Yunan medyası ile dışardaki FETÖ medyası başta olmak üzere, Doğu Akdeniz merkezli jeopolitik rekabet cephesinde, Türkiye karşıtları tarafından sürekli vurgulanan kavramlar, Revizyonizm (mevcut durumu bir önceki jeopolitik koşullara dönüştürmek) ve Yeni Osmanlıcılık(Neo Ottomanism). İsim ve kavram babası olduğum Mavi Vatan da özellikle Libya ile deniz sınır ve yardım mutabakat muhtıraları imzalanmasından sonra bu genelleme içine alınıyor. Baştan yazının sonucunu söyleyelim. Mavi Vatan, Revizyonizm ve Yeni Osmanlıcılık ile uzaktan yakından alakalı değildir. Diğer taraftan bu yorum tarihimizi veya geçmişimizi inkar etmek anlamında değerlendirilmemelidir. Geçmişimizle gurur duyduğumuzu; imparatorluk ve devlet kurma geleneğinden gelen 5000 yıllık tarihi olan bir ulusa ait olmanın ve Türk olarak dünyaya gelmenin onurunu her nefes alışımızda hisseden biriyim. Bu kapsamda yıkılmış, yok olmuş bir imparatorluğun enkazı üzerine tarihte örneği görülmemiş büyük bir kurtuluş savaşı ve 15 yıllık Türk Rönesans’ını gerçekleştiren ölümsüz lider Mustafa Kemal ve Kemalizm’in yılmaz bir takipçisi ve savunucusuyum.

YENİ OSMANLICILIK HAYALDEN İBARETTİR

100. yaşına yaklaşan Cumhuriyet, Osmanlıcılık hayalleri ile uğraşmaz, uğraşmamalıdır. Soğuk savaş sonrası dönemde iktidara gelen partilerde bir kısım siyasetçiler, zaman zaman yeni Osmanlıcılık hayallerine kapılsa da, bu hayalin son tahlilde erişebileceği konum ancak kültürel boyutta kalır. Osmanlı’dan kopan Balkan, Kuzey Afrika, Ortadoğu ülkelerinin pek çoğu ile dil ve/veya din ve örf/adet ortaklığımız vardır, ancak bu ülkeler ile 21. yüzyılda din temelli Osmanlı Milletler Topluluğu benzeri siyasi bir yapı kurulması imkansıza yakındır. Diğer taraftan başta Balkanlar ve Asya’daki akrabalarımızla Türk Dünyası çatısı altında fonksiyonel bir işbirliği yapısı kurmak düşünülmesi gereken jeopolitik bir gerçekliktir.

