Cesaret, bir denizci ve asker için o kadar önemlidir ki, olmadığında ne ulusal ne de kişisel onur kalır. Cesaretin gri alanı yoktur. Ya vardır ya yoktur. Korku gibi cesaret de bulaşıcıdır. Cesur insanların liderliğinde başlangıçta korkak olanlar bile cesurların yanına geçebilir. Cesaretin temelinde karakter ve kişilik kadar bilgi ve tecrübenin de rolü vardır. Bilen ve tecrübe sahibi olanlar, zor anlarda ve özellikle tarihin ve talihin onları hazırladığı yer ve zamanda gerekeni, güzünü kırpmadan yapabilecek cesareti eşitlerinden daha kolay gösterirler.

CESARET GÜCÜ

Bir ordu veya donanmanın asıl gücü cesurlarının varlığı ile ölçülür. Bedensel refah ve keyfi ruhsal mutluluk ve onurun coşkusuna tercih edenler belki anlık yaşamın tüm ödüllerini toplayabilirler ancak yapmaları gerekeni yapmamış olmanın suçluluğunu ve onursuzluğunu ölene kadar yaşarlar.  19’ncu yüzyılda Osmanlı Bahriyesinde müşavirlik yapan İngiliz Amiral Sir Adelphus Slade, Kırım Harbi sırasında sadece donanmada değil, 17’nci yüzyılda başlayan ordudaki gerileme hakkında şunları söylüyordu:

Türk Ordusu kendisini 16 ve 17’nci yüzyıllarda çoğu zaman batılılara karşı muzaffer kılan, kendilerine özgü örgütlenmeye artık sahip değildi ve modern Avrupa ordularının çekirdeğinden de henüz yoksundu. Yani yüksek tabakadan yetişmiş, disiplinli, namus ve şeref düşünceleri içinde büyümüş, utanç içinde yaşamaktansa ölmeyi yeğleyen bir subaylar sınıfı.

Amiral Slade, Kurtuluş Savaşını görecek kadar yaşasaydı, son cümlesinde geçen ‘’yüksek tabakadan yetişmiş’’ tanımlamasını gözden geçirirdi. Sakarya meydan savaşının kazanılmasından 6 gün sonra Gazi Mustafa Kemal Paşa, mecliste yaptığı konuşmada, Türk’ün var olma savaşını “subaylar savaşı” olarak tanımlıyor ve şöyle devam ediyordu:

“Subaylarımızın kahraman atikliği, cesaretleri, ölüme meydan okuyan asil karakterleri hakkında söz bulamıyorum. Ama doğru ifade etmeye çalışayım, bu savaş bir subaylar savaşıdır. Ön safta savaşan genç subaylarımızın yüzde 80, erlerimizin yüzde 60’ı şehit düştü, yaralandı.”

Bu savaşa katılan 42. Alayın bütün rütbeli subayları şehit düşmüştü. Çarpışmalarda bir tümen, üç alay, 5 tabur komutanı şehit düştü. Sadece 8’inci tümenin süngü savaşında toplam 82 subay kaybedildi. Türk subayı belki kendi toplumunda mevcut olmayanAvrupa’daki aristokrasi ya da yüksek burjuvazi benzeri sosyal sınıflardan gelmiyordu.  Ancak halkın bağrından çıkan bu subaylar üstün liderlik ve cesaret altında esarete başkaldıran, dünyanın en asil savaşçısı olabiliyor, bedel ödüyor, gerekirse ölüyor ve mucizeler yaratıyorlardı.

CESARETİN BİTTİĞİ YERDE ESARET BAŞLAR

Ancak toplumu ve orduyu birleştirici liderlik ortadan kalktığında önce cesaret ortadan kalkıyor ve kısa sürede ihanet başlıyordu. Kırım Harbinden 70 yıl sonra kurtuluş ve kuruluşu başaran Mustafa Kemal’in çocukları 15 yıllık bir altın çağ sonrasında, 11 Kasım 1938 sabahından itibaren karşı devrimi ve ihaneti başlatan sürece nasıl izin verdi? Devrimin sürekliliğini nasıl reddetti?  Amerikan ve Avrupa mandacılığına nasıl teslim oldu? Büyük devrimi halka nasıl unutturdu? Kemalizm’in içini nasıl boşalttı? Dünyanın önünde saygı ile eğildiği üniter ve laik cumhuriyeti, mandacı zihniyetin talep ettiği kutuplaşmış cahil bırakılmış, üretimden uzaklaştırılmış ve siyasetin emrindeki dinle afyonlanmış, göstermelik bir demokrasiye nasıl dönüştürdü? Kendi ordusuna ve devletine kumpas kuracak seviyede ihanet içinde olan kitleleri, örgütleri nasıl yarattı? Balyoz ve benzeri kumpas davalara nasıl izin verdi?

