Amiral Cem Gürdeniz yazdı

Suriye rejimine karşı askeri sahada zafer elde etmek Türkiye için hedef olamaz. Bu ancak Pirius Zaferi olur. Karşılığında kaybedeceklerimiz çoktur. Yaşanacak bir yıpranmanın sonunda son aylarda sinsice sessizliğe bürünen ve enerji toplayan ABD güdümlü PYD güvenliğimize kast edebilir.

Türkiye, 28 Şubat 2020 sabahına İdlib’den 33 şehit haberi ile uyandı. Yaşamsal ulusal çıkarlarımızı etkileme derecesi tartışmalı bir alanda, saatler içinde 33 evladımızı kaybetmiş olmamız, toplumsal trajedi hafızamızdaki yerini aldı. Hava savunması ve hava sahası kontrolü olmayan bir alanda, Türk askerini her türlü kışkırtmaya açık şekilde tutmanın sonucunda yitirdiğimiz şehitlerimize rahmet, ailelerine sabır diliyorum.

HATA ÜSTÜNE HATA

ABD’nin BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) paralelinde 2011 yılındaki Balyoz tutuklamalarından itibaren Türkiye’ye verilen jeopolitik kurgu misyonu içinde, Suriye gibi 911 kilometre sınırımız olan güney komşumuzun önce istikrarsızlaştırılması ve sonra iç savaşa sürüklenmesinde fiilen görev aldık. Burada asli motivasyon azınlıktaki Nusayri Esad rejiminin çoğunluktaki Sünni nüfusu yönetmesiydi. ABD ve ortakları Türkiye’nin yönetici elitinin bu konudaki hassasiyetini görmüş ve üzerine gitmişti. Neticede dönemin Dışişleri Bakanı'nın “Emevi Camisi'nde namaz kılma” hedefi ile şekillenen bir bataklığın yolu açılmış oldu. Bu gelişme aynı zaman diliminde kadim dostumuz Libya’nın parçalanma sürecinde de yaşanmıştı. Türkiye 2011 başından itibaren Libya’nın parçalanmasına ve halen devam eden iç savaşa benzin dökmüştü. Halbuki, Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca emperyalizmin Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da giriştiği tüm maceralardan uzak kalmayı becerebilen bir devlet geleneğine sahipti. Örneğin Arapİsrail savaşlarındanİranIrak Savaşı'ndan, Birinci Körfez Savaşı'ndan uzak kalabilmiş; BM ve NATO şemsiyesi altında görev aldığı tüm Barış Destek Harekatlarında ise muharip görev almamıştı. Türkiye bu geleneğini 2003 yılındaki 1 Mart tezkeresine kadar başarıyla sürdürebildi. ABD çıkarlarını korumaya yönelik kuzey cephesinin açılması için ortaya sürülen plana 22. Dönem CHP Milletvekili Kemal Anadol liderliğinde bir avuç muhalifin gayretli çalışmaları sonucu Türkiye 'Hayır' demese ve iktidarın büyük destek verdiği ABD planı geçseydi, Türkiye tarihinde ilk kez Ortadoğu bataklığına bilfiil girmiş olacaktı. Buna benzer bir gelişme 2004 yılında KKTC’nin sonunu getiren Annan Planı'na verilen destek ile sağlandı. Rumlar eğer plana 'Evet' demiş olsaydı, bugün Doğu Akdeniz’deki Mavi Vatan Savaşı'nda büyük bir cephe kaybetmiş olurduk. Türkiye, Irak’ın Körfez savaşları sonucu parçalanma sürecinde aktif olarak görev almasa da, 2003 sonrası Irak kuzeyinde oluşan ve halen Barzanistan olarak bilinen federal Kürt yönetimlerine de destek vermeye devam etti. Irak Hükümeti'nin kontrolü dışında Kerkük petrolünün Türkiye üzerinden satışına destek verildi. Barzani 2013 yılında “Kürdistan’a hoşgeldin” pankartlarıyla karşılandı. Irak topraklarının Türkiye için en büyük tehdit olan PKK’nın yuvalanması ve desteklenmesiyle, ABD tarafından verilen büyük desteğe karşı koyulmadı. Ta ki 2015 yılında hendek savaşları ortaya çıkana kadar.