MUSTAFA KEMAL’İN REVİZYONİZMİ GERÇEKÇİDİR

Cumhuriyet, Osmanlı enkazı üzerine, Misakı Milli sınırları içinde kalan demografik yapı üzerine, “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk denir” tezi ile kurulmuş laik bir ulus devlettir. Diğer taraftan Yurtta Sulh Cihanda Sulh felsefesi ile yürütülen güvenlik ve dış politika bugüne kadar Türkiye’yi asla revizyonist yapmamıştır. Mustafa Kemal’in Kurtuluş sonrası Montreux Sözleşmesi ile önce Boğazlar bölgesinin tam egemenliğini kazanıp daha sonra Hatay’ı milli sınırlar içine katması o dönem jeopolitiğinin elzem ve kaçınılmaz sonuçlarıydı. Ömrü yetseydi, Musul ve Kerkük sorunlarını da başaracağını söyleyebiliriz. Sonrasında Cumhuriyet, bırakalım revizyonist olmayı, NATO’nun sadık bir mensubu olarak 1963 kanlı Noel’i yaşanana kadar Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’e bile uzak durmuştu. Eğer kanlı Noel yaşanmasa Donanmanın Mersin’e yani Akdeniz’e inmesi dahi gecikirdi. 1950’de Rumlar Enosis için plebisit yaparak ada halkının yüzde 96’sının Enosis istediğini dünyaya ilan ederken, Kıbrıs Türkleri ve Türkiye azınlık hakları talep ediyordu. Bu amaçla Kıbrıs’ta Türk Azınlığı Kurumu bile kurulmuştu. 1951’de Ankara, “Türkiye’nin Kıbrıs sorunu yoktur” diyebiliyor; 1964 yılında Ege’deki karasularını, Kanlı Noel ve gerginleşen Türk Yunan ilişkilerine inat 3 milden 6 mile çıkarıyordu. Daralan açık deniz alanının (yüzde 79’dan, yüzde 49’a) gelecekte kıta sahanlığı paylaşımında karasuları karşısında elimizi zayıflatacağını bile düşünmüyordu. Daha sonraları haklı bir uyanış başlıyor, 1974 Kıbrıs Barış Harekatı büyük bir soykırımı önlemek amacıyla tamamen hukuka uygun bir şekilde icra ediliyordu. Eğer Türkiye revizyonist olsaydı adanın tamamını işgal eder ve bugüne kadar geçen süre içinde Kıbrıslı Türkler ile bütünleşmesini tamamlardı. Bütünleşme bir yana çözüm süreci altında Kıbrıs’tan uzaklaşma sağlandı ve 1983 yılında ancak KKTC kuruldu. Karşımızdaki emperyalist blok buna bile tahammül edemedi. Daha beter saldırdılar. Güney Kıbrıs Rumlarının 2004 yılında kurucu anlaşmalara tamamen aykırı bir şekilde tek taraflı AB’ye üye yapılmasına itiraz bile etmedik. Aslında bu Enosis’in bir başka şekli idi. O gün bile Türkiye, bu gelişmeyi sadece kınamakla yetindi. Daha sonra haydutlukları sınır tanımaz ölçüde büyüdü. 2004 baharında MEB ilanı ve 2007 kışında bırakalım KKTC deniz yetki alanlarını, Türk kıta sahanlığı içine taşan alanları bile uluslararası şirketlerin hidrokarbon sondajlarına açtılar.

15 TEMMUZ SONRASININ JEOPOLİTİK UYANIŞI

Bugün, 21. yüzyılın üçüncü on yılına başladık. Yepyeni bir dünya konjonktürü ile karşı karşıyayız. 15 Temmuz 2016 FETÖ darbe girişimi sonrası Türkiye, yeni dünya düzeninde yerini hızla alıyor. Türkiye’nin, Rusya, Çin ve İran ile yakınlaşması, Suriye, Kuzey Irak ve Doğu Akdeniz üzerinden yeni dünya düzenine şekil veriyor. Türkiye, bu süreçte sınırdaş olduğu Kuzey Irak ve Suriye’de vekil (proxy) savaşları merkezli, düşük yoğunluklu çatışma sürecini yaşıyor. Bu süreç egemen ulus devletlerin düzenli orduları arasında cereyan etmiyor. Diğer taraftan Doğu Akdeniz kaynaklı deniz yetki alanları paylaşım mücadelesi jeopolitik bir deniz çıkar savaşına dönüşmüş durumda. Denizde karaların aksine vekalet savaşları olmuyor. Bu kavgada Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki Mavi Vatanından sökülüp atılması amaçlanıyor. 1920’lerde yenilmiş ve işgale uğramış bir imparatorluk kalıntısı üzerinde anavatanını koruma ve Sevr’i yırtıp atma güdüsü ile kısa süre içinde Kurtuluş ve Kuruluşu başaran Türk ulusu, bu kez 21. yüzyılda Doğu Akdeniz’deki mavi vatan işgal teşebbüsünü def etmek zorundadır. Deniz Yetki alanlarımızın oluşturduğu kabaca 462 bin km karelik bir alan bize sadece ekonomik zenginlik potansiyeli sunmuyor, aynı zamanda savunmasının denizden başladığı yarımada devletimize derinliğine savunma ve jeopolitik manevra alanı sağlıyor.

MAVİ VATAN YENİ MISAKI MİLLİDİR

Mavi Vatanı gelecek kuşaklar için savunmak ne revizyonizmdir ne de yeni Osmanlıcılıktır. Kısacası Mavi Vatan denizdeki Misakı Millidir. Bugün hangi devlet adamı ya da siyasetçi gelecek kuşakların Doğu Akdeniz’deki 150 bin kilometrekarelik alanının çalınmasına izin verebilir? Atlantik sistem ve Yunan makamlarını çok rahatsız ettiği anlaşılan Mavi Vatan kavramına karşı revizyonizm ve yeni Osmanlıcılık kavramları adı altında sistematik bir saldırı devam etmektedir. Üzücü olan muhalefet yapmak adına, bu yapının içerideki medya organlarıyla, yurtdışındaki açık; içerdeki kripto FETÖ kaynaklarından yapılan organize saldırıları iç siyasete alet etmek isteyenlerin mevcudiyetidir.