KİLİT KAVRAM: CESARET

Şüphesiz bu sorulara verilecek cevapların kitleneceği ve ileriye gidemeyeceği bir nokta olacaktır. O noktada karşımıza temel kilit kavram olarak Cesaret çıkacaktır. Mustafa Kemal’e sadık kalabilme ve gerekirse bedel ödeme cesareti. Gerçeği arama cesareti. Gerçeği bulup haykırabilme cesareti. Devletin çıkarlarını koruyabilme cesareti. Emperyalizme meydan okuyabilme cesareti. Yere düşse bile düşmandan aman dilemeden ayağa kalkma ve tekrar meydan okuma cesareti.

CESARETİ OLMAYANLAR GÜCE TAPAR

İnanmış bir insanın inancına sadık kalmasına inat, korkaklar derhal terk ederler. Güçleri güçlerinin yettiği yere kadardır. Yere düşerler ve aman dilerler. Sürekli rota değiştirirler. İdealleri, prensipleri, ilkeleri ve inançları yoktur. Birinci adam olma istekleri vatan sevgisinden değil egolarındandır. En kötüsü doğrudan ve ideallerden sapmayı, siyasetin gereği görüp kendi güçleri olarak pazarlarlar. Bu tiplerin karşısında her kurumda cesaretin onurunu baş tacı etmiş yüksek ruhlu kişiler çıkar. Onlar cesur liderlerdir.

CESUR BİR ADAM: CEM ÇAKMAK

3 Temmuz 2015 tarihinde sonsuzluğa yolcu ettiğimiz Amiral Cem Çakmak işte bu cesur liderlerden biriydi.  Bahriye tarihimizde bir cesaret abidesi olarak yerini aldı. Onun cesareti Balyoz Kumpasının en karanlık günlerinden, kanserle mücadelesinde, son nefesini verdiği ana kadar en ufak bir kırılım göstermedi. Kumpas davalar sırasında bırakalım sözde aydınları en yakın dost ve arkadaşlarımızın; yüksek komuta sorumluluğu olan şahsiyetlerin bile korkuyu, cesarete tercih ettiğini, kısa ve orta vadede şahsi refah ve bedensel mutlulukları için, neredeyse yarım asırlık silah arkadaşlığını unuttuklarını, çocuklarının ve torunlarının özgürlük ve yaşam tarzlarının çalınmasına duyarsız kalabildiklerini gördük. Bu acı tabloyu en derinden yaşayan Cem Çakmak idi. Zira Balyoz kumpasının çok öncesinde, yarbay rütbesindeyken, 2001 yılında Komutanlığını yaptığı TCG Gemlik firkateyninde de sözde bir usulsüzlük süreci üzerinden FETÖ militanlarının tuzağına düşürülmüştü. Büyük bir durumsal farkındalık zafiyeti içinde, neredeyse imzasız her mektuba işlem yaparak bu tuzağa atlayan ve günümüzün pek yaygın ‘’Aldatıldık’’ klişesine sığınan dönemin rozet Atatürkçüleri, Cem’e ilk kurumsal ihanet acısını tattırmıştı.

İKİNCİ İHANETİ BİRLİKTE YAŞADIK

22 Şubat 2010 tarihinde Deniz Kuvvetleri Plan Prensipler Başkanı idim. Ankara’da ofisimde çalışırken, saat 10.00 sularında televizyonda emekli Orgeneral Çetin Doğan ve İbrahim Fırtına ile emekli Oramiral Özden Örnek’in sözde Balyoz planı gerekçesi ile gözaltına alındığı haberleri alt yazı ile geçmeye başlamıştı. Saat 11.00’da Deniz Kuvvetleri Komutanı beni ve Harekât Eğitim Daire Başkanı Tuğamiral Cem Çakmak’ı makamına çağırttı. Orada her ikimize Cumhuriyet Savcısının gözaltı emrini göstererek kendisinin Genelkurmay Başkanlığına gideceğini ve beklememizi söyledi. ABD desteği ile kurgulanan Balyoz komedisi gerçeğe dönüşerek kurbanlarını avlamaya başlamıştı. Önce “Poyrazköy”, sonra “Amirallere Suikast” daha sonra “Kafes” kurgularında evlatlarını sırayla Beşiktaş Adliyesine “hukuka saygılıyız” sihri altında emanet eden Komuta katı en sonunda Amirallerini teslim etme aşamasına gelmişti.  Saat 17.00’da Kuvvet Komutanı Genelkurmay Başkanlığından döndü. Genelkurmay Başkanlığı zaten Kozmik Oda davasında sergilendiği üzere kurumsal olarak hukuka pek saygılıydı. Bir önceki Genelkurmay Başkanı da 1 Temmuz 2008 tarihinde Ergenekon kumpasında önce teğmenlerini sonra Emekli Orgenerallerini gözünü kırpmadan Amerikan tuzağına teslim etmiş, daha sonra şeref tribününde futbol maçı izlemeye gidebilmişti. Neticede Beşiktaş’a gitmemiz emredildi.

