ve fedakârlık vasıflarına sahip olduğunu ispat edegelmiştir. Türkiya'yla dostları olan diğer devletler, Afganistan gibi kıymetli bir dosta sahipliklerinden dolayı iftihar edebilirler.

Son söz olarak dost Doğu devletleri arasındaki münasebet ve samimiyetin her gün artmakta olduğunu görmekle mesut olduğumu beyan etmek isterim.” (Emperyalizm ve Tam Bağımsızlık, Kaynak Yayınları, 2019, s.177.) 

‘TÜRK VE AFGAN MİLLETLERİNİN MÜŞTEREK ZAFERLER KAZANDIĞI GÖRÜLECEK’

20 Mayıs 1928, Afganistan Kralı Emanullah Han ve Kraliçe Süreyya şerefine verilen ziyafette nutuk: “Bugün kardeş Afgan milletini asil ve kıymettar şahıslarında temsil eden, has biraderim Kral Hazretleri'ni ve muhterem Kraliçe Hazretleri'ni hükümet merkezimiz Ankara'da Türk milleti ve Türk Devleti namına şahsen selamlamakla bahtiyarım.

Değerli konuklar,

Afgan milleti ile kökeni Orta Asya olan ecdadımız arasındaki münasebetler ve kardeşlik bağları pek kadimdir. Tarihin silinmez sayfaları o münasebetlerin ebedi hatıraları ile doludur. İki kadim ve kahraman milletin bugünkü evlatları, bizler, uyanıklık vesilesi olan o sayfaları büyük alaka ile okumalıyız. Orada Afgan milletiyle Türk milletinin bir safta, yan yana, aynı gayeye yürüdüğü ve müşterek şanlar ve zaferler kazandığı görülecektir.

Tarihin o ölümsüz kayıtları, bize kardeşlik hislerini ve bağlarını kıymetli bir müşterek miras olarak bırakmış olan Afganlı ve Türk büyükbabalarımızın, bugünkü siyasi sınırlarımızın haricindeki sahalarda dahi devletler kurmakta yekdiğerine halef ve selef olduklarını göstermektedir. İşte, bugünkü Afgan ve Türk milletleri, sayısız asırların ve büyük kıtaların içine hatıralar ve ananeler salan büyük milletlerin evlatlarıdır. 

Aziz dostumuz Kral Hazretleri!

Tarihin ne garip tecellileri, dünya hadiselerinin ne manidar tesadüf ve benzerlikleri vardır. Zatı hükümdarileri, 1919'da kahraman Afgan milletinin başında olarak, Asya'nın ortasında bağımsızlık için mücadeleye atılırken, biz de aynı tarihte, burada, Avrupa'nın doğusunda bütün medeni cihanın gözleri önünde, bağımsızlık ve hürriyetimize vurulan darbelere göğüslerimizi siper ederek dövüşüyorduk.

Size ve bize çektirilen bunca elem ve ıstıraplardan bahse hacet yoktur. Yalnız, bağımsızlık ve hürriyet âşığı milletler için, o ıstırap anları, o ıstırap sebepleri, o ıstırap etkenleri, teyakkuz ve uyanıklık vesilesi olmak üzere daima hatırlanmalıdır. Bağımsızlık ve hürriyetlerini her ne pahasına ve her ne karşılığında olursa olsun, ihlale ve sınırlamaya asla müsamaha etmemek; bağımsızlık ve hürriyetlerini bütün manasıyla korunmuş bulundurmak ve bunun için icap ederse son ferdinin son damla kanını akıtarak insanlık tarihini şanlı bir misal ile süslemek; işte bağımsızlık ve hürriyetin hakiki mahiyetini, geniş manasını, yüksek kıymetini vicdanında idrak etmiş milletler için esasi ve hayati prensip… 

Ancak bu prensip uğrunda her türlü fedakârlığı her an yapmaya hazır ve kadir bulunan milletlerdir ki, medeni insanlığın hürmet ve riayetine layık bir toplum olarak değerlendirilebilirler. Afgan milleti ve Türk milleti, bu iki kardeş millet, bu prensibin hakiki takipçileri olduklarını fiilen ispat ettiler.

Afgan milleti ile Türk milletinin tarihi olan kardeşlik bağlarını sağlamlaştıran ve kuvvetlendiren başlıca etkeni de, her iki milletin şerefli mevcudiyetleri ve yüksek mefkûreleri için bağımsızlık ve hürriyet prensibine aynı kuvvet ve imanla sarılmalarında aramalıdır.