MAVİ VATAN JEOPOLİTİK BİR SÜRECİN ADIDIR

Mavi Vatan, tek kutuplu dünya düzeninden çok kutuplu düzene; Atlantik Çağından Asya Çağına geçiş döneminin yaşandığı geri dönülmez bugünkü küresel süreç içinde, Doğu Akdeniz, Ege, Karadeniz ve Boğazlar üzerinde Türkiye’nin jeopolitik kontrolünü güçlendiren sürecin adıdır. Bu süreç deniz yetki alanlarımızda jeopolitik hakimiyeti savunurken, Kanal İstanbul gibi Montreux Sözleşmesine zarar getirebilecek girişimlere de karşıdır. Diğer yandan Mavi Vatan, HazarKaradeniz Doğu Akdeniz Kızıldeniz Umman Denizi ekseninde Türkiye’nin geliştireceği küresel, kıtasal ve bölgesel ilişkiler manzumesinde yepyeni fırsat ve değişim pencerelerini açan bir alanın açılım kapısının adıdır. Aynı zamanda Türkiye’nin denizcileşme sürecinin sembolüdür. Kısacası Mavi Vatan 21. Yüzyıl Türkiye jeopolitiğinin adıdır. Mavi Vatanı Yeni Osmanlıcılık ve revizyonizm ile sulandırmaya ne zamanın ruhu ne de günümüzün yakıcı jeopolitik koşulları izin vermez.

DENİZCİ TÜRKİYE TARİHİNDEN DERS ALACAKTIR

Denizcileşen Türkiye’nin denizcileşemediği için çöken Osmanlı İmparatorluğunu taklit etmesi düşünülemez. Ancak tarihinden dersler çıkarabilir. O dersler çıkarılmıştır. Soğuk Savaş sonrası sürekli büyüyen ve yeni strateji ve doktrinlerle karşımıza çıkan Cumhuriyet Donanması, Doğu Akdeniz’de bugün yaşanan kavgaya hazır hale gelmiştir. Savunma Sanayindeki gelişmeler ile nüfusumuzun büyüklüğü ve G20’deki yerimiz bu süreci doğal olarak ortaya çıkarmış, caydırma sağlamıştır.

MAVİ VATAN VE TÜRKRUS İŞBİRLİĞİ

Türkiye, Atlantik sistemden koptukça ve Batı Asya’ya yaklaştıkça Yeni Osmanlıcılıkla ya da revizyonizm ile suçlanmaya devam edilecektir. Zira onlar hâlâ karşılarında Atlantik ittifak sisteminin uysal, kenar kuşak ülkesini görmek istiyorlar. Bu sürece en büyük ivme sağlayan Türkiye ve Rusya arasındaki stratejik işbirliğine nifak sokarak, iki devleti birbirine düşürmeye ve onları jeopolitik rakip, stratejik düşmana dönüştürmek istiyorlar. O nedenle buradan Yunanistan ile içerdeki ve dışardaki FETÖ medyasına bir kez daha hatırlatalım. Türkiye’yi yeni Osmanlıcılık, revizyonizm ve İslam emperyalizmi ile suçlamak Türk düşmanı cahil kitleleri kışkırtabilir. 21. Yüzyılda bölgemizin ve dünyanın barış ve istikrara ihtiyacı var. İslam coğrafyasında Müslümanın Müslümanı öldürdüğü, İsrail ile Suudi Arabistan/BAE, Mısır gibi Arap ülkelerinin stratejik müttefik olduğu bir konjonktürde Doğu Akdeniz’de HilalHaç çatışma iklimini gündeme getirmek ve kaşımak insanlığa fayda getirmez. Kitleleri akıldan, erdemden ve bilgelikten uzaklaştırır. Fanatizmin eninde sonunda kazandığı tek bir savaş olmamıştır. Mustafa Kemal’in ipine sarılan, laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti ile Libya’da ve Suriye’de güçlenecek TürkRus ortaklığı bu fanatizme karşı en büyük panzehir olacaktır. Bu süreçte iktidar, muhalefet ve tüm paydaşlar gereken dersleri çıkarmalı ve istikrara kürek çekmelidir.