Dünya siyasi bir depremin etkisinde. Atlantik ve Asya arasında derinleşen çatışma, asırlardır sessiz duran fay hatlarını dahi hareketlendirdi.

İstikrarın ve güvenliğin merkezi olmakla övünen Avrupa kıtası, sarsıntılardan en fazla etkilenen bölgelerin başında geliyor.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un NATO’yu eleştiren açıklamaları ve kıta ülkelerinden gelen tepkileri bir arada değerlendirdiğimizde, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD’yle aynı kampta konumlanan Avrupa’nın dünya siyasetindeki yerini tekrar tartışmaya açtığını görüyoruz.

Avrupa’yla ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkileri olan Türkiye’yi doğrudan ilgilendiren bu tartışmayı, sloganlardan uzak, olgulara dayanarak değerlendirmekte yarar var.

AVRUPA’YI TARTIŞMAYA İTEN NEDENLER

Avrupa’daki tartışmanın altında, Atlantik ve Asya arasındaki çatışmanın doğurduğu koşullar yatıyor. Sıralamak gerekirse:

1. Atlantik ve NATO’nun liderliğini yapan ABD’de Başkan Trump’ın, ülkesinin ekonomik ve askeri yetersizliklerinden dolayı izolasyonist ve "America First" siyasetlerine yönelmesi.

Avrupa, Trump’ın siyasetleri nedeniyle Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da, Asya kuvvetleri karşısında yalnız kaldığını tespit ediyor. Macron’un ABD’yle yeterli derecede işbirliği olmadığına dair açıklaması bu tespitin ilanıdır.

2. AB içinde ABD’nin en yakın müttefiki olarak görülen İngiltere’nin, BREXIT süreciyle beraber birliğin temellerini dinamitlemesi, kıta ülkelerinin endişelerini arttırıyor.

3. Kıtadaki sağ partilerin ABD’de Trump’a yakın klikler tarafından desteklenmesi, merkez siyasetleri savunan partilerde rahatsızlık yaratıyor.

4. Rusya’yla enerji üzerinden kurulan ilişkilerin derinleşmesi ve ekonominin yükselen gücü Çin’le serbest ticaret geliştirme iradesi, AB ülkelerini Washington’dan uzaklaştırıyor.

Özetle söz konusu koşullar, Avrupa’da Amerika’dan uzaklaşma yönünde seslerin yükselmesine sebep oluyor.

AVRUPA NEREYE DOĞRU GİDİYOR?

Avrupa’da yeni bir durumun yükselişini gösteren gelişmeler mevcut. Şöyle ki:

1. Macron’un NATO açıklamasına gelen tepkileri değerlendirdiğimizde, Fransa, İspanya ve İtalya, kısaca Latin Bloğu olarak adlandırabileceğimiz ülkelerin ABD’den kopuş ve bağımsız bir Avrupa yönünde fikir beyan ettiğini görüyoruz.

Diğer yandan Almanya ve Polonya, Bulgaristan gibi Sovyet döneminde kısmi olarak Rus etkisine girmiş ülkelerde, Alman Dışişleri Bakanı Maas’ın da dillendirdiği üzere "ABD’siz Avrupa’nın güvenliğini sağlayamayız" fikri ön plana çıkıyor.

Güvenlik gibi yapısal bir konuda, birbirine zıt iki fikrin yükselmesi, birliğin geleceğini tartışma konusu haline getiriyor.

2. De Gaulle’ün, 1959’da meşhur Strasbourg konuşmasında ifade ettiği "Atlantik’ten Urallara, Birleşik Avrupa" fikri tekrar gündeme gelmiş durumda. Macron’un "Rusya Avrupalıdır" açıklaması da kıtada Rusya’la işbirliğine yönelişi gösteriyor.

Rus Dışişleri’nin, Amerika ve AB ülkeleri arasında çelişkileri derinleştirme siyaseti ise süreci hızlandıran bir başka faktör.

3. ABD’nin ekonomik yaptırımlar uyguladığı Çin’le, Washington’dan bağımsız bir biçimde işbirliği adımları atılıyor. İtalya ve Yunanistan’ın Kuşak Yol Projesi’ne katılım yönünde çabaları, bu konudaki somut örnekler.

Bunun yanısıra, Paris ve Berlin’in de Çin’le ilişkileri geliştirmek istediğine yönelik işaretler mevcut.

TÜRKİYE’NİN ŞANSI

Ankara doğru siyasetler izlemesi halinde ABD ve AB arasındaki siyasi çatlağın yanı sıra kıta ülkeleri arasındaki çelişkileri de çıkarları doğrultusunda kullanabilir.

Bu noktada Atlantik merkezli çelişkilerle bağlantılı olarak yalnız bırakılma korkusu yaşayan Yunanistan ve Bulgaristan gibi komşu ülkelerle işbirliği fırsatları doğabilir.

Keza Doğu Akdeniz’de oluşan Türkiye karşıtı kamp çelişkiler üzerinden zayıflatılarak, bölgede yeni ittifak imkanları yaratılabilir.

Rusya ve İran’la işbirliği içinde özellikle enerji transferi konusunda Avrupa’da yeni mevzileri kazanabileceğimiz bir süreç önümüzde.

Avrupa siyasetimizi yeni baştan düşünmemiz gereken bir döneme girdik.


Aydınlık