VATANIMIZDA ESİR DÜŞMEK

23 Şubat 2010 günü Cem Çakmak ile birlikte FETÖ savcılarına ifade verdik. Aynı saatlerde Amerikalı Adalet Bakanlığı temsilcileri İstanbul’da sözde Türk Adaleti temsilcileri tarafından ağırlanıyordu. Beşiktaş kurgusu daha sonra saat gibi işledi Cem ve bizimle birlikte çoğu emekli yaklaşık 40 kişiyi bugün FETÖ’den tutuklu Ali Efendi Peksak isimli hâkim, gece yarısı 02.30‘da dakikalar içinde cezaevine yolladı. 04.30’da Cem ile beraber Hasdal’a geldik. Cem, soğukkanlı, cesaretinden ve dik duruşundan bir milim sapma göstermeden vakar içinde asil bir davranış sergiliyordu. Onunla böyle büyük bir krizde yan yana olduğum için çok mutluydum. Korkak, dönek, ürkek ve vefasız biriyle bu zorlu süreç yürümezdi. Cumhuriyet tarihinde ilk kez hayali bir darbe planı üzerinden suçlanarak Cezaevine giren ilk muvazzaf Amiraller olarak tarihe geçtik. Tarihinde ilk kez Amiraller ile tanışan Hasdal’da Cem ile bana 2 ranzalı küçük bir hücre verdiler. Bu durum pek çok insana zor gelebilir ama iki denizciye zor gelmedi. İkimiz de kaya gibiydik. 24 saat sonra aramıza iki kıymetli Amiral daha katıldı. Donanma Kurmay Başkanı Tümamiral Semih Çetin ve İskenderun Üs Komutanı Tuğamiral Turgay Erdağ. Sürekli durum değerlendirmesi yapıyorduk.

2009 Nisan ayından bu yana olanlara rağmen Genelkurmay Başkanlığı bu sahte davaların nereye varacağını nasıl olur da göremezdi; Büyük bir tasfiye ve Türkiye’yi şekillendirme operasyonu için muhalefet dahil, siyasi otoriteler ile kurgulanmış bir oyun oynanıyordu. Dünyanın hiçbir devletinde imzasız, objektif hukukun reddedemeyeceği deliller olmadan kimse tutuklanamazdı. Ortada ne bir ses ne bir görüntü kaydı ne bir ıslak imzalı belge, hiçbir şey yok. Sadece dijital belgeler; daha sonra FETÖ den kaçak olacak karacı bir kurmay binbaşı müsveddesine hazırlatılmış bilirkişi raporu ile TÜBİTAK’tan alınmış bize gösterilmeyen rezil bir rapor vardı. Tutuklanmamıza neden olan dijital belgelerin hiçbiri Ceza Kanunu hükümlerine göre temin edilmemişti. Tam bir hukuk skandalı yaşanıyor ve bu durum Genelkurmay Başkanlığı tarafından da biliniyordu. 2009 AB Türkiye ilerleme raporunda Tük Deniz Kuvvetlerinin şikâyet edilmesinden 4 ay sonra, denizcilerin hapse atılması tesadüfle izah edilemezdi. Aslında üst akıl kurgusu, içimizdeki işbirlikçi çetenin aklının eremeyeceği büyük bir oyuna girmişti. Türk Deniz Kuvvetleri son 20 yılda almış başını gidiyordu. Karadeniz’de ulusal çıkarlara en uygun ortamı şekillendirmiş, Ege ve Akdeniz’de Yunanistan ve GKRY’ye karşı etkin ganbot diplomasisi uygulamış, Hint Okyanusu’nda sürekli varlık göstermeye başlamış ve daha da öte gelecekte Donanmasının dış pazarlara bağımlılığını ortadan kaldıracak hamlenin başlangıcı olarak GENESİS sistemini başarmış ve TCG Heybeliada korvetini denize indirmişti. Bahreyn/Manama’daki ABD Deniz Kuvvetleri Beşinci Donanma bağlısı CMFC (Birleşik Deniz Kuvvetleri) Komutanı, Koramiral S. Gortny 2008 yılının Kasım ayı içinde, bir toplantıda heyet başkanı Tuğamiral Cem Çakmak’a ne diyordu: “Artık Türk Deniz Kuvvetleri, Amerikan Donanmasına bir rakip haline gelmiştir.”