KIRILMA NOKTASI: 15 TEMMUZ 2016

15 Temmuz 2016 akşamı emperyalizm ve Türkiye yollarını ayırdı. 15 Temmuz hegemonyanın Türkiye’yi iç savaşa sürükleme teşebbüsü olarak tarihe geçti. Ancak milli güçler emperyalizmi yendi. Türkiye tuzağa düşmedi. 70 yıllık Atlantik sistem üyeliği, Türkiye’ye en büyük felaketin kapısını açmaya çalışmıştı. Kardeşi kardeşe kırdıracaklar ve sonucunda kazanacak Atlantik cephe, Türkiye’nin başta Doğu Akdeniz olmak üzere hegemonyaya çıkardığı tüm engeller aşılmış olacaktı: Denize çıkışı olan kukla Kürdistan; KKTC’den geri çekilecek askerimiz; Doğu Akdeniz’de vazgeçeceğimiz 150 bin kilometrekarelik deniz yetki alanı.

Türkiye böylece 16 Temmuz 2016 sabahı yepyeni bir rotaya girdi. Bu durumun en büyük dışa vurumu TürkRus ve TürkÇin ilişkilerinin ivmelenmesiydi. Türkiye’deki mandacılar bu durumdan son derece rahatsız oldu. Türkiye Asya’ya yöneliyordu. Yeni dünya düzeninin tek kutupludan çok kutupluya geçtiği; Asya Yüzyılı'nın başladığı bir dönemde Kenar Kuşağın en önemli ülkesi Türkiye’nin bu hamleleri boşa çıkarılmalıydı. Ne de olsa Türkiye kukla Kürt devletinin Suriye toprakları üzerinden denize çıkışına kama sokmuş; Rusya’dan S400 almış; TürkAkım boru hattını tamamlamış; İncirlik ve Kürecik üslerinin kapatılması tehdidinde bulunmuş; Mavi Vatan adını verdiği denizlerindeki haklarını koruyacağını ilan etmiş; Libya ile deniz yetki alanı anlaşması imzalamış; KKTC nin bağımsız varlığına yönelik son derece iddialı açıklamalar yapmıştı.

HEGEMONYANIN KARŞI HAMLELERİ

Kenar Kuşak'ta büyük gedik açılmıştı. 1979 yılında kaybedilen İran sonrasında Türkiye’nin kaybı ve Atlantik cepheden uzaklaşması kabul edilemezdi. Yumuşak karın arandı. İçerde mandacılar, dışarıda istihbarat örgütleri her türlü kışkırtmaya hazırdılar. Başta İdlib olmak üzere her türlü kumpasa açık ortam ve şartlar sağlayan Suriye’de sistem devreye girdi. Trump’ın küstah mektubu sonrası, ABD’nin dolar kuru ve ekonomik ambargo tehdidinin yarattığı menfi psikolojik ortamın da etkisi ile her türlü dezenformasyon kullanılarak önce Libya’da, daha sonra İdlib’de yumuşak karnımız olan TürkRus ilişkilerine hançer sokuldu. 70 yıllık Atlantik indoktrinasyonu sonucu, sağcı solcu ayırt edilmeksizin zaten hazır olan elitler, 15 Temmuz 2016 gecesi kendine saldıran Atlantik sistemi kurtarıcı olarak görmeye başladı. 28 Şubat 2020, aslında 15 Temmuz 2016 sonrası oluşan yeni konjonktüre vurulan büyük darbe olarak tarihe geçecektir.