Bağımsızlık ve itibarını cihana tanıtmak vasıf, liyakat ve kudretinde olan milletlerin, medeniyet yolunda da seri ve muvaffak adımlarla ilerlemek kabiliyetlerinin teslim olunması lazımdır. Gerçi bir toplumun zamanla kökleşmiş örf ve âdet, hissiyat ve anlayışı mühimdir. Bu itibarla, toplumlar, müteşebbis fertler üzerinde, adeta âmir ve hâkim bir tesir icra ederler. Fakat, fıtri kabiliyet ve liyakati gelişme ve yükselmeye mazhar olmuş milletler, medeniyetin bugünkü ilerlemelerinden feyiz ve ilham almış aydın evlatlarının sevki ve yol göstermesiyle, mazide kaybettikleri fırsatların doğurduğu gecikmeleri telafi çaresini bulmakta gecikmezler. Bu hususta topluma iyi yol göstermenin tesirli ve faydalı olduğunda şüphe yoktur.

(…) 

Kral Hazretleri!

Sizi ve milletinizi ve memleketinizi cidden seven Türk milletinin reisi olarak, samimen arz ederim ki, Afganistan'ın maddi ve manevi ilerleme ve yükselmesi yolundaki teşebbüslerinizin az zamanda hasıl olduğunu görmek, bizim başlıca emelimizdir. Muvaffakiyetinizin muhakkak olduğuna itimadımız katidir. Bu hususta bir kardeş millete tabiaten düşen vazife ve mükellefiyetleri, Türk Devleti, kudreti dairesinde yerine getirmeye koşmaktadır.” (ATABE, c.22, s.125127.) 

Afganistan Kralı Emanullah Han 2027 Mayıs 1928 tarihleri arasında Ankara’da bulundu. Resmi ziyaret sonrası Kral, Hakimiyeti Milliye gazetesine verdiği demeçte şunları söyledi: “Gazi, dünyanın en büyük adamı ve en önemli bir askeridir. Kendileriyle haberleşiyor, tanışıyor ve seviyordum. Fakat görüştükten sonra kıymetinin büyüklüğünü daha iyi anladım." (Hakimiyeti Milliye, 28.5. 1928.)

TALİBANLA KORKUTUYORLAR, KADINLARLA ABD’Yİ PERDELİYORLAR

Sözcü gazetesi manşetten verdiği haberde “Afganların dinci Taliban’dan kaçışını görenler böyle haykırdı: Minnettarız Atatürk.” Oysa kaçanlar ABD uçaklarına sarılıyor. Çoğu da işbirlikçi ve belki de ajan teşkilatından… Devlet başkanından askerine kadar herkes kendi derdine düşmüş. İşgal yaşamış her ülkede olan şey… Oysa Afganistan’ın nüfusu 38 milyon. Onu alacak uçak daha icat edilmedi. Ayrıca onlar kaçma derdinde de değil. ABD’den kurtulmanın sevinci içindeler… Afganistan’ın Batıcıları ile bizim Batıcıların telaşı aynı. Bağımsızlık savaşını kazanan Taliban’ı ise “terör örgütü” olarak göstermeye çalışıyorlar. Bu da ABD stratejisi… ABD, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra kendisine direnenlere “terörist” diyor. Oysa bunlar kahraman!

Cumhuriyet gazetesi de Sözcü’den geri kalmıyor. Atatürk’ün ismini verdiği gazete, O’nun en büyük ilkesi olan bağımsızlığı unutmuş. ABD işgalini gözlerden uzak tutarak okurunun önüne laikliği getiriyor. Ona göre bağımsızlık savaşını kazanan Taliban ise “öcü!”

Cumhuriyet, “Afganistan’da özellikle kadınların içine düştüğü durum, laikliğin önemini gözler önüne serdi: Türkiye Atatürk’ün kıymetini bilmeli” başlığını kullanıyor. İnsanın sorası geliyor: Türkiye Atatürk’ün kıymetini biliyor da, siz Atatürk’ü biliyor musunuz? Onun en büyük ilkesi bağımsızlık ve antiemperyalizmdir. Mustafa Kemal bu savaşı kazandığı için Atatürk oldu…

Aydınlık