TÜRK DENİZCİYİ TÜRK’E KIRDIRMAK

Bu denizcilere öyle bir mesaj verilmeliydi ki, Türk Deniz Kuvvetleri silkinip kendine gelsin, korku aklın önüne geçsin ve bundan böyle ulusal çıkar refleksiyle hareket edecek Amiral ve subayların üzerinde Beşiktaş hukuku Demokles’in kılıcı gibi sallansın.  Hedef, iyi denizcileri Türklere yok ettirmekti.

Hasdal’da bir ay kalıp çıktık. Bir yıl sonra 11 Şubat 2011’de bu kez 3,5 yıl sürecek büyük Balyoz dalgası ile tekrar tutuklandık. Hasdal’da yine Cem ile ranzalarımızı yan yanaydı. 2012 Eylül’ünde bu kez iki oramiralin de imzası olan 2012 YAŞ kararları ile tasfiye edildik, üniformalarımızdan TCB ve TCG‘mizden zorla koparıldık.  Silivri’ye gönderildik. Başarmışlardı. Denizcileri denizcilere kırdırmışlardı. YAŞ kararlarında muhalefet şerhi bile yoktu Amirallerin.

CESARETİN GERÇEKLEŞEN ÖNGÖRÜSÜ

Silivri’ye gitmemizden 3 hafta önce 21 Ağustos 2011’de davanın 40. Duruşmasında emperyalizmin uşağı, Cumhuriyet, devlet ve Mustafa Kemal Atatürk düşmanı FETÖ hâkim ve savcılarının oluşturduğu heyete Cem tarihe geçen manifestosu ile şöyle haykırmıştı: ‘´Sahte dijital verilere dayalı bu dava bence çökmüştür. Bizleri bir süre daha çöken bu sahte davanın enkazında tutabilirsiniz. Ancak asıl soru, bu davanın sonunda enkazın altında kimlerin kalacağıdır. Hainlik ve ihanetin odağı olan, dış mihraklara uşaklık eden şerefsizlere sesleniyorum. Bu salondaki koltuklara oturacaksınız ve vatana ihanet ile yargılanacaksınız. Bundan kaçışınız asla mümkün değildir. Tanrı Cumhuriyeti ve donanmasını korusun.’´

Cesur kardeşim. Dediklerin çıktı. O hainler 15 Temmuz 2016 akşamı millet ve devlete karşı tetiği çektiler. Millet direndi. Onlar o dediğin koltuklarda yargılandılar. Ağır cezalar aldılar. Utanç içinde yaşıyorlar. Ancak tehlike henüz devam ediyor. Emperyalizm vaz geçmiyor. Hainlerin siyasi ve stratejik ayağı duruyor. Ancak gerçekler inatçıdır. Senin sözlerin bu mücadelede geleceğe rehber olmaya devam ediyor. Bu topraklarda Mustafa Kemallerin yenilmeyeceğini, Türk siyasetini her cephede kene gibi saran emperyalizm uşakları ve çıkarcı işbirlikçileri öğrenene kadar mücadele devam edecek.

Son cümlene gelince Tanrı, Cumhuriyeti ve donanmayı korumaya devam ediyor. Yetiştirdiğin binlerce Mustafa Kemal bahriyelisi Mavi Vatan vardiyasında harikalar yaratıyor. Torunun Poyraz ve Aksel’in temsil ettiği gelecek nesillerin denizlerdeki hak ve çıkarlarını korumak için sana ve hayatını bu vatan, bu cumhuriyet ve donanmaya adamış ruhlara sadakatle Doğu Akdeniz’den Kızıldeniz’e; Karadeniz’den Adriyatik Denizine büyük fedakarlıklarla sürekli bayrak dolaştırıyor.

Rahat uyu. Seni göksel okyanuslara uğurlamamızın 5. yılında takdir, minnet, vefa ve sonsuz özlemle anıyoruz. Hatıran önünde seni çimariva ile ve tüm donanma ile selamlıyoruz.