DOĞU AKDENİZ YANSIMALARI

Suriye cephesi üzerinden Rusya ile ilişkiler gerilerken, ABD ve NATO ile gelişmesinin doğal olarak Doğu Akdeniz’e ciddi yansımaları olacaktır. Beştepe’de bir Cumhurbaşkanı danışmanının “Ruslara Türk Boğazlarını kapayalım” teklifini gündeme getirdiği bir ortamda, Akdeniz’de artık TürkRus yakınlaşmasının sağladığı, Atlantik cepheye karşı kontrol ve denge iklimi olmayacaktır. Doğu Akdeniz’de Rusya’nın karşı cepheye yani YunanİsrailGKRY ve Mısır bloğuna yakınlaşması beklenmelidir. Böylesi bir atmosferde Türkiye’nin gerek ganbot diplomasisi, gerek sismik ve sondaj diplomasilerinde ne kadar dayanabileceğini zaman gösterecektir. BM Güvenlik Konseyi’nde alınacak kararlarda da bu durumun dolaylı yansımaları olacaktır. NATO’dan ve ABD’den İdlib konusunda yardım istemek ise Doğu Akdeniz jeopolitiğinde önemli tavizlerin verileceği büyük gedik açacaktır. Bu durumun ülke içinde FETÖ ile mücadeleye de şüphesiz yansımaları olacaktır. Kısacası Türkiye, zaten yalnız olduğu Doğu Akdeniz havzasında daha da yalnızlaşacaktır. Bu durum dilerim Mavi Vatan’da tavizler sürecini başlatmaz. İşin özetini Amerikalı diplomat 28 Şubat sabahı yaptı. NATO Büyükelçisi Bayan Kay Hutchison, İdlib olayını öğrenince “Aman Tanrım” diyor ve ardından “Türkler kimin güvenilir ortak, kimin güvenilmez olduğunu öğrenmelidir... Ümit ederim ki Başkan Erdoğan Türklerin geçmiş ve geleceğinin müttefiki olduğumuzu görecek ve S400 projesini iptal edecektir...”

DEVLET YÖNETİMİ VE DEVREDİLEMEZ SORUMLULUKLAR

Devlet büyük bir gemiye benzer. Bu gemide bulunan herkes gemide yangın çıktığında, sürüklendiğinde veya karaya oturup battığında etkilenir. Geminin köprü üstünde bulunan idarenin temel görevi gideceği limanı belirlemek ve en uygun rotayı çizmektir. İdare bu süreçte akıl, tecrübe, tarihsel dersler ve soğukkanlılıkla hareket etmeli ve hamasetten uzak durarak karar almalıdır. İdlib, Türkiye gemisinin kara deliği olarak büyük enerji kaybına ve bükülmesine neden olacak özelliklere sahiptir. Suriye rejimine karşı askeri sahada zafer elde etmek Türkiye için hedef olamaz. Bu ancak Pirius Zaferi olur. Karşılığında kaybedeceklerimiz çoktur. Yaşanacak bir yıpranmanın sonunda son aylarda sinsice sessizliğe bürünen ve enerji toplayan ABD güdümlü PYD harekete geçerek Suriye üzerinden güvenliğimize kast edebilir. Silahlı çatışma ancak yaşamsal olduğunda jeopolitik kazanç elde etmek için reel politik hedeflere yönelik icra edilir. Enerji, bize Fırat’ın doğusunda, Doğu Akdeniz’de ve Ege’de lazımdır. Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşunun 100. yılında İdlib politikası ve yaratacağı sorumluluk, TBMM’de iktidar ve muhalefetin teklif ettiği kapalı oturumun aksine, açık oturum ile tartışılarak karara bağlanmalıdır. Zira İdlib’de kaybedilen evlatlarımız, milletin ordusunun evlatlarıdır. Atatürk’ün dediği üzere, “Milletin istiklalini yine, milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” Millet evlatlarını feda ettiği İdlib sürecinin gerekliliğini, gidişatını ve sonuçlarını temsil edildiği Meclis'ten öğrenme hakkına sahiptir.